Yakın tarihine bizim kadar uzak ikinci bir toplum yok dünyada.
Tarih karartıldı bu ülkede.
Medeniyet iddiaları yok edildi bu toplumun; o yüzden tarih de tatile mahkûm edildi, tarihten sürgün edildi.
Bin yıl dünya tarihini sürükleyen bir toplumdan başkalarının yaptığı tarihin önünde sürüklenmeyi marifet zanneden celladına âşık gulyabaniler türedi.
Dünya tarihinin adalet ve hakkaniyet, sulh ve selâmet ilkeleri açısından en parlak timsallerinden birini, zirvesini oluşturan, herkese hayat hakkı tanıyan, -Batılılar gibi- karşılaştığı hiçbir medeniyetin kökünü kazıma ilkelliğine soyunmayan bizim muazzez medeniyet tecrübemiz unutturuldu; yetmedi, inanılmaz bir şekilde aşağılandı bu ülkede metamorfoz yemiş, devşirilmiş, celladına âşık kendi çocukları tarafından.
O yüzden tarih bilinci linç edilmiş tek toplum biziz, diyorum.
Bir İngiliz'in, Fransız'ın, Alman'ın, Rus'un, bir Japon'un ruhu vardır; bir aidiyet bilinci, tarih derinliği, emperyal ufku vardır.
Bu toplumların insanları üç zamanı da yaşarlar aynı ânda; duyarak, hissederek, tecrübe ederek yaşarlar iliklerine kadar...
Bizim toplumumuz, tek bir zamana mahkûm edilmiştir: Şimdiki zamana. Ruhu çalınmış bir şimdiki zamana. Tarihsizliğe. Geçmişin izlerini, geleceğin tohumlarını taşımaz o yüzden.
Geçmişin izlerini silmekle, geleceğin ufuklarını karartmakla meşguldür bizim “şimdiki zaman”ımız; tarihimizi, yerimizi ve aidiyet bilincimizi yok etmekle!
O yüzden “ibnü'l-vakt” (bütün vakitleri özümsemiş “vaktin çocuğu”) olmak en çok bize yakışırdı; ama biz, zamanını şaşırdığı için vakitleri bilmeyen, geçmiş zamanı hissedemeyen, gelecek zamanı duyamayan ve göremeyen vakti / zamanı / ruhu çalınmış, tarihi yok edilmiş çocuklarıyız insanlığın.
O yüzden birbirimizle boğuşuyoruz; ve sürükleniyoruz sadece
Geçmiş zaman ve gelecek zaman duygularımız olsaydı, güçlü olsaydı, birbirimizi anlamaya vakit ayırsaydık, birbirimizle boğuşmaz, enerjimizi tüketmez, oraya buraya sürüklenmezdik; aksine, tarihi biz sürüklerdik yine.
Hiçbir toplum, bizim yediğimiz darbeyi yemedi, bizim yaşadığımız travmayı yaşamadı: Kendini inkâr, medeniyet iddialarını inkâr hastalığı, sömürgeleştirilemeyen bir ülkenin (eğitim ve medya, kültür ve sanatta) kendi kendini sömürgeleştirme aymazlığına soyunmayı bir marifet sanma absürditesi!
Kadir Mısıroğlu, bu toplumun kendini, kendi medeniyet iddialarını, ruh köklerini inkâr etme girişimlerinin nasıl bu toplumun intiharına dönüştüğünü çok iyi gördüğü, bunu iliklerine kadar hissettiği, zaman algısının ruhsuz, sarsak, saçma bir şimdiki zaman algısına / tarihsizliğe hapsedildiğini bildiği için isyan ediyordu!
Sesinin yüksek çıkması, evdeki yangının büyüklüğündendi!
Kadir Mısıroğlu'nun üslubu, tarzı hatta söyledikleri eleştirilebilir.
Ama onun dik duruşu, hiçbir kınayıcının kınamasına aldırmadan karartılan tarihimizi aydınlatma çabası, çilesi, yılmaz mücadelesi aslâ eleştirilemez, küçümsenemez ve gözardı edilemez!
Yine de üslûbuna biraz özen gösterseydi çok etkili olurdu bütün kesimler üzerinde.
YENİLGİYİ ZAFER İLAN ETME TRAJİ-KOMEDİSİ
Türkiye, Tanzimat'la yönünü yitirdi; Cumhuriyet'le yörüngesini. Yönünü yitiren bir ülkenin zamanla yörüngesini yitirmesi mukadderdi.
Tanzimat'la birlikte toparlanmaya çalıştık; başaramadık, dağıldık.
Cumhuriyet'le birlikte toparlanmayı filan unuttuk; “topu taca attık”, sahayı da, mücadeleyi de terkettik! Yenildiğimizi örtük olarak itiraf ettik ve bunu da zafer olarak ilan ettik!
Bundan büyük travma olabilir mi?
Bu travmayı iliklerine kadar hisseden Kadir Mısıroğlu gibi tarihçilerin yüreği yangın yerine dönmez de ne olur?
Osmanlı'yı yok edenlerin yeni kurulan devleti unufak edeceklerini çok iyi bildiğimiz için mi tarihten çekilmek, medeniyet iddialarımızı terketmek anlamında yenilgiyi zafer olarak ilan ettik?
İnönü'nün korkusunun burada gizli olduğu ve Lozan'dan çıkarken söylediği “artık yüz sene daha rahat nefes alabileceğiz” sözünü de bunun için söylediği söylenir.
Lozan'da kapalı kapılar ardında neler yaşandığını, ne tür pazarlıklar döndüğünü bilmiyoruz.
O yüzden Kadir Mısıroğlu, Lozan'ın bir “oyun-bozan” olarak kullanıldığını, bizim medeniyet iddialarımızı çöpe atmamızı garanti altına aldığı için bu esrarengiz anlaşmanın, hezimet mi, zafer mi, olduğu sorusunu sorabilmiş biridir.
Lozan, bizi Anadolu yarımadasına hapseden, sadece buraya mahkûm eden, şimdiki zamana mahpus eden, böylelikle geçmiş ve gelecek zaman duygumuzu, tarih şuurumuzu, “emperyal” ufkumuzu iptal eden bir terminatördür, “intihar makinası”dır!
Geçmiş zaman duygusu ve gelecek zaman ufku hadım edilen ama bunu göremeyecek kadar zihnî felç geçiren bir ülkenin metamorfoz yemiş, mankurtlaşmış “bağzı” çocukları, Kadir Mısıroğlu'na “deli” demekle aslında kendilerinin nasıl patolojik vakalar olduklarını, zamanını şaşırmış, ruhunu yitirmiş, intihara sürüklenen celladına âşık tasmalı çekirgelere dönüştüklerini görebiliyorlar mı acaba diye acı acı sormak isterim ama bu cümleyi anlayabilmeleri çok zor olacağı için vazgeçiyorum.
Allah, Kadir Mısıroğlu'na rahmetiyle muamele etsin. Mekânını cennet eylesin. Yazdıklarının, söylediklerinin bir gün, yakın tarihimiz üzerindeki karanlık sis perdesi aralandığında, bu ülkenin çocukları, tek bir zamana / tarihsizliğe hapsedildiklerini görerek geçmiş zamandan gelecek zamana yürüyen insanlığın yükünü omuzlarında taşıdığı bilinciyle nefes alıp veren uzun ve çileli medeniyet yolculuğuna soyunduğunda, kısacası, devran döndüğünde, Kadir Mısıroğlu'nun kıymetinin daha iyi bileneceğini ve şükranla anılacağını düşünüyorum.
Vesselâm.