Pandora'nın kutusu açıldı: Bu sütunda yıllardır dikkat çektiğimiz gibi, hadislerden sonra Kur'ân da tartışma konusu yapılmaya başlandı!
İslâm dünyasının kan gölüne çevrildiği, her geçen gün daha küçük dilimlere ayrılarak paramparça edildiği, Müslüman halkların ırk, mezhep ve kabile bağlarının kaşındığı, birbirine düşürüldüğü böylesine zorlu, ürpertici bir zaman diliminde İslâm'ın kurucu kaynakları hadisleri ve Kur'ân'ı tartışmaya açmak, Müslümanların başına gelebilecek en büyük felâkettir!
İslâm dünyasında işgaller, kan, gözyaşı almış başını gidiyor, İslâm dünyasının her bir köşesinde ümitsizlik kol geziyor, neredeyse bütün müslümanlar umut olarak Türkiye'ye gözlerini çeviriyor ama birileri, ya görevli ya da basiretsiz birileri Müslümanların kurucu kaynaklarını tartışmaya açıyor!
Nasıl bir zillet hâlidir bu?
Nasıl bir basiretsizliktir, ruhsuzluktur, tuzu kuruluktur bu yahu?
Müslümanlar, perperişan durumda, siz, bu yokoluş mücadelesinden nasıl çıkabiliriz sorusu üzerinde kafa patlatmak, mazlum İslâm dünyasının acısını dindirecek umut aşısı yapacak yolları göstermek için cehd etmek yerine, İslâm dünyasının her şeye rağmen umut olarak baktığı bu toplumun İslâmî omurgasını çökertecek, kitlelerin, özellikle de genç kuşakların hızla İslâm'dan uzaklaşmasının yapı-taşlarını döşeyecek basiretsizliği nasıl gösterebiliyorsunuz, insanın nutku kesiliyor gerçekten!
KUR'ÂN'I MÜSLÜMANLARIN ELİNDEN ALMAK!
Yaklaşık yüz küsur yıl önce, Gladstone, İngiliz Avam Kamarası'nda eline Kur'ân'ı alarak şöyle bir konuşma yapıyor: “Bu Kur'ân'ı Müslümanların elinden alamadığımız sürece Müslümanları yenemeyiz, dize getiremeyiz.”
Peki, Kur'ân nasıl alınacak Müslümanların elinden?
Önce, Kur'ân'ı Müslümanların hayatlarından uzaklaştırarak...
Sonra da hem İslâm algılarını çarpıtarak hem de Kur'ân'ı tartışmaya açıp Müslümanları Kur'ân'dan uzaklaştırarak...
SİYASÎ KÖLELİKTEN EPİSTEMİK KÖLELİĞE...
Şunu iyi bilelim: İslâm dünyası diye bir yer yok. “İslâm dünyası”, İslâm'ın şekillendirdiği bir dünya değil, sömürgecilerin şekillendirdiği bir dünya. İslâm dünyası, iki asırdır köle!
İslâm dünyası, siyasî kölelikten sonra epistemik kölelik süreci yaşıyor...
Bunun en çarpıcı örneği, kendi dünyamıza, tarihimize, medeniyetimize ve hatta içinde yaşadığımız topluma bile Batılı / seküler zihin kalıplarıyla, perspektiflerle ve kavramlarla bakıyor olmamız!
Epistemik kölelik tam da böyle bir şey işte: Oysa başkalarının kavramlarıyla, bakış açılarıyla kendi dünyanızı kuramazsınız. Dahası, bırakınız kendi dünyanızı anlayabilmeminizi, kendi dünyanızı da tarumar etmekten, tanınamaz hâle getirmekten kurtulamazsınız.
Bunun en ürpertici örneği ise, İslâm'a, İslâm'ın kurucu kaynakları hadislere ve Kur'ân'a da Batılı zihin kalıplarıyla, bakış açılarıyla bakmaktır.
Üstelik de Müslüman zihninin, Müslümanca yaşama zemininin ve Müslüman zamanı'nın yok olduğu epistemolojik kırılma ve ontolojik kopuş yaşanan bir zaman diliminde, Batılı / seküler kavramlarla ve bakış açılarıyla Kur'ân'a bakmak, epistemik cinayettir.
Tarihselcilik, hermenötik gibi Batılı metodolojilerle Kur'ân anlaşılamaz; aksine anlaşılamaz hâle gelir!
Bunun en temel nedeni, İncillerle Kur'ân'ın ontolojik konumlarının farklı olmasıdır: İnciller, insanlar tarafından yazılmıştır; Kur'ân Allah tarafından vahyedilmiştir. Mesele bu kadar açık.
Kur'ân'ın vahyedilmediğini, Peygamberimiz tarafından yazıldığını iddia eden oryantalistler var. Kaç asırdır bu mesele üzerinde çalışıyorlar fakat ortaya iddialarını ispatlayacak hiç bir şey koyamadılar. Sonuçta, İnciller, tarihselci ve hermenötik yaklaşımlarla paçavraya çevrildi.
Tarihselcilik ve hermenötik gibi disiplinleri İncillere uygulayabilirsiniz ama Kur'ân'a uygulayamazsınız.
Denediler ama hiç bir sonuç elde edemediler.
Oryantalistlerin gönüllü acentalığını yapan yerli oryantalistlerimizse, son derece sığ ve vulger'ler!
İNTİHAR BU!
İslâm dünyasının bize umut olarak baktığı bir zaman diliminde, İslâm'ın kurucu kaynaklarını tartışmak hem fitne ateşini körüklemekten hem de bizim enerjimizi su gibi harcamaktan başka bir işe yaramaz!
Ayrıca bu tartışmaların televizyonlardan, sosyal medyadan sürdürülmesinin, kitlelerin, özellikle de genç kuşakların inançlarının sarsılmasına yol açtığını göremiyor olamaz kimse!
Bizim daha köklü, daha varoluşsal meselelerimiz var: İslâm dünyası perperişan durumda. Her yerde kan, gözyaşı, iç çatışmalar hükümfermâ!
Böylesine zorlu bir zaman diliminde kitlelerin, genç kuşakların inançlarını sarsacak tehlikeli tartışmalara boğulursak, yok oluruz!
Tam da bütün dinlerin fosilleştirildiği, dünyanın İslâm'ın herkese hayat hakkı tanıyan, hiç kimseyi inancından ötürü kınamayan evrensel mesajına ekmek kadar su kadar ihtiyaç hissettiği, Müslüman halkların Türkiye'ye umut olarak baktığı bir zaman diliminde mazlum İslâm dünyasının özgürleşmesi, toparlanması ve insanlığa merhamet medeniyetini sunacak, dalga-kıracak ve dalga-kuracak kapsamlı, çok yönlü, derinlikli fikrî bir diriliş ve varoluş yolculuğunun yapı-yaşlarının nasıl döşenebileceği hayatî meselesi üzerinde kafa patlatmamız gerekirken, İslâm'ın kurucu kaynaklarını tartışmaya açmak, tek kelimeyle, intihardır!
Aklımızı başımıza devşirelim lütfen!