Özbekistan seyahatimiz sürüyor...
Önce Taşkent'i gezdik.
Özbekistan Millî Üniversitesi'nde Türkiye'den gelen ilim ve fikir erbabıyla Özbekistanlı ilim ve fikir erbabının Özbekistanlıların deyişiyle “aklî hücum” gerçekleştirdikleri sempozyumumuzu yaptık.
Bu sempozyumun gerçekleştirilmesinde ADAM'ın babası Sabahattin Zaim Üniversitesi'nin rektörü Mehmet Bulut Hoca'nın medeniyet iddiasına sahip biri olmasıyla Özbekistan Millî Üniversitesi Rektörü Avazcan Maraximov Hoca'nın Özbekistan başta olmak üzere bu toprakların taşıdığı ruhun farkında olmaları önemli rol oynadı.
GASPIRALI'NIN MEDENİYET RÜYASI VE SOVYET SİLİNDİRİ!
Avazcan Hoca gibi bu toprakların taşıdığı ruhun ve bu ruhun dün ve bugün ne anlam ifade ettiğinin farkında olan pek az insan var.
Sorun bu. Temel sorunumuz bu.
Gerek Özbekistan'a yaptığımız bu ziyaretin gerekse iki yıl önce Kazakistan ve Kırgızistan'a aynı amaçla yaptığımız ziyaretlerin gösterdiği ürpertici gerçek bu!
Yaklaşık bir asır önce Gaspıralı, bu medeniyet bilincini “dilde, fikirde, iş'de birlik” olarak özlü bir şekilde formüle etmişti.
Nedir bu birlik? Müşterek bir medeniyet yolculuğunun teorik ve pratik yol haritasıdır aslında.
Fakat bugün aradan bir asır geçmesine rağmen bu birlikten ve müşterek medeniyet yolculuğundan eser bile yok, ne yazık ki.
Devâsâ bir “silindir” geçti Türk dünyasının üzerinden çünkü...
Türk dünyasının ruhunu yok olmanın eşiğine sürükleyen, hayat-dünyasını yerle bir eden, zihin dünyasını ve anlam haritalarını tarumar eden Sovyet komünizmi silindiri!
MANKURTLAŞMA VE TÜRKLERİN ENDÜLÜS FELÂKETİ
İki asırdır iliklerimize kadar yaşadığımız, Müslüman Zihni'nin, Müslümanca Yaşama Zemini'nin ve Müslüman Zamanı'nın yok olmasıyla sonuçlanan ikinci büyük medeniyet krizi, kaçınılmaz olarak Osmanlı'nın durdurulması, Müslüman Hindistan'ın, Arap ve Türk dünyalarının parçalanmalarıyla sonuçlandı.
İslâm dünyasının yaşadığı bu ikinci büyük medeniyet krizinden en fazla etkilenen, Türkiye de dâhil Türk dünyası oldu: Türkler, İslâm'ı yitirme / Endülüs'lerini yaşama tehlikesiyle karşı karşıya kaldılar! Türklerin Müslüman olmalarından sonra sadece İslâm tarihinin değil dünya tarihinin akışını değiştiren büyük bir medeniyet atılımı gerçekleştirdikleri bin yıllık tarihlerinde yaşadıkları en büyük felâket buydu: İslâm'ın kaybedilmesi tehlikesi!
İslâm'ı kaybettikleri zaman bir daha dünya tarihini yapacak bir dünya-tarihsel atılım gerçekleştirebilmeleri imkânsızlaşacaktır Türklerin.
Dahası, İslâm'ı kaybettikleri zaman kendi münferit varlıklarını koruyabilmeleri de imkânsızlaşacaktır.
Türkler, İslâm'ı kaybettikleri an önce mankurtlaşacaklar sonra da yutulacak ve yok olacaklar -tıpkı Macarlar ve Bulgarlar gibi.
Türkiye de dâhil Türklerin İslâm'ı kaybetme (genç kuşakların hızla İslâmî aidiyet biçimlerini, müslüman tahayyüllerini yitirme) tehlikesiyle karşı karşıya kalmaları nedeniyle yaşadıkları mankurtlaşma sorunu, en temel ontolojik / varoluşsal sorunu Türk dünyasının!
ASYA'NIN İÇLERİNDEN AVRUPA'NIN İÇLERİNE YÜRÜYEN BÜYÜK MEDENİYET ATILIMI
Düşünsenize... Bin yıl önce Müslümanlıkla tanıştığınızda, İslâm'ı öylesine içtenlikle, öylesine diriltici, öylesine kanatlandırıcı bir ruhla ve öylesine derinlemesine benimsiyor ve özümsüyorsunuz ki, hem İslâm tarihinin kaderini hem de dünya tarihinin akışını değiştiren büyük bir medeniyet atılımına dönüşüyor bu.
Türkistan ve Horasan havzalarında gerçekleştirilen bu Maveraünnehir Medeniyet Atılımı, fazla değil bir iki asır içinde Avrupa'nın ve Afrika'nın içlerine kadar uzanan bir aydınlanma gerçekleştiriyor.
İlim / Bilme, İrfan / Bulma ve Hikmet / Olma güzergâhlarında aynı anda gerçekleştirilen, aşılamamış, anlaşılamamış, anlaşılamadığı için aşılamadığı da anlaşılamamış muazzam bir medeniyet atılımı bu.
Bugün postmodern zihin ve varoluş sorunlarını da kökten halledecek kadar derinlikli, herkese hayat hakkı tanıyan, bütün bilme biçimlerinin hepsini de içselleştiren, kendine maleden ve yeniden üretebilen tek cihanşümûl, üniversal medeniyet tecrübesi bu.
TÜRKLERİN ENDÜLÜS'ÜNÜ DURDURMAK İÇİN...
Ortada bu kadar muazzam ve muazzez bir medeniyet tecrübesi var. Türkler bu devasa hazinenin üstünde oturuyorlar ama nasıl bir hazinenin üstünde oturduklarını bile bilemeyecek kadar kendi Endülüs'lerini yaşıyorlar!
Bu topraklarda ilk yapılacak iş kendi Endülüs'lerini farketmet, durdurmak üzerinde tepe tepe oturdukları bu evrensel hazineyi yeniden keşfederek, taze bir ruhla insanlığa sunmak!
Özbekistan'da sözkonusu sempozyumda bu hayatî meseleyi bütün boyutlarıyla -belki de ilk defa- biz konuştuk Özbekistanlı ilim ve fikir erbabı kardeşlerimizle.
Ruhköklerimize, anayurdumuza yaptığımız yolculuktan izlenimlerimi, ziyaret ettiğimiz kurucu şahsiyetlerin mekanlarını, hissettiklerimizi, düşündüklerimizi sizlerle paylaşmayı sürdüreceğim.
Bugün Semarkand'dayız; yarın Buhara'da olacağız nasipse...
Ruhköklerimizi kuran mayamızı karan kurucu şahsiyetlerimize dua ve selâmlarınızı ileteceğim, bunu da bilmiş olun.
Vesselâm.