Arşivlerimizin kamyonlara doldurulup Bulgaristan'a satıldığı günlerden bugünlere geldi bu ülke.
Müziğinin, ezanının, alfabesinin yasaklandığı, dilinin İslâmî kurucu-köklerinden koparıldığı bir ülkenin çocuklarıyız.
Sömürgecilerin yapmaya bile cesaret edemeyecekleri bir kendi-kendini sömürgeleştirme (=ruh köklerini kurutma, tarih bilincini delik deşik etme) cinayeti yaşandı bu ülkede.
DİLDE ÇİFTE CİNAYET!
Bir ülkenin müziği, ruh köklerinin en derin, en rafine şifrelerini sunar. Müziğini yitiren bir toplumun, duyargaları körleşir, dünyanın farklı kültürlerinin dünyalarına nüfûz edebilme melekeleri buharlaşır.
Ezan, bu toplumun, birliğinin, dirliğinin, kardeşliğinin en güçlü, en kalıcı sembolüdür.
Alfabe, idrak ve düşünme biçimlerinizin gramerini sunar size.
Türkçe, dilimiz, dil devrimiyle birlikte, Türkçe'yi Türkçe yapan yegâne kaynağıyla, Kur'ân Arapçası'yla irtibatlarını yitirdi; ruhsuz, köksüz, soysuz, semantiği, sentaksı delik deşik edilen bir kabile diline dönüştürüldü.
Bir toplumun başına gelebilecek en büyük felâket, medeniyet kurucu ve koruyucu dilini yitirmesidir.
Alfabenin değiştirilmesi, dilin bedenini / lafzını yitirmesiyle; Dil Devrimi ise dilimize medeniyet dili özelliği kazandıran ruhunu / anlam dünyasını kaybetmesiyle sonuçlandı.
MEDENİYET KURUCU VE KORUYUCU DİLLER: GREKÇE, LATİNCE VE OSMANLICA
Osmanlı Türkçesi, hem Arapça, Farsça gibi İslâm dillerinden hem de Latince, Grekçe, Fransızca, Almanca, Balkan dilleri gibi Batı dillerinden beslenen ama kendine özgü bir sentaksa, semantiğe, ilim, fikir, sanat vokabülerine sahip dünyanın en zengin, en derinlikli dillerinin başında geliyor.
Kur'ân Arapçasının ruhunu oluşturduğu, dünyanın belli başlı kökdillerine, medeniyet kurucu dillerine açılabilen, temasa geçtiği bütün dilleri kendisine malederek Balkanlar'dan Türk dünyasına, Kuzey Afrika'dan Arap dünyasına kadar dünyanın en güçlü medeniyet dillerinden biri olmayı başaran hatta bütün bu coğrafyaların zamanla lingua franca'sı (ortak dil'i) olabilecek yegâne dil, Osmanlı Türkçesi'dir.
Bizim Osmanlı Türkçesi'ni dünyanın düşünce, bilim, sanat, ahlâk ve siyaset dünyasının ufkuna taşımak gibi bir yükümlülüğümüz var. Dil devrimiyle birlikte kısırlaştırılan, ruh kökleri kurutulan, köksüz, ruhsuz bir kabile diline dönüştürülen Türkçe'nin Osmanlı Türkçesi'nde yeniden köklendiği zaman, yarım asırda hem tefekkür dünyamızın, muhayyilemizin nasıl genişleyeceğini, idrak, ifade ve tasavvur kudretinin nasıl muazzam ufuklara açılabileceğini göreceğiz.
İngilizce'nin, Fransızca'nın, Almanca'nın kök dili, Grekçe ve Latincedir. Siz bu dillerden Grekçe ve Latinceyi çeki çıkardığınızda, ortada hiç bir şey kalmaz.
Osmanlı Türkçesi, İslâm tefekkürünün ve Batı tahayyülünün zirvelerinde gezinmemize imkân tanıyacak kadar kapsamlı, kuşatıcı ve zengin bir dildir. Bizim hem Batı dünyasını hem de Doğu dünyasını yeniden sulamamızı, beklemememizi sağlayabilecek çapta bir medeniyet dilidir.
Geleceğin dünyasının inşasında Türkiye kurucu bir rol oynayacaksa bu ancak güçlü, başka medeniyetlere ve dünyalara açılabilmemizi mümkün kılabilecek bir medeniyet diline sahip olabilmemizle imkân dâhiline girebilir. Kabile diline dönüştürülen, İslâm'dan arındırılmış köksüz ve ruhsuz Türkçeyle bırakınız güçlü bir medeniyet atılımının gramerini çıkarmayı, dünyanın birikimini bile aktaramayız bu topraklara.
“Düşünmek” kelimesini düşünün... Kur'ân Arapçası'ndan beslenen Osmanlı Türkçesi'nde yirmi civarında kök-kavram, 50 civarında da yan-kavram vardır. Tefekkür, teemmül, tefakkuh, teakkul, tezekkür, tefehhüm, temessül gibi muazzam kavramlarla düşünmeye başladığınızı düşünün; ufkunuzun ne kadar açılacağını, zihin dünyanızın nasıl kanatlanacağını göreceksiniz.
OSMANLI ARŞİVLERİ KAPATILMAK YERİNE GÜÇLENDİRİLMELİ...
Osmanlı Türkçesi olmadan bu ülkede güçlü düşünce dünyası inşa edemeyiz.
Osmanlı Arşivleri olmadan da tarih bilincine ulaşacak, medeniyet dinamiklerimizi, dünyamızı idrak edecek, yeniden inşa edecek kapıları açamayız.
Osmanlı Arşivleri kapatıldı.
Cumhurbaşkanlığına bağlı devlet arşivlerine bağlandı.
Özal döneminden itibaren onca çileyle yetişen, özveriyle çalışan, performans sistemiyle çalışmaları denetlenen Osmanlı Arşivleri'nin yetişmiş uzmanları oraya buraya dağıtıldı!
Osmanlı Arşivleri'nin kapatmak, bizim işimiz olabilir mi? Bu nasıl bir cinayettir!
Bunun hiç bir izahı olamaz!
Osmanlı Arşivleri sadece tarihimizin yazılması açısından değil, medeniyet dünyamızın anlam ve ruh haritasının çıkarılması açısından da kilit ve vazgeçilmez bir kurumdur.
Halil İnalcık Hoca, araştırmalarının epey bir bölüğünü Osmanlı Arşivleri'nde yapmıştı. İnalcık Hoca'nın kitaplarına bakıp kaynak izi sürecek bir araştırmacı, en önemli kaynağın, Osmanlı Arşivleri'nin yerinde yeller estiğini öğrenince ne yapacak şimdi?!
Osmanlı Arşivleri, sadece tarih araştırmaları açısından değil, geleceğimizin inşası açısından da tarihî, öncü roller üstlenecek bir kurumdur.
Bırakınız lağvedilmesini, genişletilmesi, daha büyük ölçekli küresel kurumların, dergilerin, enstitülerin hatta üniversitelerin kurulmasına önayak olması beklenen en küresel, en derinlikli, en saygın kurumlarımızın başında geliyordu Osmanlı Arşivleri.
Osmanlıca uzmanları, en çetrefilli metinlerden, öğrenilmesi on yıllar alan fermanların, anlaşmaların okunmasına kadar büyük tarihî vesikaları okuyup analiz edecek, sentezleyecek, tarihi yeniden yazacak, büyük tarihî buluşlara öncülük edecek çilekeş ilim adamlarıdır. Bu insanların oraya buraya dağıtılması, Osmanlı Arşivleri'nin sözünü ettiğim anlamda büyütülmesi gerekirken kapısına kilit vurulması kabul edilemez!
Yazıyı, İnalcık Hoca'nın bir tespitiyle bitiriyorum: “Osmanlı tarihi bilinmeden, dünya tarihi yazılamaz.”
Bu yanlıştan derhal dönüleceğini ummak istiyorum.
Bu bir cinayettir; adında “Osmanlı” ibaresi bulunan tek kurum olan Osmanlı Arşivleri'ni kapatmak gibi bir cinayete biz nasıl imza atarız?!
Olacak iş değil!