Müslümanlar, modernlikle yüzleşmeden ve hesaplaşmadan, postmodernliğe yakalandılar, demiştim.
Sadece Müslümanlar değil, Batı dışındaki bütün dünya için de geçerli bu yakıcı sorun.
Arada bir fark var: Batı dışındaki dünyanın çocukları, -Çin, Hint, Japon, Latin Amerika-, Batı uygarlığının fiilî ve zihnî saldırısına teslim oldular.
Ama Müslümanlar teslim olmadılar.
Olmadılar; çünkü “her imtihan bir imkândır” demiştim.
O yüzden Müslümanlar, iki asır boyunca ortaya koydukları direnişle, Batı uygarlığının teorik ve pratik saldırılarına aslâ teslim olmayacaklarını, yeniden toparlanabileceklerini ispatladılar.
İşte bu nedenle İslâm dünyasının üzerine “çullanıyor” Batılılar.
BİLİMİ, TEKNOLOJİYİ DEĞİL, KENDİMİZİ KAYBETTİK BİZ ASIL!
“İslâm'ın güncelleştirilmesi” tartışmasının, Batı'da, öncelikle akademide, İslâm'ın reforme edilmesi, bunun yolunun da İslâm'ın protestanize edilmesi, sekülerleştirilmesi projesinde karşımıza çıktığını bilelim. Bu konuyu dünkü yazımda yazdım.
Buradan gidersek, hiçbir mesafe katedemeyiz. Buradan çıkmalı, kendi meselelerimizi kendi bakış açılarımızla mercek altına almalıyız.
Üzerinde yoğunlaşmamız gereken asıl meselemiz, Müslümanların direniş, diriliş ve varoluş yolculuğudur...
Bu yolculukta mesafe katedebilmemiz için hem dünyanın hem coğrafyamızın hem de ülkemizin karşı karşıya kaldığı temel felsefî / varoluşsal sorunları enlemesine ve boylamasına çok iyi kavramamız gerekiyor.
Batı uygarlığı, bilimle, teknolojiyle büyük bir güç elde etti. Ama Tanrı fikrini, hakikat fikrini kaybetti; tabiatı delik deşik etti; dünyayı yaşanılamaz bir yere çevirdi...
Yanlış sorular soruyoruz: Diyoruz ki, Batı bilimini, teknolojisini neden kaybettik, takip edemedik.
Asıl soru/n şu: Biz, kendimizi kaybettik.
Kendi olamayan, kendini tanıyamayan toplumlar, başkalarını nasıl tanıyabilir ki?
Önce yaşadığımız temel ontolojik sorunu tespit edelim, başımıza ne geldiğini görelim; sonra kendimize gelme ve bütün dünyalara açılma mücadelesi veririz biz.
Sorunumuz şu: İslâm dünyası, tarihinin ikinci büyük medeniyet krizini yaşıyor.
Yaşadığımız bu ikinci medeniyet krizi üç alanda tezahür ediyor:
Birincisi, Müslüman zihni'nin, Müslümanca duyma, düşünme biçimlerinin melekelerinin yitirilmesi.
İkincisi, Müslümanca yaşama zemin'inin yerle bir olması.
Üçüncüsü, çağa İslâm'ın diriltici soluğunu nakşeden Müslüman zamanı'nın (zeitgeist'ın) yok olması.
ÇAĞ DIŞINDAYIZ; ÇAĞRI'NIN ÇAĞINI KURMASINI SAĞLAYACAK BİR YOLCULUĞA SOYUNMALIYIZ...
Medeniyet buhranını anlama, anlamlandırma ve aşma konusunda yapacağımız zorlu ve verimli yolculukta zihnimizi açacak birbiriyle irtibatlı üç cümle kurayım:
Çağı tanıyamazsanız, tanımlanırsınız. Tanıyamadığınız bir çağı değiştirme iddiasında bulunamazsınız.
Kendi dünyanızı başkalarının kavramlarıyla, başkalarının bakış açılarıyla kuramazsınız.
Bütün insanlığı ilgilendirecek evrensel cümleler kurmak zorundayız.
Bu üç cümlenin de karşılığı yok bu ülkede.
Çağı tanımıyoruz; o yüzden sürekli tanımlanıyoruz. Ama bunun farkında bile değiliz.
Kendimizi de tanımıyoruz. Kendimizi de başkalarının kavramlarıyla, başkalarının bakış açılarıyla tanımlıyoruz sürekli olarak. Ama bunun da pek farkında değiliz.
Dolayısıyla kendimizi de, çağı da tanıyamadığımız için bütün insanlığı ilgilendirecek evrensel cümleler kuramıyoruz doğal olarak.
Bunlar yakıcı gerçekler.
Çağın dışında yaşadığımızın, bu çağa bir şeyler söyleyebilecek durumda, konumda, donanımda olmadığımızın farkına varmalıyız öncelikle.
Bizim entelijansiyamız, çağı da, çağın temel felsefî sorunlarını da, insanlığın başına açtığı ontolojik felâketleri de tanımadıkları için İslâm'ı çağa uyduruyorlar...
Tam bir eziklik psikolojisiyle, yenilgi psikolojiyle, yamama/ yamanma psikolojisiyle hareket ediyorlar.
O yüzden Çağ'a da, İslâm'a da nüfûz edemiyoruz.
O yüzden Çağı da, İslâm'ı da hakkıyla tanıyamıyoruz.
O yüzden Çağ konusunda da, derinlikli bir bilince, donanıma sahip değiliz; İslâm'ın, İslâm dünyasının yaşadığı temel varoluşsal sorunlar konusunda da.
Müslüman zihni'n çöktüğü, Müslümanca düşünme melekelerini yitirdiğimiz, seküler zihnin, zihnimizi felç ettiği bir süreçte, İslâm'ın güncellenmesinden sözetmek İslâm'ı tahriple ve tahrifle sonuçlanır.
İslâm'ın değil, bizim güncellenmeye ihtiyacımız var. Kendimize gelmeye ve çağ'a rengimizi vermeye, diriltici bir ruh üflemeye...
Şu sorunun cevabını verelim önce: Kim, hangi meşrû/ şer'î otorite, hangi zihinle İslâm'ı güncelleyecek?
Çağı tanımadan, İslâm'a seküler/ modernist bir zihinle yaklaşarak Müslümanların da, insanlığın da karşı karşıya kaldığı sorunları tanıyabilmek de, tanımlayabilmek de, çözebilmek de çok zor.
Kaldı ki, basit, yapay, sahte sorunlarla uğraşarak İslâm'ı tecdit edemeyiz.
10 YILDA YÜZ YILIN TOHUMLARINI EKECEK BİR TECDİT HAREKETİ ŞART!
Müslümanların bir varoluş sorunları var: Yaşadığımız, zihnimizi felç eden, dünyamızı yok eden, zaman'a/ çağ'a İslâm'ın diriltici soluğunu nakşedebilmemizi imkânsızlaştıran, bizi çağın duyma, düşünme ve yaşama biçimlerine hapseden iki asırlık medeniyet buhranının nereden kaynaklandığını, temel sorunlarını ve bu buhranı nasıl aşabileceğimiz meselesi üzerinde kafa yormalıyız.
Asıl tecdit, Müslümanların da, insanlığın da önünü açacak fikrî, zihnî bir atılım gerçekleştirebilmekle ve uzun soluklu bir medeniyet fikrinin yapı taşlarını döşeyebilmekle olabilir.
Erdoğan asıl bu yakıcı meseleyi görmeli, bizim önümüzü açacak, çağrısı çağını kuracak öncü kuşakları yetiştirmemizi mümkün kılacak bir eğitim sisteminin geliştirilmesi, fikir, sanat ve kültür hayatının inşa edilmesi gibi geleceği getirecek hayatî meselelerle ilgilenmeli; bu meseleleri devlet içinde ve devletin dışında nasıl halledebileceğimiz hayatî meselesini gündemine almalı, her zaman söylediğim gibi- 10 yılda 100 yılın tohumlarını ekecek büyük adımlar atmalı -daha fazla geç olmadan.
Batı'yı da, kendini de tanımayan, o yüzden sürekli tanımlandığının da, zihninin çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüştüğünün de farkında olmayan, Batılı perspektiflerle bizim meselelerimize -şaşı- bakan mevcut akademik kadrolarla İslâm'ın tecdit edilmesi, fikrî atılım yapabilmesi çok zor.
Özetle: Tecdit, geleceğimizi inşa edecek öncü kuşakları yetiştirecek kurumların inşasında ve önümüzü açacak köklü bir medeniyet fikrinin geliştirilmesi meselesinde karşımıza çıkıyor.
Yapay, basit meselelerde değil, köklü, temel, varoluşsal meselelerde tecdit konusu söz konusu edildiği zaman zihnimiz de, önümüz de açılacaktır...
Belki bu tartışma, bu noktaya kayarsa, çok hayırlı olacaktır.
Vesselâm.