Papa Francis, Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) daveti üzerine Abu Dabi'de bir stadyumda âyin yönetti; El-Ezher Şeyhi başta olmak üzere, Mısır ve bazı Körfez ülkelerinin yöneticileriyle ürpertici pozlar verdi, ilginç görüşmeler gerçekleştirdi.
Arap yöneticilerin Papa'nın önünde kelimenin tam anlamıyla el pençe divan durarak Papa'yla zelil verdikleri fotoğraf, başta Arap dünyası olmak üzere bütün İslâm dünyasında tepkilere yol açtı doğal olarak.
Tartışılması gereken daha hayâtî meseleler var burada: Papa, neden Körfez ülkelerini ziyaret etti? Neler konuşuldu? Papa'nın ziyareti ne anlam ifade ediyor? Papa, ne yapmak istiyor? Belki de asıl önemli soru şu: Papa'yı Körfez'e davet eden Arap yöneticiler ve sözümona “âlimler” neyin peşindeler?
Önemli sorular bunlar.
İZZETİ BAŞKA YERDE ARAMAK, ZİLLETE DÛÇAR OLMAKTIR
Papa'nın bu ziyaretiyle ilgili önceki Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Görmez Hocamız, Akşam gazetesine üzerinde durulması gereken dikkate değer açıklamalar yaptı. Görmez Hoca'nın açıklamalarından bir pasajı buraya alıp üzerinde konuşmak istiyorum.
Şöyle diyor Görmez Hoca:
“Abu Dabi merkezli, dünyada İslam'ı temsil iddiasıyla kurulan yeni bir uluslararası dini yapı ile karşı karşıyayız. Mısır ve El-Ezher, Suud ve Rabıta, BAE'de mukim bazı ilim adamları bir araya gelerek ‘Meclisü'l Hukemail-Muslimin' (Müslüman Hikmetli Şahsiyetler Meclisi) diye bir meclis kurdular. İçlerinde bazı değerli şahsiyetler de var. Ancak bu zevatın hikmeti, hatta izzeti başka yerlerde aramasının sebebini anlamış değilim. Zira önce Londra'da Anglikan Kilisesiyle bir işbirliği yaptılar. Sonra Dünya Kiliseler Birliği ile bir anlaşma yaptılar. Yine Londra'da Barış Yapan Gençler Meclisi diye bir meclis kurdular. Şimdi de Papa'yı davet ettiler. Bütün bunlar altmışlı, yetmişli yılların teopolitik dünyasında bir yer bulabiliyordu. Ancak artık insanlar bu gibi gösterilere doydu. Bu tür suni yapılanmalar İslam dinini, İslam dünyasını ve İslam alimlerini temsil edemez...”
Görmez Hoca'nın dikkat çektiği konu başlıklarının üzerinde ayrı ayrı durmak gerekiyor aslında.
Ama sanırım meselenin püf noktası, izzet meselesi. İzzetin, Vatikan'ın, küresel sistemin lordlarının önünde diz çökerek aranması, zilletin tâ kendisidir. Bunu söylemek bile gerekmiyor.
ARAPLAR İÇİN YÜZKARASI BİR FOTOĞRAF!
Sadece bu fotoğraf bile Araplar için yüzkarasıdır. Öncelikle Arap dünyasındaki kardeşlerimizin çileden çıkması için kâfîdir!
Bu zillet hâl-i pür melâli noktasına nasıl gelindi, peki?
Ve bu hâl, neyin nesi, neyin sesi, nelerin işareti?
Batılı emperyalistler, sömürgecilik tecrübesiyle İslâm dünyasını fiilen işgal ettiler, haritaları yeniden çizdiler, özellikle de Osmanlı'nın çökertilmesinden sonra Arap dünyasını paramparça ettiler!
İslâm dünyasının durdurulması gerekiyordu: Batılıların emperyalist güçlerin önünde takoz gibi duruyordu İslâm dünyası. Kafkaslardan Afrika'nın içlerine kadar sömürgeci emperyalistlere yalnızca İslâm dünyası direnmişti.
Batılılar, postkolonyal süreçte, geliştirdikleri jeo-politikle İslâm dünyasına diz çöktürdüler; İslâm dünyasının başına kukla yöneticiler diktiler! Doğal kaynaklarını talan ettiler!
Bu jeo-politik strateji, Osmanlı'nın çökertilmesi, Müslüman Hindistan'ın yok edilmesi ve Arap dünyasının parçalanmasıyla hedefine ulaştı. Böylelikle tarih yapan bir aktör olarak İslâm medeniyeti tarihten uzaklaştırılmış oldu.
TEO-POLİTİK'TEN JEO-POLİTİK ÜRETMEK VE İSLÂM'I DÖNÜŞTÜRMEK!
Ama asıl hedef, İslâm dünyasının fiilen kontrol altına alınması değildi; asıl hedef, tıpkı Konfüçyanizm, Budizm, Taoizm, Şintoizm gibi İslâm'ın dönüştürülmesi, fosilleştirilmesi, hayattan uzaklaştırılarak ruhunun, dinamizminin yok edilmesiydi.
Bunun için de jeo-politik stratejiyle eş zamanlı olarak teo-politik bir strateji devreye girdirilmişti iki asırdır...
Teo-politik stratejinin iki ayağı vardı: İki zıt paralel din icat ederek, bu kez Müslümanları İslâm'dan uzaklaştırmayı amaçlıyorlardı.
Birinci teo-politik strateji, Vehhâbîliği kullanarak neo-selefî (gerçekte, selefsiz yani köksüz) bir hârîcî mantığı geliştirmek ve böylelikle terörle, şiddetle özdeşleştirilen sahte bir İslâm icat etmekti: Birinci paralel din buydu.
Bunu başardılar büyük ölçüde.
Ardından ikinci teo-politik stratejiyi devreye soktular: Hindistan'da Kadiyanilikle başlayan ve FETÖ'yle zirveye ulaşan İslâm'ı hayattan uzaklaştırmayı, bireysel bir inanç meselesine indirgemeyi amaçlayan İslâm'ı Protestanlaştırma Projesi'ydi bu! İkinci paralel din de buydu!
FETÖ'nün Türkiye'de çökertilmesi, küresel sistemin lordlarını yeni arayışlara itti ve aradıklarını Körfez ülkelerinde buldular. BAE Emiri Zayed ile Suud Prensi Selman'a havale ettiler bu projeyi!
Papa'nın Abu Dabi ziyareti, işte bu projeyi, işin içine El-Ezher'i de katarak bütün Arap dünyasına yayma kaygısı güden teo-politik bir stratejidir.
İslâm'ı dönüştürerek fosilleştiremeyen emperyalistler, İslâm'ı Protestanlaştırma projesiyle dönüştürerek fosilleştirmeyi düşünüyorlar!
Bu projeyi de yine aynı adamlara havale ediyorlar: Dün, neo-selefî akımların kaynağını oluşturan Vehhâbîler, şimdi de İslâm'ı Protestanlaştırma projesini uygulayacaklar adım adım...
Bu süreçte karşılarındaki en büyük rakibin, İslâm dünyasını yaklaşık çeyrek asırlık bir silkinme ve cehdle bin yıl önce olduğu gibi toparlayacak, ayağa kaldıracak ve yeniden insanlığın önünü açacak bir medeniyet yürüyüşüne öncülük edecek tek ülkenin Türkiye olduğunu çok iyi biliyorlar ve o yüzden Türkiye'ye karşı Batılı emperyalistlerin kölesi zelil bir Arap cehpesi inşa etmeye çalışıyorlar...
Eğer kendimize çeki düzen verebilirsek, düşünce, kültür ve sanatta yeni bir medeniyet fikrini genç kuşaklarımıza kazandırabilirsek, dün olduğu gibi yarın da tarihin akışını biz, bu toprakların insanları olarak hepimiz şekillendirebiliriz yeniden...
Vesselâm.