Yaşadığımız büyük paradoks şu: İslâm, küresel sistem tarafından dönüştürülemedi; ama Müslümanlar, küreselleşen izâfîleştirici, ayartıcı seküler postmodern kültür tarafından dönüştürülüyor hızla...
Müslümanlar, sekülerleşerek, konformistleşerek İslâmî duyarlıklarını yitirdikçe ve dönüştükçe, İslâm'ın protestanlaştırılması, sahte, paralel dinlerin icat edilmesi, meşrulaştırılması gibi tehlikeli bir süreç var önümüzde.
MÜSLÜMAN, BULUNDUĞU YERİN ŞEKLİNİ ALAN DEĞİL, BULUNDUĞU YERE ŞEKLİNİ VEREN KİŞİDİR
Müslüman, bulunduğu yerin şeklini alan kişi değil, bulunduğu yere şeklini veren kişidir.
Hep böyle olageldi...
İslâm'ın doğduğu ve yayıldığı zamanlardan yakın zamanlara kadar yaşanan bir gerçektir bu: Tüccarların ticarî faaliyetler için gittiği yerlerde, doğuşunun ilk yarım asrında İslâm hızla yayılmaya başladı, Doğu'da Hindistan ve Çin'den, Batı'da İspanya ve Portekiz'e kadar bütün küre çapında...
İlk yarım asırda tüccarların ticarî faaliyetleri sırasında sergiledikleri yüksek ahlâk, fazilet, adalet, hak-hukuk, infak, dayanışma, kanaatkârlık, fedakârlık, paranın değil sembolik sermayenin yani araçların değil amaçların öncelenmesi, bir yandan İslâm'ın hızla yayılmasını sağladı, öte yandan da farklı kültürlerle, coğrafyalarla, düşüncelerle, inançlarla besleyici bir temasın, alış-verişin gelişmesine imkân tanıdı.
Müslüman olarak sınırları aşınca, ufukları açıldı, müslümanlar umut kaynağı oldu insanlığın ilk bir asırlık süreçte.
ÜLKESİZLEŞEN VE İLKESİZLEŞEN ZİHİN, KÜLTÜR VE EKONOMİ
Bugüne gelelim.
Özellikle üçüncü ve dördüncü endüstri devrimleriyle birlikte, teknoloji küreselleşti ve dünyanın küreselleşmesinin temellerini inşa etti.
Ve sınırlar ortadan kalkmaya başladı.
Türkiye'de de entelektüel, kültürel, ekonomik sınırlar aşıldı ve ortadan kalkma eğilimi gösterdi.
Sonuçta, ekonomi de, kültür de ülkesizleşti ve varolduğu toprakların dokusuyla ve ruhuyla varoluşsal bağlarını yitirdi, küresel sistemin, güç odaklarının çıkarlarını koruyacak, pekiştirecek kadar ilkesizleşti.
Ülkesizleşme ve ilkesizleşme yalnızca ekonomiyle ve kültürle sınırlı değildi elbette.
Önce zihnî / entelektüel bir ülkesizleşme ve ilkesizleşme, yersizleşme / yurtsuzlaşma yaşandı: Zihnî bir metamorfoz yedik, celladına âşık bir zihnî dünya ve entelijansiya icat ettik bu ülkede...
Batı, Türkiye'de olduğu kadar mitleştirilmedi, kutsanmadı dünyanın hiç bir yerinde.
Batılı değerlerin “evrenselliği”, Batı'da nerdeyse yüzyıldır kıyasıya sorgulanırken, dışardan sömürgeleştirilemeyen ama içerden kendi-kendini sömürgeleştirilen Türkiye'de tartışmasız kabul ediliyor ve kutsanıyor hâlâ!
Eğer zihnimiz ülkesizleşmeseydi, Batı'ya açılmak, ufkun genişlemesiyle sonuçlanabilirdi; zihnin ülkesizleşmesi, yerini, dilini ve yönünü yitirmesine yol açacaktı ve böylelikle mitleştirilen Batı, dilsizleşen Türk entelijansiyasının dili, yersizleşen Türk etelijansiyasının yeri, yönünü yitiren Türk entelijansiyasının yönü olup çıkıvermişti.
Jean Baudrillard'ın yerinde ifadesiyle, “kimliğini yitiren bir toplum, kendisine yeni bir imaj edinir,” tespitinin gerçeğe dönüşmesiydi bu.
BATI'YA AÇILMAK, BATI'YA KAPATILMAKLA SONUÇLANDI
Batı'ya açılmak, lokal sınırların aşılması, küresel ölçekler kazanması ve başka dünyalara ulaşılması, Gadamer'in deyişiyle “ufukların buluşması” gibi bir zenginleşme ve derinleşmeyle sonuçlanmadı, sonuçlanmazdı da.
Aksine Batı'ya açılmak, Batı'ya kapatılmakla sonuçlandı.
Zihnin ülkesizleşmesi, varlık nedenini, yerini terketmesiyle, iddialarını yitirmesiyle, açılmanın kapatılmaya, zihnî körleşmeye dönüşmesi gibi bir ilkesizliğin (=dilsizleşmenin, yersiz-yurtsuzlaşmanın, yön ve yörünge yitiminin) neşvünemâ bulmasıyla sonuçlandı.
Oysa tarihte müslümanların geliştirdikleri tarihin tanık olduğu ilk küreselleşme tecrübesinde, İslâm medeniyetinin başka medeniyetlerden, başka medeniyetlerin de İslâm medeniyetinden imajinatif şekillerde beslenebildikleri verimli bir vasat ve bunun vasıtaları inşa edilmişti.
İslâm medeniyeti, iki asırdır, ikinci büyük varoluşsal bunalımını yaşadığı için, küreselleşme süreci, müslümanların ufuklarının genişlemesine değil, zihinlerinin, kültürlerinin, ekonomilerinin ülkesizleşmesine, ilkesizleşmesine, dolayısıyla İslâmî duyarlıklarının hızla aşınmasına yol açıyor...
DİRENİŞ VE DİRİLİŞ RUHUYLA DONANMAK...
Modernleşme, küre ölçeğindeki ilk ülkesizleştirme, ilkesizleştirme ve ruhsuzlaştırma tecrübesidir.
Küreselleşme ise, ülkesizleşme, ilkesizleşme ve ruhsuzlaşmanın izafîleştirici, ayartıcı nitelikler kazanarak postmodern şekillerde gerçekleşmesine neden oluyor...
Batılılar, insanı, insanın kurdu olarak gördüler; bugün de öyle görüyorlar hâlâ.
Bizde insan insanın kurdu değil, umudu, ufku ve yurdudur; dün böyleydi bu, yarın da böyle olacak inşallah.
Bunun olabilmesi için, müslümanların, sistemin dönüştürdüğü ülkesiz / yurtsuz ve ilkesiz / ruhsuz kitleler olmaktan kurtulup, bu ülkeye, sisteme ve dünyaya ruh üfleyecek, dolayısıyla sistemi dönüştürecek köklü ve güçlü bir direniş ve diriliş ruhuyla donanmakzorundalar.
Direniş ve diriliş ruhu, dünkü yazımda da dikkat çektiğim gibi, dikey ve yatay eksenlerde gerçekleştirilecek oluş ve varoluş yolcuğuna çıkmaktan, bunun yolu da, hem bizim hem insanlığın önünü açacak öncü insanlar yetiştirmekten ve bu öncüleri çıkaracak örnek bir müslüman toplum inşa etmekten geçiyor yeniden, taze bir ruhla.
Zorlu bir yolculuk bizi bekliyor. Vesselâm.