Dünya küreselleşti. Küreselleşme süreci 1970'lerde ABD'de, 1980'lerde Avrupa'da, 2000'li yıllarda da bütün dünyada hissedilmeye, yaşanmaya başlandı.
Küreselleşme, sınırları ortadan kaldırdı; bu doğru. Ama öte yandan da ekonomik, kültürel ve entelektüel sınırların ortadan kalkması, beklenebileceği gibi, insanın, insanlığın ufkunu genişletmedi.
Aksine, berbat bir ufuk daralmasına yol açtı.
Özellikle ABD'de üretilen tek tip bir kültüre mahkûm ve mahpus etti bütün insanlığı.
Dünyayı tektipleştirdi, bütün farklılıkları düzleştirdi, yerle bir etti.
ABD'de, Los Angeles'ta üretilen film, müzik ve dijital kültür, ânında bütün dünyanın kültürüne dönüştü.
Ancak bu kültür, derinlikli Avrupa kültürü ya da bilge İslâm, Çin, Hint kültürleriyle karşılaştırılınca, son derece sığ, “pornografik” (insanın düşünme melekelerini iptal etmesi anlamında “pornografik”), dolayısıyla ayartıcı, baştan çıkarıcı tastamam ilkel, şehvetperest, ego-perest, çıkar-perest bir kültür.
Film, müzik, medya, spor endüstrisinin ve dijital dünyanın starları üzerinden hem kutsanan ayartıcı yeni idoller hem de din-dışı kutsallıklar üreten neo-pagan ve / veya tekno-pagan bir kültür.
En önemlisi de senktretik bir kültür bu.
SENKRETİZM VE NEO-PAGANİZMİN YÜKSELİŞİ...
Senkretizm meselesi, önemli ve meselenin püf noktası. Senkretizm meselesini yaklaşık 20 yıl önce yazmıştım. Demek ki, erken yazılmış yazılardı o yazılar. O zaman dikkat çektiğim tehlikeyi, şimdi hissetmeye, yaşamaya başladık ancak.
Sentretizm, bağdaştırmacılık demek. Postmodern dünyanın, içinde yaşadığımız çağın dini, din-dışı kutsallıklar üreten neo-paganizm hatta tekno-paganizmdir; neo-paganizmin kendini ifade biçimi ise senkretizmdir. Senkretizm üzerinden işleyen neo-paganizm, hakikat fikrinin yitirilmesi, postmodernliğin “anythin goes / her şey mübahtır” mottosu ile “Tanrı ile şeytanı eşitlemesi“dir.
Senkretizm üzerinden üretilen neo-paganizm dininin putları ise para, egoizm ve libido'dur (yani en hafif ifadeyle hazcılık, özellikle de cinsel hazcılıktır; din-dışı kutsallıklar üreten, insanın düşünme melekelerini öldüren, insanı dünyanın sorunlarına duyarsızlaştırarak egoizm kafesine tıkayan, bu anlamda yeni-barbalık biçimlerinin eşiğine fırlatan “pornografi”dir).
Senkretizm üzerinden işleyen neo-paganizm, bütün dinleri düzleştiriyor, bütün duyarlıkları, değerleri delik deşik ediyor, bütün kültürleri paçavraya dönüştürüyor, çöpe gönderiyor ve bütün dünyada mantar gibi new age dinlerinin bitmesine yol açıyor hızla, hazla ve tam gaz...
Senkretizm üzerinden işleyen neo-paganizm, bütün dünyayı nihilizmin eşiğine fırlatıyor...
NIETZSCHE, İKİ TÜR NİHİLİZM BİÇİMİ VE NEW AGE KÜLT'LERİ
Nietzsche, modernliğin kaskatı rasyonalist ve ruhsuz dünyasını yıkabilmek için başvurduğu, bir tür “isyan ahlâkı” olarak kullandığı nihilizmin, uzun vadede insanlığı büyük bir ontolojik yok oluş felaketinin eşiğine fırlatacağı uyarısında bulunmuş, pasif nihilizm ve aktif nihilizm olarak tanımladığı iki tür nihilizm (hiçleşme) tehlikesinden sözetmişti.
Kendi terimlerimi de katarak ifade edecek olursam, pasif nihilizm, hayatın inkârıdır: Kişinin, libido'daya sığınması, hayattan, hayatın sorunlarından kaçması ve nihayet dünyanın sorunlarına duyarsızlaşmasıyla sonuçlanır bu: Pasif nihilizm, kitleleri deizmin eşiğine fırlatır.
Aktif nihilizm, hakikatin inkârıdır: Kitleleri vardıracağı nihâî sonuç, ateizmdir.
ABD ve bütün dünya -hızla- pasif nihilizme, yani deizme doğru sürükleniyor...
Avrupa'da süreç, ateizm noktasına geldi dayandı: Din, bitti Avrupa'da.
Senkretizm biçimleri ile kendisini vareden neo-paganizm Endüstri 4.0'la birlikte, tastamam bir tekno-paganizm biçimine dönüşüyor süratle.
Şunu bilelim: Tekno-pagan dünya, dinleri yok saymıyor; din-dışıkutsallıklar üzerinden neo-pagan new age dinleri ya da kültleri icat ediyor. Amerika'da binlerce new age kültü var! Ve her geçen gün mantar gibi new age kültleri türüyor!
Bunların hepsi “şebekeler” anlamında “cemaatler” şeklinde varlıklarını sürdürüyor.
CEMAATLER, KENDİLERİNE ÇEKİ DÜZEN VERMELİDİR
İslâmî cemaatleri new age kült'leriyle karıştırmak ya cehaletin eseridir ya da cemaatleri hedef göstererek hem bu toplumun İslâm'dan, hem de İslâmî kesimlerin bu ülkenin yönetiminden uzaklaştırılmasını amaçlayan tehlikeli bir projeyi adım adım hayata geçirme çabasıdır.
Şunu açık açık söylüyorum: Cemaat-tarikat-siyaset-ticaret ilişkisi zıvanadan çıkmak üzeredir. Cemaatlerin ve tarikatlerin kendilerine çeki düzen vermeleri gerekiyor âcilen.
Cemaatler, özellikle de tarikatler, iki eksen üzerinden yeniden yapılandırmalıdır kendilerini.
Dikey eksende, cemaatler, ülkenin, medeniyet coğrafyamızın önünü açacak yeni Gazâlîler, Yunus'lar, Sinan'lar, Itrîler yetiştirecek şekilde insan yetiştirme çabasını faaliyetlerinin merkezine almak zorundadır. Laik eğitim sisteminden -mevcut şartlarda- bu tür çaplı, öncü isimler yetiştirilmesini beklemek olmayacak duaya âmin demektir.
İkinci olarak, yatay eksende ise, cemiyeti korumak, cemiyete kol kanat germek, cemiyetin İslâmî duyarlıklarını pekiştirmek için gayret göstermekle mükelleftir cemaatler.
Devlete elbette ki, adam yetiştirmeli cemaatler. Ama sadece ehliyet, liyakat ilkeleriyle görev yapacak insanlar yetiştirmeli.
PEKİ, ASLINDA CEMAAT NEDİR, NE DEMEKTİR?
Peki, aslında cemaat nedir? Ne anlıyoruz ama gerçekte ne anlamalıyız “cemaat” denilince?
Her ne kadar günümüzde cemaatler, modern fenomenler olsa da, “cemaat” kavramı tertemiz, kökleri İslâm'ın kurucu kaynaklarına kadar giden önemli bir kavramdır. Tarih boyunca bütün müslüman toplumlar “İslâm cemaati”, diğer dinlere mensup topluluklarsa kimi zaman “cemaat”, kimi zaman “ümmet” olarak adlandırılmıştır. Bu anlamda cemaat kavramını en iyi tasavvufî cemaatlerin karşıladığını söyleyebiliriz. Cemaat, toplanmak demektir.
Cemaat, bütünleşmek demektir.
Cemaat, bir omurga inşa etmek demektir.
Cemaat, müşterek bir şuur yeşertmek, müşterek bir dünya kurmak demektir.
Cemaat, kişilik ve şahsiyet sahibi olmak, aidiyet bilincine, emanet bilincine ulaşmak demektir.
Emanet bilinci, kişinin yalnızca Allah'a iman etmesi, Allah'ın dışındaki bütün dünyevî, şehevî, kapitalistik, nefsanî putları elinin tersiyle itmesi ve kendinden, çevresinden başlayarak yeryüzünde dalga dalga emniyet, kardeşlik, adalet ve hakkaniyeti yayması, tesis etmesi demektir.
Cemaat, kişinin, “önce ben” değil, “önce hakikat” diyerek yola çıkmasıdır.
Cemaat, kişinin kendisini değil kardeşini, ötekini, bütün ötekileştirilenleri düşünmesi, kardeşine ve bütün ötekileştirilenlere kol kanat germesi demektir.
Cemaat, kişinin, ekmeğini kardeşiyle paylaşması demektir.
Cemaat, ümmet demektir.
Ümmet, hem her bir müminin hem de bütün müminlerin aynı anda adıdır. Hem her mümin, tek başına bir ümmettir, yani her şeyin anasıdır; hem de bütün müminler ümmettir, güvenilecek, sığınılacak, nefes alınacak yegâne limandır.
Bizim kendimizi her birimizi hem tek başına ümmet olarak görmemiz hem de hepimizi topyekûn ümmet olarak telakki etmemiz, narsizm değil midir, diye sorulabilir haklı olarak.
Elbette ki, değildir. Değildir; çünkü her ne kadar her birimizi teker teker ve hepimizi topyekûn ümmet olarak görsek de, cemaatte de, hele de tarikatte de -bütün davranış setlerini belirleyen ilke edep olduğu için-, kişi, “önce ben” demez, diyemez hiç bir zaman; “önce sen” der her zaman -nefs terbiyesi ve tezkiyesi cehdinin gereği olarak.
Bu böyledir.
“Önce sen”, diyebilmek, bütün insanlığı -Hz. Adem'in çocukları olması hasebiyle- kardeş bilmek, kardeş görmek, kardeş bellemek ve gereğini yerine getirebilmek demektir.
Meselenin özünden ve tarihçesinden bîhaber, Batı karşısında aşağılık kompleksi yaşadığı için zihni çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüşen bazı zavallı insanlar (bazı profesör kişiler), özellikle tasavvuf ve tarikat denilince hemen uçma-kaçma hikâyeleri anlatmaya başlıyorlar.
Ne kadar acıklı duruma düşüyorlar, anlatamam!
Oysa bütün sahih İslâmî cemaatlerde, özellikle de tasavvufî cemaatlerde, öyle insan hikâyeleri, öyle kardeşlik hikâyeleri, öyle fedakârlık hikâyeleri yaşanır ki, kişinin kendini aşması demek olan bu hikâyeleri bu insanlar bir bilseler, bir görseler, yüzleri kızarır, yerin dibine girerler -herhalde.
Özellikle tasavvufî cemaatlere yöneltilen -ilk bakışta doğruymuş gibi gözüken- ayartıcı bir eleştiri var.
Bu cemaatler, kişinin kişiliğini yok ediyormuş, bireyi öldürüyormuş!
Aksine, kişinin yukarıda özetlediğim anlamda güçlü bir şahsiyet inşa etmesini mümkün kılıyor.
Gerçekte, kişinin kişiliğini yok eden, kişiyi kendisine de, dünyaya da yabancılaştıran bireyciliktir: Kişiyi, sadece kendi çıkarını düşünen, sadece kendi hazlarını düşünen, tüketim toplumunun, egoizminin kölesi hâline getiren içi boş bir ideolojidir bireycilik.
Kitlelerin içinde yapayalnızdır birey ve bireyin, egoizminin, nefsânî itkilerinin kafesine kapanması, özgürleşmesi değil, köleleşmesidir aslında.
Mesele çok boyutlu ve derin.
Bu meseleyi enine-boyuna yazmayı sürdüreceğim.
CEMAATLER, EHL-İ SÜNNET OMURGA VE GELECEĞİMİZ
Sadece şunu söylüyorum: Cemaatler kendilerine çeki düzen vermek zorundadır. Yapılan operasyonlar, hayırlı sonuçlara yol açar, cemaatlerin de köklü bir muhasebe yapmalarına yol açar inşallah.
Ama toplum da bazı fırsatperesetlerin televizyon televizyon dolaşarak cemaatlere / tarikatlere yaptıkları saldırının, bu toplumun Müslüman omurgasını çökertmeyi amaçladığını aslâ unutmamalıdır.
Özür dileyerek tarihe kayıt düşüyorum: Sahih cemaatler / tarikatler, Ehl-i Sünnet Omurga'nın sigortasıdır; Ehl-i Sünnet Omurga, İslâm'ın sigortasıdır; İslâm ise bu ülkenin, medeniyet coğrafyamızın sigortasıdır.
Eğer cemaatler / tarikatler çökerse, Ehl-i Sünnet Omurga çöker; Ehl-i Sünnet Omurga çökerse, İslâm'ın varlığı tehlikeye girer; İslâm'ın varlığı tehlikeye girerse, bu ülke paramparça olur, tarihten silinir, medeniyet coğrafyamızın umutları biter -Allah muhafaza.
Başka bir ifadeyle, eğer cemaatler, hele de tarikatler çökerse, kısa ve orta vadede deizm, hatta ateizm dalga dalga yayılır ve uzun vadede ise bu toplumda İslâm'dan eser kalmaz. Vesselâm.