Son zamanlarda, Batı'da bile çoktan terkedilen akılcılık projesini İslâm dünyasına “satmaya” çalışan tipler türedi.
Bunlar akılcılığı felsefî olarak tartışabilecek çapta kişiler olmaktan uzaklar.
“Dini hurafelerden temizleyeceğiz” diyerek, sığ bir akılcılık, kör bir bilimcilik gibi çağdaş hurafeler üretiyorlar!
Kur'ân'ı, akılcılıkla, bilimcilikle yorumlamaya çalışıyorlar! Dini, ruhsuzlaştırıyorlar!
Din, aklı da, bilimi de aşan bir anlam ve ruh dünyasına sahiptir.
Aklı, bilimi, çağı, eksene alarak Kur'ân'ı yorumlayan kişiler, aklı, bilimi, çağı Kur'ân'ın önüne geçirdiklerini, dolayısıyla aklı da, bilimi de, çağı da kutsadıklarını göremeyecek kadar hem zihnî felçleşme yaşıyorlar hem de çağdaş düşüncenin, dünyayı yaşanamaz bir yere dönüştürdüğünü söyleyerek modern akılcılığı kıyasıya tartıştığı ve aştığı yakıcı gerçeğini gözardı ediyorlar ya da bilmiyorlar bile!
Bu nasıl bir eziklik psikolojisidir böyle, inanması zor gerçekten!
***
Müslümanların akıl'la, özgür iradeyle sorunları olmadı hiçbir zaman.
Ayrıca İslâm akıl tasavvuru, son derece derinliklidir.
Kartezyen felsefeyle inşa edilen rasyonalizm, düşünce tarihindeki en sınırlı akılcılık biçimlerinden biridir: Ölçmek, biçmek'le, kontrol etme ve kolonize etme güdüleriyle ilgilidir.
“Akıl tutkuların kölesidir” der, David Hume, tastamam Gazâlî'nin izinden giderek..
O yüzden modern akılcılığın babası, Descartes, “tabiatın efendileri ve hâkimleri olacağız” derken, aklı, tam da tutkularının kölesi kıldığını göstermiş oluyordu.
***
Husserl, pozitivizm ve tarihselcilik yüzeyselliğine ve konjonktürüne hapsolan akılcılığın, düşünmeyi de, düşünme melekelerini de öldürdüğü uyarısında bulunmuştu.
Heidegger, sadece akılcı değil bilimci Batılı indirgemeciliğin varlığın ve hakikatin unutulmasına yol açtığını söylemişti.
Nietzsche, modern akılcı projenin Avrupa'yı yok oluş felâketinin eşiğine sürüklediğini şöyle haykırmıştı: “Avrupa uygarlığı ölüler evini andırıyor, virüs bütün vücudu kaplamak üzere... Çöl büyüyor, çöl büyüyor... böyle giderse, insanlığı büyük bir yokoluş felâketi bekliyor...”
***
Burada Batılı marjinal değil kurucu düşünürlerin pozitivizmi, tarihselciliği, akılcılığı, bilimciliği insanlığı yok oluş felâketine sürükleyen enstrümanlar olarak gördüklerini mecburen hatırlatmak zorundayım.
Kendi dünyasını da, çağı da derinlemesine tanıyamayan, iki arada bir derede yuvarlanan, o yüzden zihnî felçleşme ve körleşme yaşayan, aşağılık kompleksiyle dünyaya bakan Türkiye'nin bütün kesimlerinin aydınlarının sığ, sahte ve yüzeysel ezberlerle bizim önümüzü tıkamaktan başka bir işe yaramadıklarını başka türlü göstermek çok zor çünkü.
***
Kur'ân'da akıl zikredilmez; akletmek zikredilir. Taakkul kuru akılla yapılmaz, kalple yapılır: O yüzden akleden kalp, akılcılık yapan, aklamacılık yapması arzulanan bir işe davet değildir; aklın ötesine çağrıdır...
Fıtratla irtibatını diri tutabilen, ümmîleşebilen (arı-duru müslüman zihnine ulaşan, Müslümanca düşünme melekeleri gelişen) insan taakkul yapabilir.
Onlar da çağ aşan, çağ açan insanlar oluyor...
Bizim çağın ağlarını, bağlarını, dünyasını aşacak çapta, kalibrede hem çağı iyi tanıyan hem de kendi kavramlarımızla dünyaya bakabilen, düşünce üretebilen, öncü insanlara ihtiyacımız var.
Akıl, bilgiye götürür, bilgeliğe değil.
Kuru bilgi, ruhsuzdur; felâkete sürükler insanlığı -bugün iliklerimize kadar yaşadığımız gibi son bir asırdır..
Bizi, hayatımıza ruh üfleyecek, elbette aklı ıskalamayacak ama aklın sınırlarını aşacak, bizi başka dünyalarla buluşturacak, bize adaletin ve hakkaniyetin, sulhün, selâmetin ve hakikatin kapılarını açacak yol haritalarını sunacak sadece bilme kaygısıyla yetinmeyecek olma kaygısıyla nefes alıp verecek ufuk ve zihin açıcı bilge insanlar gerek...
Hakikatin pozitivizmle / kabukla açıklanamayacağını, belli bir zaman dilimine, tarihselliğe hapsedilemeyeceğini idrak eden ufukları çağın ötesine uzanan bilge insanlar...
İşin ürpertici yanı şu: Batı'da pozitivizmin çoktan aşıldığı, tarihselciliğin kıyasıya tartışıldığı, modern akılcılığın seküler, kapitalist zorbalık ve hegemonya biçimlerini aklamaktan, hayatı çölleştirmekten ve cehenneme çevirmekten başka bir işe yaramadığı yakıcı gerçeğinin bütün düşünürler tarafından kabul edildiği bir zaman diliminde, Türkiye'de pozitivizmin ve tarihselciliğin kutsanması, Nietzsche'nin sarsıcı ifadesiyle “bilim kilisesinin rahipleri”nin bize her Allah'ın günü televizyonlardan, medyalardan seküler vaazlar vermesi, insanların bu sığ ve acınası kişileri ağzı açık dinlemeleri hem sığlığın işaretidir hem de eziklik psikolojisinin ve çıkmaz sokaklara sürüklendiğimizin.
***
Bizim akıl sorunumuz yok; olmadı da hiç bir zaman.
Ama Batı'da çoktan aşılan akılcılığı, tarihselciliği, modernliği kutsamak gibi bir zihnî felçleşme, entelektüel körleşme gibi yakıcı ve yıkıcı sorunlarımız var.
İçinde yaşadıkları çağı iyi tanımayanlar, tanımlanmaktan kurtulamazlar ve dünyaya kendi köklü ve derinlikli bakış açılarıyla bakamadıkları, sürekli Batılı anakronik perspektiflerle ve şaşı baktıkları için de hiç bir zaman kendi dünyalarını kuramazlar. Kendi dünyalarını da târumâr ederler.
Takoz olurlar bu ülkenin ve mazlum ümmetin önünde; milletin kafasını karıştırırlar, inancını sarsarlar, temel sütunlarımızı yıkarlar.
Çağı da, kendi dünyalarını da derinlemesine tanıyamadıkları, o yüzden sürgit tanımlandıkları, her şeye başkalarının gözlükleriyle, şaşı ve çarpık baktıkları için önümüzü açacak hiç bir şeyi inşa edemezler, her şeyi imha ederler ve önümüzü tıkarlar yalnızca...