İstanbul, tarihî bir sempozyuma ev sahipliği yapıyor: Beytülmakdis Sempozyumu.
Sempozyum, Eyüpsultan Belediyesi'nin desteğiyle gerçekleştiriliyor. Malezya'dan Fas'a, Ürdün'den Filistin'e ve Türkiye'ye kadar çok sayıda ilim ve fikir erbabının katıldığı bu kapsamlı ve uzun soluklu sempozyuma her tür desteği veren Eyüp Sultan Belediye Başkanı Remzi Aydın'a, emeği geçen bütün arkadaşlara yürekten teşekkür ediyorum.
Sempozyumun açılışında bendeniz de bir konuşma yaptım.
Ayrıca Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi rektörü Mehmet Barca Hoca ve bir kaç arkadaş güzel konuşmalar yaptılar.
Mehmet Barca Hoca gibi donanımlı, dertli, hakikat sevdalısı bir insanı tanımaktan çok hoşnut oldum. Bu çorak ülkede bir şeyler olacak gibi sanki... Mehmet Barca Hoca'ya başarılar diliyor, yolunun açık olmasını temenni ediyorum.
Beytülmakdis Vakfı başkanı, Filistin kökenli Profesör Abdülfettah El-Awaisi, vakfın kuruluş gayesini, çalışmalarını ve hedeflerini coşkulu bir dille anlattı. El-Awaisi, kabına sığmayan, çalışkan, güzel bir Filistinli ilim adamı. Kendisini yürekten kutluyorum.
Bugün sütunumu sempozyumun öncülerinden Artuklu Üniversitesi tarih profesörlerinden, bir vakıf gibi çalışan, öncü bir kuşak yetiştirmek için Mardin'de “sivil bir açık üniversite kuran” İbrahim Özcoşar kardeşimin açılışta yaptığı nefis konuşmaya ayırdım.
Sizi Özcoşar Hoca'nın özlü, zihin açıcı, güzel metniyle baş başa bırakıyorum:
***
“Beytülmakdis Çalışmaları Vakfı, temelleri 1990'ların başında Kudüs'te atıldı.
Bizi yola çıkaran temel unsur, Beytülmakdis'teki işgalin önemli ayaklarından birinin “bilim” olması ve işgalin teorik alanda da yürütülmesiydi.
Beytülmakdis'e yönelik zihinlerimizde baskın olan anlayışlar değerlendirildiğinde aslında teorik ve bilgi temelli bir işgalle de karşı karşıya olduğumuz görülecektir. Dolayısıyla işgal altındaki toprakları özgürleştirme mücadelemizin önemli bir ayağını da, bilimsel çalışmalar oluşturmalıdır. Bu sempozyum ve vakfımızın diğer faaliyetleri de tam olarak bu amaca matuf faaliyetlerdir.
Yaşadığımız çağda bütün bir insanlığın kriz içinde olduğunu ve bu krizin önemli sebeplerinden birinin bilimin yanlış kullanılması ve kurgulanması ya da başka bir ifadeyle “bilim krizi” olduğunu söylüyoruz.
“Bilimin, doğayı ve insanlığı kendi hizmeti altına almaya ve sömürmeye kendini adamış bir medeniyet tarafından kurgulanması” veya gönül ve zihin dünyamızın ifadeleriyle söyleyeyim: “Bilimin ilim, irfan, hikmet denkleminden uzaklaşıp, materyalist alana taşınması ve sömürünün aracı haline getirilmesi” bugün bilim krizi dediğimiz şeyin ta kendisidir.
Bu yönüyle baktığımızda modern dönem ve sonrasında kutsanan bilimin karanlık ve endişe uyandıran bir yanı var.
***
Birkaç yüzyıldır kendi teorisini, kendi tanımlarını oluşturamayan bir coğrafyanın evlatları olarak, bilimin bu karanlık ve endişe uyandıran yüzüyle her an karşı karşıyayız.
Kendimizi tanımlayamadığımız, “biz buyuz” diyemediğimiz, “siz şusunuz” direktifleri karşısında çaresiz bir kabullenme içinde kaldığımız bir dünyada yaşıyoruz.
Bunun en bariz örneğini üzerimize kâbus gibi çöken “Ortadoğu” ve “Ortadoğulu” isimlendirmelerinde / kavramlarında görebiliriz. İçeriği, sömürü düzeninin stratejileri çerçevesinde dönemsel olarak yenilenen bu iki kavram, öncelikle ve özellikle bizleri “Ortadoğu” olmaya iten sözümona bilimsel teorilerle beslendi. Bu teorilere karşılık kendi tanım ve teorisini üretemeyen bizler için “Ortadoğulu olmaya rıza göstermek” dışında seçenek de kalmadı.
Epistemolojik mutasyon olarak tanımladığımız bu tablo karşısında Beytülmakdis'i merkeze alan şöyle bir duruşumuz/çabamız var. Çok genel ve çarpıcı bir ifadeyle bu çabayı şöyle özetleyebiliriz: Epistemolojik mutasyonun zihnimizde ve hayatımızdaki ontolojik ve fenomenolojik sömürüsünün yerini ilmelyakin, aynelyakin ve hakkelyakin bir azadeliğin alması çabası içindeyiz.
***
Peki, somut olarak ne yapıyoruz?
Öncelikle 18. cildini bu yıl yayınladığımız Journal of Islamicjerusalem Studies isimli akademik bir dergimiz 1997'de beri düzenli olarak neşrediliyor.
“Beytülmakdis Dersleri” adı altında bugün de diploma törenini yapacağımız, dünyanın çeşitli ülkelerinde ve ülkemizin belli başlı şehirlerinde devam ettirdiğimiz nitelikli, düzeyli, umut vadeden kapsamlı bir çalışmamız devam ediyor.
Bunlara ek olarak bu yıl bizi oldukça sevindiren bir gelişme, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi'nin (ASBÜ) öncülüğünde ASBÜ bünyesinde bir Kudüs Araştırma ve Uygulama Merkezi'nin açılmasını ve yine aynı üniversite bünyesinde Beytülmakdis araştırmaları yapacak önce yüksek lisans ve ardından doktora programının açılmasını saymak gerekecek, ki bu, vakıf olarak bizim Türkiye'deki en önemli hayallerimiz arasındaydı. Bu vesileyle geniş ufku ve pratik yaklaşımıyla hayallerimizi gerçeğe dönüştürmemize öncülük eden ASBÜ rektörü sayın Prof. Dr. Mehmet Barca'ya teşekkür etmek istiyorum.
Sempozyuma dönecek olursak... Her yıl bir konu odağımızın olduğu sempozyumda bu yılki konumuz “Beytülmakdis vakıfları”. Beytülmakdis topraklarındaki işgalin 100 yılı aştığı bugünlerde işgalciler, işgalin boyutlarını farklı noktalara taşımak için ellerinden gelen her türlü girişimde bulunuyorlar. Siyasi alanda kamuoyunun gündeminde olan girişimlerin yanı sıra, gündeme gelmeyen birçok girişimin arasında en tehlikelilerinden biri, Beytülmakdis topraklarını tarihinden ve kimliğinden kopararak Siyonist bir kimlik kazandırma çabasıdır.
Bu amaçla, Beytülmakdis'te geçmişe referans olabilecek bütün unsurları yıkma, temellük etme ve hafızalardan kazıma stratejileri izleniyor. Bu stratejinin önemli hedeflerinden biri de, Beytülmakdis'in gerçek kimliğini gözler önüne seren ve yüzyılların birikimi olan, Müslüman ve Hıristiyan vakıflarıdır. Bu strateji karşısında Beytülmakdis vakıflarını gündeme getirmeyi ve sahip çıkmayı insanlığa karşı bir sorumluluk olarak düşünerek bu yılki konumuz belirledik.
İki gün boyunca, alanında yetkin birçok akademisyen bu konuya dair derinlikli sunumlarını yapacaklar.
Bu çalışmanın gerçekleşmesinde emeği geçenlere teşekkür ederek konuşmamı bitirmek istiyorum.