Önce ezber bozacak bir cümle kurayım -izninizle: Biz, yenilmedik; biz, “yenildik” dediğimiz zaman, yenildik.
Yani?
Yanisi şu: Biz, zihnimizi kaybettik; zeminimizi yitirdik; zaman bizim eserimiz değil, biz zamanın esiriyiz.
Ama farkında bile değiliz bunun. İliklerimize kadar yaşadığımız, zihnimizi körleştiren, kendimize de, dünyaya da şaşı bakmamıza neden olan epistemik kölelikten ötürü.
Bu haftaki yazılarımda, biraz derin nefes alarak, bir tarih felsefesi yapmak ve dünyada aslında ne olduğunu, bize ne olduğunu, bizim ne olduğumuzu mercek altına almak istiyorum.
Bu yazıda, dünyada, medeniyet coğrafyamızda ve ülkemizde “aslında, ne oldu?” sorusunun izini süreceğim.
Sonraki yazıda, yaşadığımız süre zarfında dünyada, medeniyet coğrafyamızda ve ülkemizde “ne oluyor?” diye soracağım ve bu sorunun cevaplarını bulmaya çalışacağım.
Son yazıda ise, “ne olabilir, ne yapmalı?” sorularına odaklanacağım.
BÜTÜN DÜNYA BATI'NIN ESERİBÜTÜN DÜNYA BATI'NIN ESİRİ
Evet, dünyada, medeniyet coğrafyamızda ve ülkemizde ne oldu, olan şey ne?
Olan şey şu, kısaca: Batılılar, bir “dünya” kurdular; adına modernlik dediğimiz bir çağ bu.
Sonra da modernliği bütün dünyaya hâkim kıldılar.
Tarih, çağlarla yapılır. Şu an, son üç asırdan bu yana, bütün insanlık olarak modern çağda yaşıyoruz, modern çağın çocuklarıyız.
Hoşumuza gitse de, gitmese de, gerçek bu. Yaşadığımız, soluduğumuz, içinde oraya buraya sürüklendiğimiz yakıcı gerçek bu.
Şu an içinden geçtiğimiz dünyada, bütün insanlığın kullandığı temel kavramlar ve kurumlar, modernliğin, modern Batılıların eseri.
Bütün dünya da, modernliğin, modern Batı uygarlığının esiri.
MODERN BATI: GÜCÜN ESERİ, ARAÇLARIN ESİRİ
Soru şu: Batılılar, ne yaptılar da, kurdukları “dünya”yı, bütün dünyaya hâkim kıldılar?
Gücü ele geçirerek...
Önce Francis Bacon'la birlikte, “bilgi güçtür” diyerek; modern felsefeyi kuran, modern dünyanın zihnî, dolayısıyla kültürel ve siyasî temellerini atan Descartes'la birlikte, “tabiatın efendileri ve hâkimleri olacağız” diyerek...
Yani bilgi'yi güç olarak konumlandırarak ve tabiata, dış dünyaya hâkim olarak...
Sonra da, güç üreten bilim, teknoloji gibi araçlara sahip olarak...
Ve son olarak da, bütün kıtalara, bütün okyanuslara hâkim olarak...
Sonuç: Modern Batı uygarlığı, gücün eseridir ama kendisini de bütün dünyayı da güç üreten araçların esiri etmiştir.
Nedir bu?
İnsanın tanrılaştırılmasıdır.
Tanrı fikrinin, hakikat fikrinin yitirilmesidir.
Gücün, güç üreten araçların kutsanması, putlaştırılması; araçların amaçları yutması; insanın araçların kölesi olması ve dünyada darwinyen orman kanunlarının hâkim olmasıdır.
Neo-paganizmin, tekno-paganizmin zaferi, insanın körleşmesi, hayatın çölleşmesi, dünyanın cehenneme çevrilmesidir.
Burada Batı'ya karşı bir saplantı veya körkütük bir önyargı içinde değilim.
Burada “olan şey”e dâir resmettiğim tablo, hem Nietzsche'den Heidegger'e, oradan kurucu postmodern düşünürlere kadar Batılı düşünürlerin; Dostoyevski'den Ionesco'ya, Kafka'dan Tarkovsky'ye kadar bütün büyük sanatçıların resmettikleri tablodur hem de bütün insanlık olarak yaşadığımız dünyanın ta kendisidir.
BATILILAR KAZANDI AMA BİZ KAYBETMEDİK!
Batılılar, modernlikle birlikte gücü ele geçirerek ve insanı tanrılaştırarak dünyaya hâkim olmayı başardılar ama hâkim oldukları araçların, dünyanın mahkûmu oldular!
Peki bu, Batıların kazandığı bizim yenildiğimiz anlamına gelir mi?
Görünüşte, evet; fakat gerçekte, hayır.
Biz yenilmedik; biz bu dünyayı, bu dünya üzerimizdeki varlığımızı kaybettik ama hakikati kaybetmedik; hakikatin hayatımıza ruh katmasını sağlayacak zihnimizi, zeminimizi ve bizim zamanımızı yitirdik.
Batılılar kazandı ama biz kaybetmedik.
Biz gücü, dolayısıyla güç üreten araçları kutsamadığımız için bu dünyayı, bu dünya hayatındaki yerimizi ve hâkimiyetimizi kaybettik ama hakikati kaybetmedik.
Güç kazandı ama hakikat geri çekildi.
Osmanlı kapitalizme direndiği için bilfiil / bedenen çöktü.
Osmanlı kapitalizme direndiği için bilkuvve / ruhen yaşıyor...
Eğer hakikatin hayat bulduğu müslüman zihnine, hakikatin hayat olduğu Müslümanca yaşama zeminine ve hakikatin herkese, her şeye, bütün varlıklara hayat sunduğu Müslüman Zamanı'na yeniden kavuşabilirsek, işte o zaman yeniden toparlanabilir, ayağa kalkabilir ve tarihi yapacak, insanlığa adalet, hakkaniyet ve sulh armağan edecek hakikat medeniyeti yolculuğuna yeniden başlayabiliriz...
ELEŞTİRİ OLMADAN ASLÂ!
Tekrar ediyorum: Batılılar, gücü ve güç üreten araçları kutsadılar ve dünyaya hâkim oldular.
Biz gücü ve güç aratan araçları kutsamadık, kapitalizme direndik; o yüzden hakikati kaybetmedik; hakikatin hayat bulacağı zihnimizi, hayat olacağı zeminimizi ve hayat sunacağı zamanımızı kaybettik
Ruhumuzu değil bedenimizi yitirdik.
Hakikat, hayatın ruhudur; hayata müdahale edeceği bedenine er ya da geç kavuşacaktır.
Yeter ki, biz kendimizle ve dünyayla yüzleşmesini bilelim.
Yeter ki, biz kendimizi, zaaflarımızı, sorunlarımızı, imkânlarımızı ve dünyanın, medeniyet coğrafyamızın ve ülkemizin yaşadığı temel varoluşsal sorunları, imkânları enlemesine ve boylamasına bütün yönleriyle ve boyutlarıyla mercek altına alma çabası gösterelim.
Yeter ki, biz kendimize güvenelim ve yanlışlarımızla yüzleşmekten çekinmeyelim.
Sözün özü: Türkiye, dünyanın ruhudur. Mazlumların umududur. Zorbaların kâbusudur.
Bin yıl önce de böyleydi bu. Bugün tam olarak böyle olmasa da, yarın da böyle olacak bu; eğer biz bu ruhla donanmasını bilirsek yeniden.
Bu ruhun dirilmesi, toparlanması, ayağa kalkabilmesi ve yeniden hakikat medeniyeti yolculuğuna çıkabilmesi için, dünyanın sorunlarını iyi okuyabilmemiz; bizim yanlışlarımızı görebilmemiz; kendimizi kıyasıya eleştirebilmemiz; sahici, samimi, zihin ve ufuk açıcı eleştirileri bir saldırı değil bir lütuf olarak görebilmemiz, “yalaka insan müsveddeleri”ne aslâ itibar etmememiz, bunun için de zaaflarımızı değil erdemlerimizi büyütmemiz, dünyayla ve kendimizle yüzleşebilecek bilgeliğe ve derinliğe erişebilmemiz şart.
Vesselâm.