Türkiye, iki asırdır çok büyük travmalar yaşıyor...
İki asırdır, bu ülkede “ipler”, bu ülkenin has çocuklarının elinde değil –hâlâ!
Türkiye, Fırat Kalkanı'yla birlikte bağımsızlığına kavuşma yolunda ilk tarihî adımı attı. Ama yolun başındayız henüz...
Tanzimat'tan 28 Şubat'a kadar bu toplum, dışardan dayatılan, içerde celladına âşık elitler tarafından uygulanan travmatik ameliyatlarla hizaya getirilmeye, “adam edilmeye”, ehlileştirilmeye, mankurtlaştırılmaya çalışılıyor...
200 yıllık adına modernleşme denen tarihimiz esas itibariyle Türkiye'nin içerden teslim alınması tarihidir; dışardan fiilen sömürgeleştirilemeyen bu toplumun içerden zihnen sömürgeleştirilmesi, epistemik / zihnî köle yapılması serencamıdır.
ÜÇ BÜYÜK İHANET!
28 Şubat, yeniden mazlumlara, İslâm dünyasına öncülük edecek, medeniyet iddiasıyla kuşanacak müslüman Türkiye'nin gelişinin durdurulması girişiminin son ürpertici perdelerinden biridir.
28 Şubat, üç büyük ihanetin adıdır:
Birincisi, “irtica tehdidi” palavrasıyla, toplumun İslâmî kimliğinin yok edilmesi ihanetidir.
İkincisi, 28 Şubat, Türkiye'nin parçalanmasının zihnî, sosyo-kültürel temellerinin atıldığı bir ihanetin adıdır.
Üçüncüsü, İslâm'ın protestanlaştırılması ihanetinin dönüm noktasıdır.
Bu yazıda, ilk iki ihaneti yazacağım; pazartesi günkü yazıda sonuncusunu.
İhanet kelimesini, öyle ulu orta kullananlardan hazzetmem. Ama bazen öylesine tarihî hâdiseler yaşanıyor ve bu hâdiseler, ülkenin ve toplumun ürpertici bir travmanın eşiğine sürüklenmesine yol açıyor ki, yaşananları, ihanet'ten başka bir şeyle izah etmek zorlaşıyor, maalesef.
TÜRKİYE'NİN İSLÂMÎ KİMLİĞİNİN YOK EDİLMESİ İHANETİ
İki asırdır gökkubbemiz çöktü; bütün dünyayı kan gölüne çeviren emperyalist Batılılar, İslâm dünyasını da işgal ettiler, talan ettiler, paramparça ettiler ve fiilen / siyaseten köleleştirdiler!
Batılıların sömürgecilik ve emperyalizm tarihi sürecinde, İslâm dünyası üzerinde uygulamaya koydukları iki büyük strateji vardı: Birincisi, tarih yapan bir aktör olarak İslâm'ı (yani İslâm medeniyetini) tarihten uzaklaştırmak. Bunu, Osmanlı'yı, Hindistan'ı, Arap dünyasını paramparça ederek başardılar.
İkincisi, Müslümanları İslâm'dan uzaklaştırmak... Kabaca yüzyıldır bu stratejiyi uyguluyorlar değişik şekillerde....
28 Şubat postmodern darbesi, Müslümanları İslâm'dan uzaklaştırma projesinin son perdesidir.
Düşünün...
1990'da Soğuk Savaş bitirilmiş. Hem de alelacele!
Niçin?
Osmanlı'nın durdurulması, Hindistan'ın parçalanmasıyla tarihten uzaklaştırıldığı düşünülen İslâm Fas'tan Malezya'ya kadar, Müslümanların hem emperyalistlere karşı direniş mücadelelerinde hem de yeniden diriliş mücahedelerinde belirleyici yegâne güç, yegâne sarsılmaz kaynak konumuna yükselmiş...
Batılıları çıldırtan bir gelişme bu.
İslâm dünyasında uygulanan, nasyonalist ve sosyalist projelerin çökmesi, (Nasır'ın, 6 günde İsrail ordularının Mısır ordusunu yerle bir etmesiyle bitmesi), İslâmî söylemlerin çığ gibi büyümesiyle sonuçlanınca emperyalistler paniğe kapıldılar ve Soğuk Savaş'ı resmen bitirerek, “terörle savaş” maskesiyle –kendi icat ettikleri örgütleri– kullanarak “İslâm'la postmodern savaş” sürecini başlattılar.
Küresel sistem İslâm'la savaşırken, Türkiye'deki sivil ve askerî oligarşi, irtica'yı Türkiye'nin bir numaralı güvenlik tehdidi olarak konumlandırmaktan çekinmedi.
Böylelikle küresel sistemin kölesi olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Oysa benimsenen proje, bu topraklara, bu toprakların çocuklarına ihanetti: Bu toplumun tarih yapmasını mümkün kılan ruhköklerini kurutmak amacıyla imam–hatipler kapatıldı, Kur'ân Kursları kapatıldı, başörtülü kızlara üniversitenin kapıları kapatıldı.
Bunu, sömürgeciler bile yapamazdı!
Oysa imparatorluk bakiyesi ve nüfusun % 98'inin resmen müslüman olduğu bir ülkede, toplumun ortak kimliği, müslüman kimliği pekiştirilmeliydi; tam tersine İslâmî kimlik aşağılandı, toplumu mankurtlaştıracak adımlar atıldı her alanda.
Toplumun İslâmî köklerini kurutmak, bu topluma yapılabilecek en büyük ihanetti.
Bunun faturasını bu toplum daha sonra çok ağır ödeyecekti.
TÜRKİYE'NİN PARÇALANMASI İHANETİ!
İşte ikinci büyük ihanet tam bu noktada devreye girdi: Toplumun İslâmî kimliğini aşağılayarak, laik kimliği her alanda dayatmaya kalkışmak, etnik kimliklerin kaşınmasıyla ve etnik kimliklerin İslâmî kimliğin önüne geçmesiyle sonuçlandı.
Bu, Türkiye'nin parçalanmasının tohumlarını eken büyük bir ihanetin başlangıç noktasıydı.
Oysa yapılması gereken şey, tam tersine, İslâmî duyarlıkları, kimliği, söylemleri pekiştirmekti: Bunun için de gerekli tarihî malzemeyi seferber etmek gerekiyordu. Meselâ, Türklerle Kürtler ne zaman ki, omuz omuza vermişler, işte o zaman hem emperyalistlerin oyunlarını püskürtmüşler hem de müşterek bir medeniyet dünyasını birlikte inşa etmişler. Kardeşliklerini tarihe nakşetmişler.
İslâmî kimliğin ve duyarlıkların bastırılması, laik kimliğin ve duyarlıkların dayatılması, kaçınılmaz olarak etnik kimliklerin, İslâmî kimliğin önüne geçmesine, bu da, Türkiye'nin parçalanma sürecinin tohumlarının ekilmesine yol açtı.
Özetle: Bu ülke, böyle bir ihanet görmedi.
Hem irtica diyerek İslâmî kimlik, duyarlıklar bastırıldı; bu topraklardan İslâm'ın izini silecek her tür ihanet güvenlik meselesi olarak konumlandırıldı; hem de etnik kimlikler kaşınarak ülke bölünmenin eşiğine fırlatıldı!
İşte 28 Şubat'ın iki büyük ihaneti!
Eğer bu iki büyük ihanet bütün yönleriyle derinleşmesene sorgulanmazsa, bu ülke, bu tür ihanetlerden hiç bir zaman kurtulamaz.
Vesselâm.