Dolar

32,3406

Euro

35,1142

Altın

2.239,13

Bist

8.891,04

Yazar Kemal Tahir'in vefatının 48. yıldönümü

Eserlerinde Anadolu, Kurtuluş Savaşı yılları ve Osmanlı tarihi gibi konuları işleyen yazar, Türk romanına yerli bir kimlik kazandırmak için büyük mücadele verdi.

3 Yıl Önce Güncellendi

2021-04-21 13:08:18

Yazar Kemal Tahir'in vefatının 48. yıldönümü

Romancılığı ve hikâyeciliği bakımından özgün ve dikkat çeken bir edebi kimliğe sahip yazar Kemal Tahir'in vefatının üzerinden 48 yıl geçti.

Doğum tarihiyle ilgili pek çok rivayet bulunan ve asıl adı İsmail Kemalettin Demir olan Kemal Tahir, "Notlar" eserine göre İstanbul'da 15 Nisan 1910'da dünyaya geldi.

İlkokul yıllarını, alaylı bir deniz subayı ve Abdülhamid'in hünkâr yaverliğini yapmış bir yüzbaşı olan

babası Tahir Bey'in görevleri dolayısıyla farklı illerde geçiren Kemal Tahir, 1922'de tekrar İstanbul'a gelerek 1923'te Kasımpaşa'daki Cezayirli Haşan Paşa Rüştiyesi'ni bitirdi.

1932'de sanat dergisi "Geçit"i okurlarla buluşturdu

Kemal Tahir, hayatında önemli bir yeri olan ve "Esir Şehir" serisinde de yer alan Galatasaray Lisesi'ne girdi. Ancak annesinin vefatı üzerine öğrenimini yarım bırakıp çalışma hayatına atıldı.

Annesinin vefatından oldukça etkilenen ve cenazesine katılmayan Tahir, ona olan özlemini "İnsan, annesine ne güzel şımarır. Ben bu anne bahsinde anneme hiçbir zaman layıkıyla doymuş olmamamın azabını çekerim. Bu sebeple anneleri yaşayan dostlarımın anneleri topyekün benim annelerim gibiydiler." ifadeleriyle dile getirdi.

Kemal Tahir, 1928-1932'de avukat kâtipliğinin yanı sıra Zonguldak Kömür İşletmelerinde ambar memurluğu yaparken, edebi hayata ilk olarak 1932-1934'te atıldı.

Türk edebiyatına romancı olarak ün kazanan Tahir, edebiyat hayatına incelemeye konu olan romanlarla ve hikâyelerle değil, daha çok sosyal konular taşıyan şiirleriyle başladı.

Eserlerinde Anadolu, Kurtuluş Savaşı yılları ve Osmanlı tarihi gibi konuları işleyen yazar, şiir türüyle ilgilendiği ilk zamanlarda, çeşitli takma adlar kullanarak "İçtihad", "Yeni Kültür", "Geçit", "Karikatür" ve "Yedigün" dergilerinde yazdı.

Usta edebiyatçı, Yakup Sabri, Ertuğrul Şevket, İsmail Safa ve Arif Nihat Asya ile birlikte 10 Ekim 1932'den 14 Temmuz 1934'e kadar, toplam yedi sayı çıkardığı sanat dergisi "Geçit"te ilk şiirlerini kaleme aldı.

Tahir, 1932'de hayatının önemli bir bölümünü teşkil eden gazeteciliğe başladı ve bu mesleğin etkileri romanlarında da "Murat" karakteri vasıtasıyla okuyucunun karşısına çıktı.

"Vakit", "Haber", "Son Posta" gazetelerinde 1932-1938'de düzeltmen, röportaj yazarı, çevirmen olarak çalışan Kemal Tahir, sonrasında "Yedi Gün" ve "Karikatür" dergilerinde sekreterlik, "Karagöz" gazetesinde başyazarlık ve "Tan" gazetesinde yazı işleri müdürlüğü yaptı.

Kemal Tahir için hapishane bir gözlem yeri oldu

Kemal Tahir, 1934'te çıkan soyadı kanunuyla "Tipi" soyadını aldı. Fakat bu soyadını uzun süre kullanmayarak sonraki yıllarda "Demir" ve "Benerci" soyadlarını aldı.

İktisadi konularda telif ve çeviri yazılar yayımlayan Tahir, 12 Ağustos 1937'de, İzmir'de öğretmen Fatma İrfan Akersin ile ilk evliliğini yaptı.

Eserlerinde sadece "Kemal Tahir" adıyla yetinen yazar, Fatma Hanıma yazdığı bir mektupta "Tipi" soyadını almasına ilişkin, "Kemal Tahir Tipi'den sana selam… Ben (Tipi) soyadını Tanrı'nın yardımıyla aldım. Kocaman deyişli sözleri sevmiyorum. Eller, kendilerini yüceltmek için namlarını ululuk anlatan kelimelerden seçtiler. Bu kalabalığa karışmak bize yaraşmaz. Söyleyişi, 'us'da yer edişi, sesi kolay bir kelime…" ifadelerini kullandı.

Astsubay kardeşi Nuri Tahir'e, Sabahattin Ali'nin bir öykü kitabını vermesinin ardından Tahir, "askeri isyana teşvik" suçlamasıyla Nazım Hikmet ve Hikmet Kıvılcımlı ile birlikte yargılandığı dava nedeniyle 1938'de tutuklanarak, 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

İstanbul Tevkifhanesi ile Çankırı, Malatya ve Çorum hapishanelerinde yatan Tahir, 1949'da Nevşehir Cezaevine nakledilmesinin ardından 1950 yılında genel afla tahliye edildi.

Cezaevi yılları Kemal Tahir'in gerçek anlamda bir romancı kimliği kazanmaya başladığı yıllar oldu. Cezaevinden çıktıktan sonra meşhur sarı defterlerini oluşturan dört bin sayfalık roman notuyla İstanbul'a dönen Tahir, bunun yanında cezaevlerinde tanıklık ettiği kimseleri ve olayları kurgusunun temel malzemesi haline getirdi.

"Kelleci Memet" (1962), "Esir Şehrin Mahpusu" (1961), "Namuscular" (1970), "Karılar Koğuşu" (1974), "Damağası" (1977) gibi romanlar, Tahir'in kaldığı hapishanelerde geçen eserler oldu. "Sağırdere" (1950), "Körduman" (1957), "Yediçınar Yaylası" (1958), "Köyün Kamburu" (1959), "Büyük Mal" (1970), "Rahmet Yolları Kesti" (1957) ve "Bozkırdaki Çekirdek"te (1967) ise romanlardaki esas mekan söz konusu hapishanelerin bulunduğu şehirlerdi.

Tahir, daha sonra çeşitli takma adlarla "Kastil Büyücüsü", "Saygon Geceleri", "Dehşet Yolcuları" ve "Mayk Hammer" dizisini çevirdi. "F. M." takma adıyla çevirdiği Mayk Hammer romanlarının gördüğü ilgi üzerine, bu kitapların benzerlerini kaleme alan Tahir'in kendi kitapları çevirilerden daha fazla rağbet görmeye başladı. Yine bu dönemde "Esir Şehrin İnsanları" romanı, 1953'te Nurettin Demir ismiyle İstanbul gazetesinde yayınlandı.

"Kemal Tahir" adını 1954'e kadar eserlerinde kullanamayan yazar, bir süre İzmir Ticaret gazetesinin İstanbul temsilciliğini yürütürken, "Göl İnsanları"nı 1955'te kitap haline getirdi.

1955'ten sonra yayımladığı eserleriyle tanındı

"Esir Şehrin İnsanları"nı 1956'da çeşitli düzenlemeler sonucu tekrar yayınlayan Tahir, 1957'ye kadar çeşitli gazete ve yayın evlerinde çalışmasının ardından Aziz Nesin ile birlikte Düşün Yayınevi'ni kurdu.

Köy romanlarının prototipi olarak görülen "Göl İnsanları", Kemal Tahir'i romancı olma noktasında cesaretlendirirken, Tahir'in ilk romanı 1955'te kaleme aldığı "Sağırdere" oldu.

Tahir, 1960'tan sonra tamamen edebiyata yöneldi ve hayatını romanlarından elde ettiği gelirle sürdürmeye başladı, eserlerinde Osmanlı dönemi, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi, tek parti iktidarı, köy enstitüleri ve Asya tipi üretim tarzı gibi konuları ele aldı.

Yakın arkadaşları olan Metin Erksan, Halit Refiğ ve Atıf Yılmaz ile film senaryoları üzerine de çalışan Tahir'in katkı sunduğu senaryolardan, Atıf Yılmaz'ın yönettiği "Yarın Bizimdir" 1963'te, Halit Refiğ'in yönettiği "Haremde Dört Kadın" 1965'te, Memduh Ün'ün yönettiği "Namusum İçin" filmi ise 1966'da çekildi.

"Devlet Ana" eseri, edebiyat dünyasında büyük yankı buldu

Kemal Tahir, 1965'te "Yorgun Savaşçı" eserinin ardından edebiyat hayatında yeni bir döneme işaret etti. Bu dönem, yazarın fikirlerinin kesin hatlarla olgunlaştığı son evre oldu.

"Yorgun Savaşçı" eserini "Devlet Ana", "Bozkırdaki Çekirdek" ve sağlığında yayımlanan son romanı "Yol Ayrımı" takip etti. Özellikle "Yorgun Savaşçı", "Devlet Ana" ve "Yol Ayrımı" yazarın içerik bakımından tarihe yöneldiği ve hatta onunla hesaplaştığı eserlerdi.

Tahir, bu evrede artık Doğu toplumları ile Batı toplumlarının birbirlerinden farklı olduğu gerçeğini, düşüncelerinin temeline, bilhassa da geliştirmeye çalıştığı Doğu-Batı çatışması teorisinin merkezine yerleştirdi.

Yazarın düşüncesine göre, tarihteki işleviyle Doğu'yu temsil eden Osmanlı Devleti'ydi. "Osmanlı'nın ana görevi, Doğu-Batı çatışmasında Batı'ya karşı Doğu'yu korumaktır." diyen yazar, bu görüşünü notlarında, "Osmanlı'nın tarih yüzüne çıkışı, yüklendiği, yüklenmek zorunda bulunduğu misyon nedeniyledir. Bu misyon, bulunduğu mıntıkayı, bu mıntıkanın gerilerini Doğuluları, soyguncu Batı'ya karşı savunma görevidir. Osmanlı bu görevin şuuruna varmış, onun yüceliğini kavramıştır." ifadeleriyle özetledi.

Kemal Tahir, "Devlet Ana"yı da ilk olarak bir film tasarısı şeklinde Halit Refiğ'in isteği üzerine kaleme alsa da daha sonra bu eser romana doğru evrildi.

İsmini önceleri "Osmanlı Çekirdeği" veya "Derin Geçit" olarak düşünen Kemal Tahir'in "Devlet Ana" adıyla 1967'de yayınlanan romanı hem edebiyat dünyasında hem de gündemde büyük bir yankı buldu.

Türk romanına yerli bir kimlik kazandırmaya çalıştı

Türk romanına yerli bir kimlik kazandırmak için hayatı boyunca mücadele veren yazar, "Devlet Ana" kitabına ilişkin Mehmet Seyda'ya verdiği bir röportajda, şunları kaydetti:

"Romanda romancının kendi başına yapacağı çalışmaya gelince, burada, gerçekçi roman için, bilhassa böyle tarihin belli döneminden hareket ederek o dönemdeki köklerden bugünün insanını belirlemeye çalışan ve gelecekteki insanın nasıl davranabilir olduğunu araştırmaya çalışan bir yazar için, böyle özel bir çalışma zorunludur. Biliyorsunuz, yeterli tarihsel, sosyal ekonomik araştırmalar yapılmamıştır, bizim memlekette. Yapılmışsa bile kolayca ele geçmez, dağınık yapılmıştır. Bunları toplayıp, bunlardan gereğince faydalanmak belli bir ortamda bunlarla meşgul olan bir yakın arkadaş grubu bulamamak, sanatçıya, kendi işini kendi yapma zorunluluğunu da yüklüyor. Bu sebepten, sanatçı böyle bir tarihi kesit aldığı zaman, yani insanların tarihleriyle sosyal münasebetlerini aldığı zaman, birtakım araştırmaları tıpkı demeyeyim, kısmen bir bilim adamı gibi araştırmak zorunda kalıyor. Bu da benim kendi şahsi fikrimdir, belki de benim bir özelliğimdir."

Kemal Tahir, romanının temeline insanı koyduğunu ve roman anlayışının tek insanın dramına dayandığını da söyleyerek, roman anlayışını şöyle açıklamıştı:

"Roman anlayışım, toplumun tarihsel gelişi içinde drama çatmış tek insana dayanır. Drama çatmış insanın kendisiyle ve çevresiyle boğuşmasını derinlemesine inceledikçe, Anadolu Türk insanının geleceğine, bu insanın dünya insanlığını zenginleştirecek özel cevhere sahip olduğuna güvenim artmıştır. Bence insan dramı, insanın kapana kısılmış gibi göründüğü yerde vardır. Buradaki kıstırılmışlık, insanın dış itmeler kadar kendi kendini itmesiyle meydana gelmiştir. Ayrıca bu kapan, hiçbir çıkış noktası kalmamış, kesin bir kader de değildir. Tersine, bütün insanlar gibi drama çatmış insan için bile dört yanı alabildiğine açıktır. Çünkü kıstırılmak karşı durulmaz bir kader haline geldi mi, orada söz konusu olan insan dramı değil, çaresizliktir."

Birçok ödül aldı

Eserlerinde Bedri Eser, F.M., TİPİ ve TA-KA gibi takma adlarını kullanan Tahir, "Yorgun Savaşçı" romanıyla 1967-1968 Yunus Nadi Roman Armağanı'nı aldı.

Okuyucunun romandan "kurtuluş reçetesinin Batı'da olmadığı kendi öz değerlerinde olduğu" fikrini almasını istediğini belirten Kemal Tahir'in yerlilik ve tarih eksenli yazdığı "Devlet Ana", 1968'de Türk Dil Kurumu Roman Ödülü'ne layık görüldü.

Akciğerlerinden sıkıntı yaşayıp 1970'te ameliyat olan Tahir, 21 Nisan 1973'te geçirdiği bir kalp krizi sonucu İstanbul'da yaşamını yitirdi ve Sahrayıcedid Mezarlığı'na defnedildi.

Vefatının ardından "Kemal Tahir Vakfı" kuruldu

"Kemal Tahir Vakfı", Tahir'in ölümünden sonra eşi tarafından kuruldu ve Kadıköy'de hayatının son yıllarını geçirdiği evi müze olarak ziyarete açıldı.

Türkçeyi aynı dönem yazarlarına göre çok yalın kullanan ve ayrıntılara özen göstermesiyle tanınan yazarın "Namusçular", "Karılar Koğuşu", "Hür Şehrin İnsanları", "Dam Ağası", "Bir Mülkiyet Kalesi" romanları vefatından sonra yayımlandı.

Bir Kurtuluş Savaşı romanı olan "Yorgun Savaşçı", Osmanlı Devleti'nin kuruluşunu anlattığı "Devlet Ana", Serbest Fırka'nın kuruluş sürecine değindiği "Yol Ayrımı" ve daha önce "Tan" gazetesinde yayımlanan öykülerinden oluşan "Göl İnsanları" da Tahir'in en çok bilinen eserleri arasında yer aldı.

"Her alana dair kalem oynatmak Kemal Tahir'i anlamanın yolunu açar"

Yazar Kurtuluş Kayalı ise Kemal Tahir ile ilgili farklı isimlerin görüşlerine yer verdiği "Bir Kemal Tahir Kitabı- Türkiye'nin Ruhunu Aramak" isimli kitabında şu değerlendirmelerde bulunmuştu:

"Kemal Tahir deyince bir alana hapsolmak yanlış. Ancak her alana dair kalem oynatmak Kemal Tahir'i anlamanın yolunu açar. Tarih, sosyoloji, felsefe, iktisat, edebiyat ve hatta psikoloji hani 'o Türk insanının şuuraltını anlamak gerek sözü' folklor ve bilumum sosyal bilim dalı konularına odaklanmakla Kemal Tahir'in anlaşılmasının yolu açılabilir. Kemal Tahir'i anlamamak çoğumuzun duçar olduğu belli bilim disiplinlerine hapsolmaktan kaynaklanıyor. Bu anlamda şu "Sosyal Bilimleri Açın'" kitabının müellifleri hakikaten Kemal Tahir'in çağdaşları olarak görünüyor. Ancak böyle disiplinler arası bir anlayış Kemal Tahir'e yakınlaşmayı sağlayabilir. Aslında bir adım daha atmak lazım. Akademisyen başka, düşünür başka. Ancak akademisyenin darlığı aşılarak özgün düşünceye varılabilir. Sezai Karakoç da böyle söylemiyor muydu? Ortama bakıldığı zaman mesele anlaşılır."

Öykü, not, sohbet ve mektup içerikli çok sayıda esere imza atan yazarın kitapları arasında ayrıca şunlar bulunuyor:

"Sağırdere (1955)", "Esir Şehrin İnsanları (1956)", "Körduman (1957)", "Rahmet Yolları Kesti (1957)", "Yedi Çınar Yaylası (1958)", "Köyün Kamburu (1959)", "Esir Şehrin Mahpusu (1961)", "Bozkırdaki Çekirdek (1962)", "Kelleci Memet (1962)", "Yorgun Savaşçı (1965)", "Devlet Ana (1967)", "Kurt Kanunu (1969)", "Büyük Mal (1970)", "Yol Ayrımı (1971)", "Namusçular (1974)", "Karılar Koğuşu (1974)", "Hür Şehrin İnsanları (1976)", "Damağacı (1977)", "Bir Mülkiyet Kalesi I-II (1977)"

AA

Haber Ara