‘Su hayattır' sözünü hepimiz duymuşuzdur. Aynı zamanda su sağlıktır. Su kendisi yumuşak olmasına rağmen evrendeki en sert cisimleri dahi yola getirecek kadar da güçlüdür. Cami şadırvanlarındaki mermerlerde yaptığı izleri gözümüzün önüne getirdiğimizde ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.
Vücudumuzun neredeyse yüzde 70 gibi bir oranı sudur. Çok sert olan kemik yapımızın bile yüzde 30-35 oranının su olduğunu hatırladığımızda suya olan dayanılmaz muhtaçlığımız daha iyi anlaşılır. Su, doku ve hücrelerimizde yeteri oranlarda bulunduğunda temizlik vazifesini tam olarak yerine getirebilmektedir. Oruçla birlikte bu yeterlilik daha da önem arz ettiği için bugünkü konumuzu bu meseleye ayırdım. Zindelik ve dinginliğimiz azalıyor, halsiz ve bitkin oluyorsak, içtiğimiz su miktarını artırmamız gerekiyor demektir.
Su, hücrelerimizde, damarlarımızda biriken zehirlerin atılmasında birincil rol oynayan bir temizlik aracıdır. Doku ve hücrelerimizde biriken zehirleri oldukları yerlerden söküp vücudumuzun dışına atacak yegane yardımcımız da sudur. Suyun tüm bu elzem fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için yeterli miktarda alınması gerekir.
Dehidratasyon olarak isimlendirdiğimiz yetersiz su alımının kaçınılmaz sonu iştahımızı bozmasıdır. İştah artması yeme dengemizi bozarak bizi şişmanlatabilir. Kanda biriken toksinlerin etkisi ile bizi halsiz, bitkin bırakabilir. Doku ve hücrelerde kalan pis ve pas nedeni ile her tarafımızda yaygın ağrılara karşı acizlik içinde kalabiliriz.Yapılan bir çalışmayı hatırlıyorum; baş ağrısı ve ağrı ile müracaat eden hastaların büyük bir kısmında alınan su azlığı sorumlu tutuluyordu. Suyun az alınması eklemler arasında bulunan sıvıyı da azalttığından müzmin ağrıların da baş sorumlusu.