Masum görünüyor. Karışık, karanlık işlere aklı ermez gibi görünüyor.
Referandumda oy kullanmayı başaramaması, bu 'masumumsu' görüntüyü pekiştiriyor. Hele hele, Masum Türker, "Anayasaya göre referandumda oy kullanmayan milletvekili seçiminde aday olamaz" diye bir zarf atınca, "İnceledik, aday olabiliyorum" diye açıklama yapması, insanın 'merhamet' duygularını tahrik ediyor.
Yürüyen merdivenlere ters binen Süleyman Demirel olsa, insanlar bir anlam yüklerdi. Demirel de mutlaka münasip bir cevap verirdi.
'Siz giderken ben geliyordum demek istedim' derdi mesela. Veya, 'Ben doğru bindim, ben binince yürüyen merdivenler şaşırdı' derdi.
Kılıçdaroğlu öyle demiyor, zaten ondan Demirel ölçülerinde bir şey söylemesi beklenmiyor. Kılıçdaroğlu'nun merdivene ters bindiğini görenler, ya gülüyor, ya da 'Vah yazıık' gibi 'acıma' efektli bir tepki veriyor.
Bu kasten takınılmış bir hal midir? Kılıçdaroğlu'nun 'imaj maker'ları "Böyle görünmekte fayda var, iyi oy alırsın" mı diyorlar, yoksa gerçekten böyle midir? Bilemiyorum.
Kılıçdaroğlu'nun bir başka 'görünüş'ünün, bu 'görünüş'üyle paralellikler arzettiğini düşünüyorum.
Kılıçdaroğlu, 'kendi dışında cereyan ediyormuş' gibi görünen bir 'skandal'ın ardından genel başkanlık koltuğuna oturdu. Uzun zamandır varlığı bazı CHP'liler tarafından bilinen, ama referanduma birkaç ay kala meydana çıkarılan 'Baykal kaseti' Kılıçdaroğlu'nun önünü açtı.
Fotoğrafa bakın, Kılıçdaroğlu, tatlı bir tebessümle bakıyor ve "Aaa, önüm açıldı, hadi yürüyeyim" diyor, başlıyor yürümeye.
Böyle mi oldu?
Yoksa şöyle mi? O saklı kasetin, o uygun zamanda, ortaya çıkarılmasına karar verildi. Kaset ortaya çıkarıldıktan sonra, bir iki timsah gözyaşı döküldü. Sonra Kılıçdaroğlu'na 'Yürü ya Gandi" denildi. O da yürüdü.
Benim gördüğüm, 'Gandi' kendi kendine bir yöne doğru yürümeye başladığı zaman, durduruluyor.
'Başörtüsüne özgürlük', dediği zaman durduruluyor.
'Kürt sorunu' dediği zaman durduruluyor. 'Dersim' dediği zaman durduruluyor.
Önüne bir yol açıldığı ve o yolda yürümeye başladığı zaman, durdurulmuyor.
Kılıçdaroğlu'nun yürüyen merdivenlere ters binmesi de, benim hissettiğim kadarıyla kendi hatası değil.
Alışkanlık. Önüne açılan yol –ya da merdiven- ne yöne gidiyorsa oraya yöneldi Kılıçdaroğlu.
(Gandi 'pasif direnişçi'ydi ya, belki Gandi lakabı da bu yüzden yakıştırıldı.)
Peki son 'skandal'a ne demeli?
Oda TV'nin muhabiri İklim Bayraktar, "Baykal beni taciz etti" diyor. Bunu görüntüleyebileceğini söylüyor. Kemal Bey'den gizli kamera istiyor. (Bu nasıl bir şey, gazeteci, sırf olayı görüntüleyebilmek için kendini bir kez daha mı taciz ettirecekti?)
Kılıçdaroğlu burada, 'merdiven' vakasında olduğu gibi 'pasif' davranmıyor.
Kamera vermemek 'pasif'likse, kamera vermiyor.
Vermiyor ama, Bayraktar'a, "Saçmalama, çıldırdın mı sen? Biz telekulak mıyız? Yürü git" de demiyor. "Kendi imkanlarınla çek" diyor.
Bir miktar 'aktif'. 'İsterim, yan cebime koy ama, kamerayı sen bul, koskoca genel başkandan kamera istenmez' demeye getiriyor.
Rivayete göre, Halk TV'yi Soner Yalçın'a versin diye Baykal'ı sıkıştırmaya çalışıyorlar.
(Bayraktar, bu hikayeyi Yarsav'ın eski başkanıyla paylaşıyor. Bu da basit bir içini dökme seansıdır herhalde!) Şimdi diyelim Kılıçdaroğlu kendisinin 'aktif' olmadığı bir süreç sonucunda CHP'ye genel başkan yapıldı. Kendisinin aktif olduğu durumlarda, durduruldu.
Bayraktar'a, 'kamerayı kendin bul' demesini Kılıçdaroğlu'nun aktif olmaya başladığına mı yormalıyız?
Yoksa, Halk TV'yi Baykal'ın nüfuzundan kurtarmak için kendisine bir 'aktivite alanı' verilmiş olmasına mı?
Ben bunları merak etmiyorum. Bunlar fikir yürütülecek anlaşılabilecek şeyler. Benim asıl merak ettiğim şu:
Acaba, CHP'nin başına bu çorapları kim örüyor?
Cevap, 'Kılıçdaroğlu' değil.
Kılıçdaroğlu, çorabı giyer, örmez.
Yorum Yap