Dolar

42,6945

Euro

50,1592

Altın

5.898,49

Bist

11.311,31

Tenzih'le teşbih'ten a/similasyona: Terkip kabiliyetinin yitirilişi

18 Yıl Önce Güncellendi

2009-01-30 09:28:00

Tenzih'le teşbih'ten a/similasyona: Terkip kabiliyetinin yitirilişi

Düşünce, terkip kabiliyetinin serpilip gelişebildiği vasatlarda vücut bulabilir. Bütün yaratıcı fikir, sanat ve siyaset atılımları, büyük terkip dehalarının veya girişimlerinin eseridir. Örnekse, İbn Sina böyle bir dehadır; Kant böyle bir dehâdır.

İnsanlığın, terkip kabiliyetini yitirdiğini bilmiyorum fark edebiliyor musunuz? Peki, nedeni ne bunun? Terkip kabiliyetinin yitirilmesinin en temel nedeni, tefrik (=ayırt etme, ayrıştırabilme) ve dolayısıyla tevhid (=bütünleştirebilme) kabiliyetlerinin yitirilmesidir.

Sorun, yalnızca tefrik kabiliyetinin yitirilmesiyle sınırlı değildir; aynı zamanda, tevhid fikrinin yitirilmesiyle de doğrudan irtibatlıdır. Tevhid fikrinin olmadığı bir yerde, tefrik kabiliyetinin vücut bulabilmesinden sözedebilmek çok zordur. Çağımız, genel anlamda tevhid / bütünlük fikrinin, daha özel anlamda ise hakîkat'in tenzih / ?ilâhî şuur? ve teşbih / ?beşerî şuur? boyutlarının dengeli bir şekilde bihakkın tahakkuk etmesini sağlayan Tevhid fikrinin yitirildiği yegâne zaman dilimidir. Tevhid meselesi, bir başka yazının konusu; o yüzden değinmekle yetiniyorum sadece.

Peki, ne oldu da, nasıl oldu da, tefrik kabiliyetlerimizi yitirdik?

Şu ân, adına küreselleşme denen bir çağın mahkûmlarıyız: Mahkûmlarıyız diyorum; çünkü küreselleşme tecrübesi, coğrafyanın sona ermesiyle birlikte, aslında farklılıkların, daha kolaylıkla ?görülebileceği? bir tecrübe olması gerekirken, aksine, bütün farklılıkların düzleştirildiği, belirsizleştirildiği, tektipleştirildiği asimile edici bir tecrübe üretiyor.

Oysa hakîkî bir küreselleşme tecrübesinin farklılıkları ortadan kaldırmak, düzleştirmek yerine, fark ettirmesi ve tattırabilmesi beklenir. Çünkü farklılığın tanınması ve korunması esastır: Hiçbir din, inanç ve felsefe biçimi, bizim hoşumuza gitmiyor diye yok edilemez. Zira farklılığa müdahale, bizzat fıtrata müdahaleyle özdeştir; ve bu, müslümanlar açısından Hücurat sûresindeki ?li-teârefû? (farklılıkların farklılıklarının tanınması ve korunması) emr-i ilâhisinin hiçe sayılması anlamına gelir.

İşte bu nedenledir ki, Doğu'da Çin'e, Batı'da da Endülüs'e / İspanya'ya kadar uzanabildiği için, bütün tarihçiler tarafından gerçek anlamda ilk küresel tecrübe olarak kabul edilen İslâm medeniyeti tecrübesi, Hıristiyan, Yahudi, İslâm, Hindu, Budist, Zerdüşt vs gibi bütün farklı dînî geleneklerin ya da türlü felsefe veya din-dışı inanış biçimlerinin hem kendileri olarak varolabildikleri, hem de kendi ahlâk, toplum, hukuk ve felsefe sistemlerini geliştirebildikleri, farklılıkların tefrik edilebildiği, zenginlik olarak görülebildiği, vücut bulabildiği ve tadılabildiği derinlikli bir küreselleşme tecrübesi üretebilmişti.

Oysa şu ân yaşadığımız küreselleşme tecrübesi, farklılıkları düzleştiren, tektipleştiren ve asimile eden ?ilkel? bir tecrübedir: Zira coğrafî bakımdan bir ?ölçek genişlemesi? yaşıyoruz; ama zihnî bakımdan bir ufuk daralmasına mahkûm olmaktan da kurtaramıyoruz kendimizi.

Çünkü yaşadığımız çağdaş seküler küreselleşme tecrübesi, derinlikli bir felsefeden yoksun; aksine simülatif (sığ, sınırlı, sınırlayıcı ve hatta felsefî / zihnî anlamda boğucu, tek boyutlu) bir tecrübe. Küreselleşmenin kaynağını oluşturan seküler Batı düşüncesi, Tanrı, kâinât, insan, anlam gibi en temel varlık ve hakîkat sorunlarını, meselâ anlayamamış, çarpıtmış, sığlaştırmış ve karikatürize etmiştir. Bu simülatif algılama biçimi, ontolojik güvensizlik duygusunun zuhûr etmesine yol açmış, bu da epistemolojik güvenlik alanlarının genişletilmesiyle (=kontrol ve kolonize etme güdüsünün ve araçlarının hükümranlığıyla) sonuçlanmıştır: Neticede insan, kendisine de, Tanrı'ya da, kâinâta da yabancılaşmış, asimile ve elimine olma tecrübesinin eşiğine yuvarlanıvermiştir.

Seküler, tek boyutlu Batı uygarlığının simülasyondan asimilasyona, oradan da kendisi dışındaki her şeyi elimine / yok edici bir şiddet tecrübesine dönüşmesinin nedeni, teşbih'i mantîkî sonuçlarına kadar götürmesidir. Doğu hikmet geleneklerinin tenzih'i mantîkî sonuçlarına kadar götürmesi nasıl bu geleneklerin tarihten kendiliklerinden çekilmeleriyle sonuçlanmışsa, seküler-pagan Batı tecrübesinin insanı tanrılaştırma çabasına yol açan teşbih'te ifrat'a sürüklenmesi, Batılı insanın hem kendisine, hem diğer insanlara, hem de tabiata zulmedecek kadar azmanlaşmasıyla sonuçlanmıştır.

Hakikatleri görecek ?akleden kalb?in yitmesi, insanın tefrik kabiliyetlerini yok etmiş, bu da, yaratıcı fikir, sanat ve siyaset atılımlarının kaynağı olan terkip kabiliyetinin sırra kadem basmasına yol açmıştır. Sonuçta ortaya çıkan şey, Ernst Cassirer'in deyişiyle, ?entellektüel merkezin kaybolması ve tam bir düşünce anarşisi? olmuştur. (An Essay on Man, s. 39).

Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara