Dolar

42,6945

Euro

50,1592

Altın

5.898,49

Bist

11.311,31

Şizofreninin fendi, Türkiye'nin yükselme trendini yener mi?

17 Yıl Önce Güncellendi

2009-12-21 11:01:00

Şizofreninin fendi, Türkiye'nin yükselme trendini yener mi?

Fehmi Koru, gözden kaçan önemli bir tespitte bulundu ve -özetle- şöyle dedi: Eğer açılım, gerçekten başarıya ulaşırsa, Türkiye'de AK Parti (yani yabancılaşmamış, devşirilmemiş yerli damar) Türkiye'de uzunca bir süre iktidar olur...

Türkiye'de yerli, bu “ülke”nin tarihî derinliğiyle, medeniyet birikimiyle ve dinamizmiyle bir şekilde ilişki kurma kaygısıyla hareket eden “kadro”lar, ilk defa, Türkiye'yi bugüne kadar dışa bağımlı kılan, yabancılaşmış, 1908'den itibaren bürokratik / kurumsal iktidarı elinde tutan ve Türkiye'de her bakımdan gerçek anlamda iktidar olan, Türkiye'nin çıkarlarından çok, kendi sınıfsal, grupsal, kurumsal çıkarlarını küresel güçlerin çıkarları doğrultusunda sürdürme kavgası veren elitist “kadro”ların bu ülkenin çıkarlarını korumak gibi bir kaygıyla hareket etmediklerini gösterdi.

O yüzden, bu toplumun tarihî, kültürel ve fikrî temelleriyle ilişkileri hem olmayan, hem de bu ilişkileri yok etme kaygısıyla hareket eden 1908-sonrası elitist, yabancılaşmış ve yabancıların çıkarları için bu ülkeyi, kaynaklarını, tarihî derinliğini dekor yapmaktan çekinmeyen bu “devşirme”, laikçi, metamorfoz yemiş bürokratik kadrolar, ilk defa, kurumsal iktidarlarının sarsıntı geçirdiğini hissetmeye başladılar.

Bu bürokratik kadrolar, Türkiye'yi, tarih yapan bir ülke konumundan uzaklaştırarak, tarihte tatil yapan bir ülke konumuna düşürmeyi başardılar! Yani kale içeriden fethedildi ve İngilizler muratlarına erdi! Sadece Osmanlı durdurulmadı; aynı zamanda, Türkiye'nin yeniden tarih yapmasını mümkün kılacak medeniyet ruhu da kurutuldu, medeniyet rolü ve iddiası rafa da kaldırıldı: Sömürgecilerin yapamadıklarını bu kurumsal, bürokratik, yabancılaşmış, devşirme elitler yapmayı başardılar: Laikçilik söylemleriyle Türkiye'nin hem ufkunu daralttılar ve karattılar, hem de ruhunu yediler ve bitirdiler!

Bu laikçi, devşirme kadrolar içinde gerçekten de deneyimli, donanımlı ve sadece Türkiye'nin çıkarlarını korumak, pekiştirmek için çalışan bir damar var/dı; ama bu damar, çok zayıf/tı.

Bugün Türkiye'deki iç ve dış açılım süreçlerinin bir anda tıkanmasının temel nedeni, açılımların dilinin büyük ölçüde, köklü, derinlikli, kuşatıcı, ufuk ve çığır açıcı bir dil olmaktan uzak olmasıdır. Bu dil, genelde Türkiye'deki kurumsal iktidarın laikçi kadrolarının, donmuş, ufuksuz, günübirlikçi, vaziyeti idare edici, dolayısıyla en küçük bir engel/leme/de bile geri tepmeye, hatta ters tepmeye müsait seküler, tabansız, dayanaksız, dayanaksız olduğu için de dayanıksız bir dildir; o yüzden bu sığ, vaziyeti idare edici dilin idareye vaziyet edebilmesi, dolayısıyla karşılaşılan bariyerleri aşarak önümüze yeni koridorlar açabilmesi imkânsızdır. İşte bunu görecek göz yok bizde!

Açılımlar faslında ilginç bir ayrıntıya dikkat çekmek gerekiyor: Dış politikada gerçekleştirilen açılımlar, (medya gücü yoluyla zorla propaganda edilmeye çalışıldığının aksine) Türkiye'nin tarihî rolünü, derinliğini, ruhunu yeniden harekete ve hayata geçirmeye çalışan, daha ufuk açıcı, daha ümit vaat edici, bize özgü bir dil olduğu için, Türkiye'yi hem dünya gündemine oturtmayı, hem de, bölgemizde Türkiye'nin merkez ülke rolünü başarıyla oynamaya başladığını göstermesinden sonra umut vaat edici somut sonuçlar almayı başarmıştır.

İçeride gerçekleştirilen adına “Kürt açılımı” denilen açılımın, aynı ölçüde başarılı olamamasının ve bir anda ters tepmeye başlamasının nedeni, bu iç açılımın dilinin büyük ölçüde halen Türkiye'de gerçek anlamda iktidar olan kurumsal / bürokratik laikçi kadroların oluşturduğu boğucu, kuşatma altına alıcı, yabancılaşmış, Türkiye'yi öncelikle kültürel ve zihnî düzlemde Batı'ya bağımlı kılmak için mücadele eden, Türkiye'nin etrafını düşmanlarla çevrili gören, bizim kurucusu ve koruyucusu olduğumuz medeniyet havzasının ruhunu, enstrümanlarını yok etmeyi birincil görevleri addeden seküler, Batılıların epistemolojik ve ontolojik düzlemlerde gönüllü acentalığını yapan “devşirme”lerin devşirme dillerinin etki alanından kurtulamamasıdır.

İnanılmaz bir paradoks var burada: Türkiye'nin dış açılım sürecinde kurduğu dil, yerli ve ufuk vaat edici bir dilken; iç açılım sürecinin dili boğucu, Türkiye'nin önünü tıkayıcı, ufkunu karartıcı bir dil!

Bu şizofrenik / parçalı dil, Türkiye'nin bütün büyük sorunlarının temelinde yatan patolojinin dilidir ve bizim önümüze yeni koridorlar açmak yerine, inanılmaz bariyerler açmaktan ve bizi birbirimize düşürmekten başka bir işe yaramıyor.

Şizofreninin fendi, Türkiye'nin yükselme trendini yener mi? Bunu, yabancılaşmış, metamorfoz yemiş “devşirme” kadroların devre dışı bırakılma süreçlerinde elde edilecek başarı oranı belirleyecek…

 

Yenişafak

Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara