Çağı anlamadan İslâm'ı, Hz. Peygamber'i anlamadan ise çağı da, İslâm'ı da anlayamayacağımızı kavrayabilmiş değiliz. Bu yakıcı gerçeği kavrayamadığımız sürece, Kur'ân'la / İslâm'la doğrudan irtibat kuramayacağımızı idrak etmekten çok uzağız hâlâ.
Oysa, modernliğin geliştirdiği seküler meydan okumanın da katkısıyla zuhûr eden fetret dönemi'ndeki ontolojik evsizleşme ve epistemolojik kırılmanın, İslâm'la (ve diğer kültürlerle) sahici değil, simülatif / sahte, yapay, yüzeysel ilişkiler kurmamıza yol açması, bu medeniyet buhranı sürecinde Kur'ân'la ve İslâm'la ilişki kurma girişimlerinin geri tepmesi, tespitlerimi doğruluyor.
Meselemiz, Kur'ân'a ve Sünnet'e gidebilmek meselesi. Ama içinde yaşadığımız çağın kendine özgü açmazları, (bilinç ve bilinçaltı dünyamızın önüne ördüğü kalın duvarlar, bariyerler, henüz göremediğimiz devâsâ engeller) Kur'ân'a ve Sünnet'e gitme girişimlerimizin kısa devre yapmasına yol açıyor. Öyle ki, bu bağlamda yaptığımız çağrılar, Kur'ân'ın ve Sünnet'in çağrısıyla ilgisi olmayan, aksine, içinde yaşadığımız ve ne olduğunu, nelerden oluştuğunu, Kur'ân'a ve Sünnet'e gitme çabalarımızın önüne ne tür tersyüz edici bariyerler ördüğünü kavramakta zorlandığımız, çağın çağrıları aslında. Kur'ân ve Sünnet'in değil.
Afgânî'den, Abduh'tan bu yana gelişen bütün İslâmcı hareketler, bizi görünüşte, "doğrudan" Kur'ân'a ve Sünnet'e çağırıyor; ama gerçekte Kur'ân'a ve Sünnet'e mi çağırıyor; yoksa farkında olmadan bizatihî çağın kendisine mi? Ne yazık ki, bizatihî içinde yaşadığımız çağ'a çağırıyor.
Gerçek bu; ama biz bu gerçeği görebilecek idrak, tefrik, tefekkür, tefhim, tedebbür, taakkul ve tezekkür kabiliyetlerinden yoksunuz.
Kur'ân ve Sünnet'e gitmeyi hedefleyen çağrı/ları/mızın dili, Kur'ân'ın ve Sünnet'in dili değil, aksine, çağın çağrısının dili: İslâmî bir dil değil, seküler bir dil.
Modernliğe reaksiyon olarak kurulan ama tam da reaksiyon olmasından ötürü, bizzat modernliğin geliştirdiği aksiyonun varolduğu, varlığını hayata kazıdığı seküler vasatın içinde, bu vasatın duyuş, düşünüş, algılayış, yaşayış ve zihin setleri tarafından belirlenerek vücut bulan, bu vasatı fark etmediği ve terk etmediği sürece de ne kadar reaksiyon gösterirse o kadar bu vasatın hem ifadesi, hem de ifade edicisi söylemlerin, formların ağlarına takılmaktan, dolayısıyla bu vasatta üretilen aksiyonu daha aktüel hâle getirmekten, yeniden-üretmekten ve sonuç itibariyle meşrûlaştırmaktan kurtulamadığını, kurtulamayacağını fark edemeyen reaksiyoner veya savunmacı modernist / seküler bir dil İslâmcı/lık/ların Kur'ân ve Sünnet çağrılarının dil/ler/i.
O yüzden, bizi bir yandan Kur'ân'a ve Sünnet'e çağırdığını iddia ediyor; öte yandan da geliştirdiği çağrının "modernizmin yegâne alternatifi İslâm'dır" gibi son derece marazî, şizofrenik, patetik bir dil kullandığını ve bu dilin bizi Kur'ân'a ve Sünnet'e değil, bizzat içinde yaşadığı çağa çağıran, içinde yaşadığı çağda hükümran olan seküler algılama ve varoluş vasatını bir kez daha -ama tersinden- yeniden üreten ve meşrûlaştıran bir dil olduğunu göremiyor.
Özetle... İçinde yaşadığımız çağın bütün insanlığın bilinç ve bilinçaltı dünyalarını belirleyen, şekillendiren ve yönlendiren tek zihin kalıbını ürettiğini, bu seküler zihin setlerinin başka bilinç ve bilinçaltı biçimlerini teslim alarak körleştirdiğini ve kararttığını; ağlarını bütün insanlığın bilinç ve bilinçaltı biçimlerini devre dışı bıraktıracak kadar ördüğünü görmemiz ve kendimizi bu çağın ağlarından özgürleştirebilmemiz, kurtarabilmemiz ... bu çağın içine girerek dışına çıkabilmemiz, bu çağı aşabilmemiz gerekiyor...
Bu çağın dışına çıkabilmenin şartının önce bu çağı bütün yönleriyle tanıyabilmekten, sonra da bu çağdan arınarak bütün çağları seferber edecek; bizi bütün çağların çocuğu, tanığı ve tanıdığı konumuna yükseltecek; bizim bütün çağların çocuğu, tanığı ve tanıdığı olmamızı sağlayacak bir düzleme çıkarabilecek peygamberî solukla donanmaktan geçiyor... Tek kelimeyle, ümmîleşmekten yani.
Ümmîleşemediğimiz sürece, Kur'ân bize aslâ konuşamayacak; aksine, biz, Kur'ân'a, içinde yaşadığımız çağın bize giydirdiği (bütün insanlığı hapsettiği) zihin kalıplarıyla konuşmaktan ve bu zihin kalıplarını, Kur'ân'ı, kafamıza göre, marazî, seküler zihin setlerine göre konuşturacak şekilde kullanmaktan başka bir şey yapmış olmayacağız hiçbir zaman...
Not: "Bir tekvînî âyet, estetik mesele ve üstdil olarak Hz. Peygamber" başlıklı yazıların üçüncüsünü yazmadan önce önceki hafta Özgün Duruş'ta yayımlanan bu yazımı biraz değiştirerek yayımlamanın yararlı olacağını düşündüm.
Yeni Şafak
Kur'ân'ın bize 'konuşabilmesi' için...
17 Yıl Önce Güncellendi
2010-04-23 09:21:00
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Haber Ara
Yorum Yap