DİĞER İÇERİKLER

© Copyright 2023 - Timeturk İnternet Haber

Bu sitede yer alan tüm içerikler Timeturk'e aittir. Kopyalanması kesinlikle yasaktır.

A PHP Error was encountered

Severity: Notice

Message: Undefined variable: currency

Filename: layout/header.php

Line Number: 566

Backtrace:

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\views\layout\header.php
Line: 566
Function: _error_handler

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\controllers\Detail.php
Line: 836
Function: view

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\indexd.php
Line: 315
Function: require_once

A PHP Error was encountered

Severity: Warning

Message: Invalid argument supplied for foreach()

Filename: layout/header.php

Line Number: 566

Backtrace:

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\views\layout\header.php
Line: 566
Function: _error_handler

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\controllers\Detail.php
Line: 836
Function: view

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\indexd.php
Line: 315
Function: require_once

İki metamorfoz

2012-06-03 08:40:32
Kendi dünyamızı yitirdiğimiz için, başkalarının dünyalarında, başkalarının hayatını yaşıyoruz ama farkında bile değiliz bunun.

Bizim hayatımız, BURADA değil; çekildi gitti buradan... Burada olan, ora/sı. Ora/sı, burasılaştı; burasıysa buharlaştı çoktan.

Buradayız ama buralı mıyız acaba? Buralı bir yabancı'yı oynuyoruz yalnızca; üstelik de burada! İşte buna, yer-gök isyan eder! Nitekim ediyor da...


* * *
Düşünsenize, Erol Akyavaş diye bir ressamımız var; bizi kendimize -burayı yeniden buraya / kendine- getirecek kadar buradan derin nefes alan ve buraya derin ruh üfleyen bir ermiş... Ama biz burada ol/a/madığımız için Erol Akyavaş da yok.

Gerçekten yok. Kimse tanımıyor Erol Akyavaş'ı da, geliştirdiği harikulâde resim dili'ni de. Yalnızca Batı'da tanınıyor!


* * *
Bu kendine / kendimize yabancılaşma durumu, yalnızca Erol Akyavaş'ın resimleri karşısında yaşadığımız dilsizlik ve zihnî körleşme acınası hâliyle de sınırlı değil. Sözgelişi, Semih Kaplanoğlu'yla da ilgili. Semih Kaplanoğlu'nun sinemasının dili, bizim şu ânki metamorfoz yemiş dilimiz mi?

Oysa Kaplanoğlu'nun sinemasının dili, aslında bizim aslî dilimiz ve biz bu dili, tıpkı Kaplanoğlu gibi, başka alanlarda da yeniden üretebilecek şekilde özümseyebildiğimiz, bu dille ve derûnî kaynağıyla doğrundan, dolayısıyla doğurgan bir irtibata geçebildiğimiz zaman, bütün dünyaya çok esaslı bir ruh üfleyebilecek kıvama, olgunluğa ve sofistikasyona ulaşmış olacağız. Önümüzde uçsuz bucaksız bir yol uzanıyor ve biz bu yolu göremeyecek kadar yolumuzu, pergelimizi şaşırmış vaziyetteyiz!

Öyle ki, yüzlerce yıllık fikir, oluş ve varoluş çilesinden sonra geliştirdiğimiz, kişiliğimizi, ruhumuzu oluşturduğumuz, bu topraklara ve bütün dünyaya varedici ve kanatlandırıcı bir ruh üfleyebildiğimiz bu aslî dilimizi yitirdiğimiz için, bu dili hayata ve harekete geçiren Erol Akyavaş'ın da, Semih Kaplanoğlu'nun da dünyanın hayranlıkla, saygıyla ve imrenerek karşıladığı eserlerine 'aval aval' bakmaktan başka bir şey yapamayacak durumdayız!

Oysa tam da dünyanın ihtiyacını hissettiği sahici, varlığa ve herkese hayat bahşedici, derûnî bir nefes üfleyici aziz ve leziz, sade ve sade olduğu ölçüde de derinlikli, evrensel bir dil ve kaynak var karşımızda. Ve biz, bütün dünyanın önünde saygıyla eğileceği bu muazzam ve mütevazi dili anlayamayacak kadar metamorfoz yemiş durumdayız, ne yazık ki! Dünyada başka toplumlarda bir benzeri pek fazla görülemeyecek ölçüde ve ölçekte bir metamorfoz yeme / başkalaşma hâl-i pür melâli bu!


* * *
'Biz' derken, ortalama vatandaş'tan sözetmiyorum: Bu ülkenin en yetkin entelijansiyasından sözediyorum. Kaplanoğlu'nun filmlerini ya da Akyavaş'ın tablolarını, koyun önüne bu ülkenin entelijansiyasının, gördüklerini anlatsın size, küçük dilinizi yutarsınız!

Ben şahit oldum böyle bir hâdiseye. Yakınlarda, ünlü bir ressam'la sohbet ediyorduk; söz, döndü dolaştı perspektif'e, Picasso'ya filan geldi dayandı.

Ressam arkadaş, 'Türk resminin geliş/e/memesinin temel nedeni, perspektiften yoksun olmamızdır' diye bir laf kaçırdı ağzından; önce, pek fazla tepki vermedim: 'Eee... sonra...?' diye devam ettim; o da, kendinden emin bir şekilde, 'o yüzden, Picasso'lar, Dali'ler, Van Gogh'lar, Cézanne'lar çıkaramamışız; çünkü üçüncü boyut'tan yoksun kalmışız; üçüncü boyutumuz yok bizim; iki boyutlu bakıyoruz dünyaya, Hacivat-Karagöz iki boyutluluğuyla' (!) deyince, patladım elbette! İki çift laf ettim ve toplantı bitti!


* * *
Ettiğim lâf şuydu: 'Siz, resim sanatında perspektifin ne olduğunu da; nasıl bir anlam ve işlev üstlendiğini de; bizde, örneğin minyatürlerde, perspektifin olmamasının anlamı nasıl zenginleştirdiğini ve kişiyi nasıl aşkınlaştırdığını da; Picasso'nun Batı resim sanatı geleneğinde perspektifi kıran adam olduğunu da; dolayısıyla resim sanatını da, minyatürü de, orasını da, burasını da bilmiyorsunuz; ama maşallah illiterate / karacâhil hâlinizle burnunuzdan kıl da aldırmıyorsunuz yani!'

Erol Akyavaş'ın yüzlerce yıllık derûnî hakikat geleneğimizden özenle damıtarak tabloya yansıttığı sembolik ve aşkın dille hayat bulan geometrik, grafik, kaligrafik 'oyunlar'dan ne anlıyordu; o resimlere nasıl, hangi yaratık gibi bakıyordu, vesaire... sormadım bütün bu soruları ressam arkadaşa, nezaketsizlik olmasın diye!


* * *
Oysa perspektifin her şeye damgasını vurmaya başladığı Rönesans sürecinin, ilkin, açıkça Romantikler'e dek, ardından -belli belirsiz- kübistlere, dadacılara ve sürrealistlere gelinceye kadarki süreçte hükmünü icra eden resim sanatı, metamorfoz yemiş ressam arkadaşın zannettiğinin aksine üç boyutlu değil, esas itibariyle, tek boyutluydu: Salt fizik düzlemde işleyen, makinaya dönüştürülerek ruhu çalınan doğanın pozitivist yasalarıyla eşleştirilen, mimesis'e (doğanın, gerçekliğin yeniden-sunumuna / tabiatı veya gerçekliği taklide) dayalı antroposantrik / insan-merkezci sığ bir resim anlayışıydı. Romantiklerden itibaren girişilen empresyonizm, ekspresyonizm, post'ları, sembolizm, soyut resim gibi bütün resim arayışları bu tek boyutluluğu kırma arayışlarıydı aslında.

Işık, renk, gölge ve yüzey'le ilgili ne kadar incelikli, olağanüstü arayışlarla, buluşlarla karşılaşıyor olsak da, sonuçta, Rönesans sonrası resim sanatında izi sürülen şey, gerçekliğin, doğanın bir benzerinin en mükemmel şekilde yeniden-üretilmesini amaçlıyordu.

Öyle ki, ressamlar, gerçekliğin tıpkısının aynısını üretme konusunda Tanrı'yla yarışıyor gibiydiler: Ama yaptıkları şey, yaratılanın taklidinden öteye gidemiyordu! Modern / antroposantrik dünyanın kurulmasının gerisindeki yegâne zihin Aristo'nun biyolojiyle uğraşması gibi, Rönesans sonrası süreçte, örneğin Mikelanj, Leonardo vesaire gibi ressamlar da anatomiyle haşir neşir oluyorlardı: Üstelik de laboratuarda!

Düşünce analitiğe indirgenmişti; -resim sanatı örneğinde gözlendiği gibi- sanatsa anatomiye! İnsanın, tabiatın, gerçekliğin, hatta tanrının anatomisine! Rönesans öncesi resim sanatında İsa-Mesih, doğrudan bize / insana bakıyordu; böylelikle İsa-Mesih -'tanrı' olarak kabul edildiği için- ÖZNE'leştiriliyordu; Rönesans'la birlikte, bu süreç tam tersine dönüverdi: Bu kez, tanrılaştırılan, tanrının konumuna yerleştirilen varlık İnsan olduğu için, Özne'leştirilen İnsan, Nesneleştirilen ve bize değil sağa-sola bakacak şekilde resmedilen İsa-Mesih'e doğrudan bakmaya başladı! İnsan, tanrılaş/tırıl/mıştı çünkü.

İşte Picasso ve diğerleri, insanı tanrılaştıran bu perspektif putunu kırdılar!

Kırdılar da ne oldu? Sonuçta, sanat putlaştırıldı. Ve bütün putları kıran Breton'un sürrealizm manifestosu, reklamcıların putu oldu!

Bugün, reklam, varlığını, dilini, gücünü büyük ölçüde sürrealizme borçlu. Soru şu burada: Varlığını ve haksız hükümranlığını reklam üzerinden sürdüren bir dünyada sanattan sözedilebilir mi; hakîkî sanattan?


* * *
Ne anlam ifade ettiğini, neye tekabül ettiğini bilmediği hâlde başka bir dünyanın reklamını yapan ressamların, metamorfoz yemiş bir entelijansiyanın hükümferma olduğu yer, ne/re/ye dönmüştür, neresidir ve bu yer, nasıl bir metamorfoz yemiştir acaba?

Sahi, burası neresi, siz ne/rede/siniz?


* * *
ALİ AKEL ENDİŞESİ: Benim zamanımda haber müdürlüğümü/zü başarıyla yapan Ali Akel kardeşimin yazılarına son verildiğini öğrenmek, fena hâlde üzdü, tedirgin etti beni. Olacak iş mi şimdi bu? Oysa Ali, temiz, güvenilir ve çok iyi bir gazetecidir; 'bazı kaynaklar'a, kime nereye çalıştığı şaibeli, sürekli patinaj yapan 'tipler'le değil ancak onunla ulaşılabilir/di; umarım bu gerçek görülür ve bu yanlıştan kısa zamanda dönülür...
Görüş Bildir Bizimle Paylaş