Dolar

42,6945

Euro

50,1592

Altın

5.898,49

Bist

11.311,31

Hangi baskı?

16 Yıl Önce Güncellendi

2011-02-21 08:35:00

Hangi baskı?

Bir ilahiyat profesörü, Orhan Çeker, özetle, "dekolte giysinin cinsel tecavüzü teşvik edebileceğini" söyledi diye "vurun abalıya" denilerek medya tarafından tam bir linç girişimine tabi tutuldu! Papaz edildi, olmadık hakaretlere maruz kılındı, koskoca ilahiyat profesörü!

Nerede oluyor bu? Halkın ezici çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede! Olacak iş değil gerçekten!

Önce şu temel gerçekleri açıkça belirleyelim: Hiç kimse, bir başkasının giyimine, kuşamına, inançlarına, inançsızlıklarına, hayatına, hayat tarzına müdahale edemez; karışamaz; engel olamaz. Herkes istediği gibi inanmakta, inandığı gibi yaşamakta hürdür. Hiç kimseye inanma ya da inanmama konusunda da, nasıl inanacağı ya da yaşayacağı konusunda da baskı yapılamaz. İnsanların kendi inançlarını ya da inançsızlıklarını açıklamalarına da müdahale edilemez. Hakaret, aşağılama gibi insan haysiyet ve onur, şeref ve şahsiyetini hiçe sayan davranışlar ve müdahalelere meşrû hukûkî yollarla müdahale edilir.

Sözünü ettiğim bu temel gerçekler, İslâm'ın öngördüğü temel ahlâk ve hayat, hak ve hukuk ilkeleridir. İslâm inanç sistemi, hem bireysel, hem de sosyal düzlemde insanların aklının, malının, hayatının, neslinin, -neye inanıyor olurlarsa olsunlar- inançlarının korunması konusunda en fıtrî, en insanî ilkeleri barındıran, bunların, -çeşitli zamanlarda, çeşitli aksaklıklar, sorunlar yaşanmış olsa da- en iyi şekilde hayata aktarıldığı tarihen de sabit olan bir "sistem"dir.

Farklılıklara, farklı inanç, düşünce sistemlerine ve biçimlerine, başka bütün din, kültür, felsefe sistemlerinden daha fazla hayat ve varolma hakkı tanıyan bir sistem olduğu yüzlerce yıllık tarihî tecrübeyle de test ve ispat edilmiştir ayrıca da.

Avrupa'da, farklı din veya inanç müntesiplerini geçtik, farklı mezheplere inanan, farklı sınıf, ırk, etnisitelere mensup kitlelerin yüzlerce yıl -üstelik de medenîleştirme misyonu adına- katledildiği, yok edildiği, silip süpürüldüğü, zindanlara, fırınlara, engizisyon kazanlarına atıldığı bir zaman diliminde, bizim medeniyetimiz, herkesin sığınabildiği, korunabildiği, barınabildiği; bütün farklı din, kültür, inanç, düşünce, etnisite müntesiplerinin hayatın her alanında varlık gösterebildiği bir darü's-selam, bir barış ve adalet, bir hak ve hakkaniyet yurduydu. Sadece farklı inançlara, düşüncelere mensup insanların değil, hayvanların, tabiatın haklarının da özenle korunduğu, hayvanlar için özel hastanelerin, bakım ve barınma evlerinin açıldığı çok yönlü, çok katmanlı bir sulh, selamet ve emniyet beldesiydi.

Hayalî şeylerden sözetmiyorum: Bizzat yaşanmış gerçeklerden sözediyorum: Üstelik de Batılı seyyahların, sanatçıların, diplomatların, araştırmacıların hayretle ve hayranlıkla tanık olduğu gerçeklerden... Sadece bir örnek: Philip Mansell, Costantinople başlıklı kitabında, son üç yüzyıl boyunca Avrupa'da barınamayan belli başlı sanatçıların, yazarların, tüccarların tek sığınak yerinin Osmanlı payitahtı olduğunu anlatır uzun uzun...

Bugün İslâm dünyasının çeşitli bölgelerinde üstelik de İslâm adına bazı temel insan hak ve hürriyetlerinin ayaklar altına alındığı herkesin malumu. Ancak bunları İslâm'a mal etmek mümkün değil.

Bunların nedenlerini, İslâm medeniyetinin çökmesinde; İslâm dünyasının sömürgecilik sürecinde tarumar edilmesinde, bütün kökleşmiş İslâmî kurumların, kuralların hem çeşitli nedenlerle işleyemez hâle gelmesinde, hem de daha çok da bizzat sömürgeciler ve ardından da onların -bugün birer birer tahtları sallanan- kuklaları yerli, sömürgeleşmiş elitler tarafından uygulanan modernleştirici, sekülerleştirici, toplumu tam ortadan ikiye bölen, toplumun yüzyılların çilesi, acısı, birikimi ve tecrübesiyle inşa ettiği anlam haritalarını tanınamayacak kadar yıkan uygulamalarda aramak gerekir.

Özetle İslâm'ın hayatın her alanına çeki düzen verdiği, medeniyetin ilim, irfan ve hikmet sütunlarının, gökkubbesinin bütün canlılığıyla dimdik ayakta durduğu, hayatta olduğu -son iki yüzyıllık çöküş süreci dışındaki- büyükçe bir tarih diliminde, bırakınız başka dinlerin, inançların, düşünce biçimlerinin ve müntesiplerinin kökünü kazımayı, -genelde- bunlara gözle görülür bir baskı yapılmamıştır.

O yüzden, bu ülkede, inanan insanların başka insanlara inancından, giyiminden-kuşamından, hayat tarzından ötürü baskı yapması, şiddet uygulaması sözkonusu olmamıştır. Burada bazı istisnaları, genelleştirmenin akılla, mantıkla, vicdanla ve insafla bağdaşmayacağını söylemek bile gerekmiyor.

Orhan Çeker Hoca'nın söylediklerinden, herhangi bir şekilde kimi insanları ya da belli toplum kesimlerini aşağılayan, dahası baskıcı uygulamalara davetiye çıkaran bir anlam çıkarmak, kötü niyetli veya önyargılı kişilerin yapabileceği bir iş olabilir ancak.

Oysa bu ülkede modernleşme tarihimiz boyunca her türlü baskıya, şiddete, yasağa maruz kalan kesim, bu ülkenin kahir ekseriyetini oluşturan Müslüman nüfustur. Orhan Çeker'in söylediklerinden baskı, şiddet söylemleri icat edenleri, bu ülkenin nüfusunun kahir ekseriyetinin maruz kaldığı şiddeti, baskıyı, yasakları artık görmeye ve konuşmaya başlamaya davet ediyorum vesselam.

Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara