Dolar

42,6945

Euro

50,1592

Altın

5.898,49

Bist

11.311,31

“Doğrudan”, doğurgandır; “dolaylı”, dolandıran ve donduran (3)

17 Yıl Önce Güncellendi

2010-01-18 07:09:00

“Doğrudan”, doğurgandır; “dolaylı”, dolandıran ve donduran (3)

Sevgili Dücane Cündioğlu, Batı bilincinin görsellik, müslüman bilincinin işitsellik üzerinden inşa edildiğini söylüyor. Bendeniz, acizane, bu yaklaşımın, kategorize edici, dualist ve sorunlu bir yaklaşım olduğunu; ve yalnızca Batılıların bu tür bir yaklaşımı benimsediklerini; dolayısıyla böylesi bir “zemin”de, “muhkem” bir “yer”e, yolculuğa çıkabilmemizin pek mümkün olmayacağını düşünüyorum…

* * *

Tıpkı çağımızda olduğu gibi büyük varoluş ve hakîkat krizi yaşanan zamanlarda, parça'dan bütün'e gidilemez: Böyle zamanlarda, bütün'ün izi sürülebilmelidir ki, parça'nın bütün'ü nasıl parçaladığı, her şeyi nasıl paramparça ettiği, her şeyi ve herkesi nasıl yerinden ettiği, yersiz yurtsuzlaştırdığı, “evsizleştirdiği fark edilebilsin, fark tefrik edilebilsin, firak sona erebilsin.

Kriz zamanlarında, varlık ve hakîkat, ancak üç varoluş, duruş, duyuş, algılayış ve yaşayış düzleminin eşzamanlı ve eşgüdümlü olarak hayata ve harekete geçirilmesi hâlinde vücut bulabilir, vicdan olabilir, vecd'e giden kapıları sonuna kadar açabilir.

Eşya'ya, insana, varlığa, hakîkate bütüncül bakabilmenin üç farklı menzil'i, ilim, irfan ve hikmet menzilleridir. Bu menzillerden yalnızca birinden yola çıkarsak, yolda kalır, yaya kalır ve donakalırız.

İlim menzil'i bilgi'ye taalluk eder; irfan menzil'i bilme'ye; hikmet menzil'i ise bilince. İlim menzilinde, hakîkat, hayat bulur; irfan menzilinde hayat olur; hikmet menzilinde ise, hayat sunar herkese ve her şeye.

* * *

Pagan Batı uygarlığı, epistemoloji; “Doğu” hikmet gelenekleri fenomenoloji; vahiy medeniyeti ontoloji üzerinde/n yolculuğa çıkar/ır. Bu cümleyi, medeniyetimizin diliyle kurmamız gerekirse… Sünnet-i seniyye üç safhanın toplamından oluşuyor: Söz (Kavl, “mantık”-”akıl”), Fiil ve Hâl. Hâl böyle olunca, Batı uygarlığının söz-merkezli; “Doğu” hikmet geleneklerinin fiil merkezli; vahiy medeniyetlerinin hâl-merkezli olduğunu söyleyebiliriz.

Söz-merkezli gelenekler de, fiil-merkezli gelenekler de, sadece mevcut / yaratılmış üzerinden işler; biri (Batı), fizik gerçeklikte dondurur insanı ve yolculuğunu (fena'da fena); diğeri (“Doğu” hikmet gelenekleri) fizikötesi gerçeklikte “hiçliğe” ulaştırarak hayattan uzaklaştırır ve durdurur insanı (beka'da fena).

Vahiy geleneği ise, fiziği de, fizikötesini de eşzamanlı olarak hayata ve harekete geçirmesini mümkün kılacak Vücut (Yaratıcı'nın merkezinde olduğu Varlık) telakkisi üzerinde/n yolculuk yaptırır ve bütün menzilleri tattırır insana, varoluş ve hakîkati kavrayış yolculuğunda (cem makamı). Batı gibi kendisi dışındaki her şeyi yok etme ifratı; ya da hikmet gelenekleri gibi her şeyden yok olma, uzaklaşma tefriti üzerinden hakîkatten inhiraf biçimleri geliştirmez. Hakîkati bütün görünür-görünmez boyutlarıyla, hâlleriyle ve katmanlarıyla gösterir ve yaşatır insana.

* * *

Medeniyetlerin bilinç haritasını, Batılı kategorik / dualist / parçalı bir zihinle, ya görsel; ya da işitsel diye okumak hem basit/leştirici bir yaklaşım olur; hem de bizim kendimizi bu kategorik karşıtlıklardan / dualitelerden yola çıkarak tanıma ve tanımlama çabamız, kendimizi de, başka bilinç haritalarını da tanınamaz hâle getirebilir. Ve bu, son kertede, Batılı zihin algısını hem yeniden-üretmeye, hem de meşrûlaştırmaya götürür bizi.

Bizim geleneğimizde, bizzat Kur'ân'da da gördüğümüz gibi, görmek / basar ve işitmek / semî', karşıt değil, birbirini bütünleyen, belki biri olmadan öteki de var/olamayan “üstdiller” olarak zikredilir.

Dolayısıyla görsellik ve işitsellik iki karşıt bilinç biçiminin kaynağı değildir. Görsellik de, işitsellik de, bütün medeniyetlerin, bilinç biçimlerinin kendilerine özgü şekillerde kullandıkları yansıtma / ifade biçimleridir; kavrama biçimleri değil. Kavrama / idrak biçimleri, akıl ve kalptir çünkü.

İki tür dil vardır: Birincisi, aslî dil; ikincisi sûretlerin, tecellîlerin, tezahürlerin dili. Birinci dil'e, yalnızca “dil” diyebiliriz; ikinci dile ise “üstdil”.

Batı uygarlığının dilinin vasıtası “akıl”dır; İslâm medeniyetinin dil'inin vasıtası ise kalp. Bu iki farklı bilinci üreten vasıtalar bunlardır; görsellik ya da işitsellik değil. Görsellik ve işitsellik, akıl veya kalp vasıtasıyla geliştirilen bilinçlerin hem ifadesi, hem de ifade edicisi olan üstdilin vasıtalarıdır.

Özetle, bütün medeniyetler, hem görselliği, hem de işitselliği kullanırlar; farklılık, bu üstdil vasıtalarını hangi medeniyetlerin, bilinç biçimlerinin, hangi değişik aralıklarda NASIL (dolayısıyla nerede ve niçin) kullandıkları meselesinde gizlidir.

Buradaki yakıcı sorun ise, bu üstdil vasıtalarının (formların), norm hâline getirilmiş olması tehlikesidir. Batı uygarlığının arızası, görselliği ve işitselliği / formları, norm hâline getirme açmazına sürüklenmesi; bu açmazın yol açtığı metafizik felâketle insanlığı varoluşsal bir saldırının ve yokoluş sürecinin taarruzuna maruz bırakmasıdır.

Cuma günü doğrudanlık / dolayımlılık meselesiyle devam ediyoruz…

NOT: Sezai Karakoç Belgeseli'nin galası, 15 Ocak diye söz verildiği için, o tarihte yapıldı. Belgeselde, ciddî eksiklikler var. Bu eksiklikler giderildikten sonra gösterilecek. Üstada yaraşır bir belgesele imza atacağımızdan kuşkunuz olmasın diye bu notu düşüyorum.

 

Yenişafak


Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara