Dolar

42,6945

Euro

50,1592

Altın

5.898,49

Bist

11.311,31

'Dil'iniz yoksa elbette göremezsiniz!

18 Yıl Önce Güncellendi

2009-01-23 04:58:00

'Dil'iniz yoksa elbette göremezsiniz!

Türkiye'de, nasıl bir dünyada yaşadığımızı, içinde yaşadığımız ve Batılı seküler değerlerin, zihin kalıplarının ve anlam haritalarının şekillendirdiği dünyayı, bu dünyanın sorunlarını mikro ve makro düzlemlerde anlayıp, anlamlandırıp, tartışıp nasıl aşılabileceğine dâir bize derin bir entelektüel ufuk çizebilecek entelijansiyamız var mı?

Ne yazık ki, yok. Peki, neden yok?

Genelde Türkiye'nin kendisi, özelde ise, Türkiye'nin okumuş-yazmışları, bizi tastamam canlı bir cenazeye dönüştüren semantik intiharın kurbanları olduğu için Türkiye'de bize gönendirici, kanatlandırıcı, dalga-kırıcı ve dalga-kurucu bir entelektüel ufuk çizebilecek entelijansiyamız yok.

Türkiye'de entelijansiya rolleri yapan figür, gerçekten acınası bir figür: Bir şeyi, bir olguyu tarif ve tasvir edebilecek, bihakkın görebilecek bir dil'den yoksun. Konuştuğunu sandığı dil, kendine ait değil; ithal, aparma ya da aşırma bir dil: Üstelik de, içi boşaltılarak ithal edilmiş, aparılmış, aşırılmış seküler bir dil. Zorlu bir tahkîkat sonrasında ulaşılmış, bizi hakîkate ulaştıracak, bize hakîkatin resimlerini çarpıtmadan, kompleksler geliştirmeden resmedebilecek hakîkî bir dil değil, taklîdî bir dil: O yüzden, Türk entelijansiyası bir durumu, bir olguyu tarif ve tasvir etmeye başladığı andan itibaren, palyaçoya dönüşüveriyor ve acı acı güldürüyor kendisine.

Beni acı acı güldüren bir yazısına denk geldim bir siyasetbilimi profesörünün. Özetle şöyle diyor bu sözümona siyasetbilimi profesörü arkadaş: 'İslâm dünyasında çağımızda bilime, teknolojiye katkıda bulunan bir kişi çıktı mı, çıkabildi mi? Çıkmadı. Peki, İslâm dünyası deyince karşımızda nasıl bir manzara var bugün?: Kadınları recmeden, kırbaçlayan, terör olaylarıyla çalkalanan geri, ilkel bir dünya var.'

Bütün bunların faturasını İslâm'a kesmeye çalışıyor ve bu yazıyı da Gazze'de günahsız bebeklerin, masum çocukların hunharca katledildiği bir zaman diliminde yazıyor bu siyasetbilimi profesörü. İyi de, neden acaba?

(Yine bir sosyal teori profesörü de geçtiğimiz haftalarda İslâm ve estetik konusunda bir kaç yazı yazmıştı. O yazılar, biraz daha kışkırtıcı ve bir parça düzeyliydi; ama aynı sığlık ve bakışı körleştiren oryantalist dil, o yazılara da hâkimdi. Bu yazılarda mutlaka dikkat çekilmesi gereken önemli konular var; o yüzden bu yazılar dolayımında bir şeyler yazacağım).

Burada savunmacı bir dil geliştirmek niyetinde değilim: Çünkü savunmacı dil, en az oryantalist dil kadar sığ ve zihni körleştirici bir dildir. Burada vurgulamak istediğim nokta, Türk entelijansiyasının ithal seküler dilinin ve bakış açısının, hem gerçekleri çarpık görmesine, hem de gerçeklerin gerçek niteliklerini görebilmesini engellemesine nasıl neden olduğu yakıcı gerçeği.

Öncelikli olarak, Türk entelijansiyası, kendisine bir perspektif kazandıran, gerçekleri çarpıtmadan, Kant'ın veya Kur'ân'ın farklı bağlamlarda da kullandıkları ifadeyle, gerçekleri 'kendinde-şey' olarak, 'nasılsalar öylece 'görebilmesini, anlayıp anlamlandırabilmesini mümkün kılacak dilini yitirmiştir: Türk entelijansiyasının kullandığı dil, kendisinin bir parçası olduğunu söyleyebileceği kuşatıcı, kucaklayıcı bir medeniyet/in dili değil.

Heidegger, 'dil, öznenin evidir' demişti. Biz, ne özneyiz, ne de bir 'ev'imiz var. Dünyaya, olup bitenlere, başkalarının / egemenlerin perspektifleriyle / dilleriyle bakıyorsak, konuşan, üreten, dolayısıyla özne olan biz değiliz demektir: Bizim yaptığımız şey, başkalarının geliştirdiği dilleri, bakış açılarını kullanmaktan, dolayısıyla başka kültürleri, medeniyetleri, onların dillerini, bakış açılarını, hegemonyalarını bir kez daha yeniden üretmekten ve pekiştirmekten ibarettir.

Soru şu: İslâm dünyasının köklü bir medeniyet krizi yaşadığı, bilim, düşünce ve sanat üretmesini mümkün kılan paradigmalarını yitirdiği, dolayısıyla epistemolojik ve ontolojik özgürlüğünü de, özgünlüğünü de kaybettiği (özne olamadığı, sadece nesne olarak donakaldığı) bir yokoluş sürecinde, İslâm dünyasının bilime, düşünceye, sanata, teknolojiye katkı yapmasını beklemek büyücülerden medet ummak gibi bir şey değil midir? Kaba pozitivist bir dile / bakış'a sahip Türk entelijansiyası, işi, büyüyle (sözgelişi sürekli değişen bilimi mutlaklaştırarak, kutsayarak) filan götürüyor da farkında değil mi yoksa?

Dilini yitirdiği için 'ev'ini, dolayısıyla o 'ev'i korumasını, geliştirmesini mümkün kılacak referans sistemini sunan dinini ve medeniyetini de yitirdiğini göremeyen, idrak edemeyen, o yüzden, ezberlere, sloganlara, sığ yargılamalara mahkûm olan ve 'körleşen' Türk entelijansiyası, bu sorduğum soruları anlayabilir mi acaba?

 

Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara