Dolar

42,6945

Euro

50,1592

Altın

5.898,49

Bist

11.311,31

Bir tekvînî âyet, estetik mesele ve üstdil olarak Hz. Peygamber (1)

17 Yıl Önce Güncellendi

2010-04-16 09:10:00

Bir tekvînî âyet, estetik mesele ve üstdil olarak Hz. Peygamber (1)

Önce rahatsız edici, sarsıcı, sizi söyleme (söz'e), eyleme (fiil'e) ve varoluşa (hâl'e) kışkırtıcı bir soru sormam gerekiyor: Müslümanlar, içinde yaşadığımız şu ayartıcı yok oluş çağında, doğrudan Kur'ân'a ve Sünnet'e gidebilirler mi?

Gidemezler. İçinde yaşadığımız yokoluş çağı, Müslümanların doğrudan Kur'ân'a ve Sünnet'e gitmelerine izin vermez, vermiyor, böyle gittiği sürece de vermeyecek.

Müslümanların doğrudan Kur'ân'a ve Sünnet'e gidebilmelerini imkânsızlaştıran -birbiriyle yakından irtibatlı- iki büyük bariyer var: Birincisi, içinde yaşadığımız çağ. İkincisi de bizatihî içinde bulunduğumuz durum.

İçinde yaşadığımız çağ, herkesi teslim alan bir çağ: Bilinç dünyamızı da, bilinçaltı dünyamızı da doğrudan şekillendiren itici güç, İslâm değil; aksine duyuş, düşünüş, algılayış, davranış ve yaşayış biçimlerimizi, bütün küre ölçeğinde hâkim kılınan seküler anlam haritalarına ve anlamlandırma pratiklerine göre kodlayan, formatlayan, bizi, bütün insanlığı kendisine, kendi zeitgeist'ına, kendi dünyasına kapatan Batı kültürüdür.

Bu durumu, çağa çeki düzen veren, rengini, ruhunu veren Batı kültürünün, bütün insanlığı teslim aldığı, bütün insanlığın kendine özgü özelliklerini yok ettiği, kendine benzettiği, tanınamaz hâle getirdiği bir çağ körleşmesi, çağ tutulması, yeni-sömürgeleşme biçimi olarak adlandırabileceğimizi daha önce bu sütunda tartışmıştım.

İnsanlık tarihinde, daha önceki hiçbir dönemde, kendinden başka her şeyi, herkesi yok sayıcı ve yok edici, böylesine ürpertici bir felâket yaşanmamıştır. İnsanlığa yapılan en büyük saldırı, Batı uygarlığı dışındaki bütün medeniyetlerin tarihî yürüyüşlerinin durdurularak seküler Batılı kodlar tarafından teslim alınması, kendilerine özgü anlam haritalarının yerle bir edilmesi, yerinden edilmesi ve dolayısıyla insanlığa verebilecekleri bütün değerli şeylerin tahrif ve tahrip edilmesidir.

Sonuçta, çağa hükmeden, çağa hükmedecek bütün araçları da geliştiren ve bu araçları, yeni bir sömürgeci mantıkla kendisi dışında başka hiçbir kültüre, dine, medeniyete hayat ve varoluş hakkı tanımayacak kadar barbar, köleleştirici, zihinleri körleştirici bir şekilde kullanan Batı uygarlığının kodlarının bütün insanlığı teslim aldığı bir yokoluş sürecinden sözediyoruz.

Bu çağ, sadece Müslümanların değil, Batı dışındaki bütün dinlerin, medeniyetlerin ve kültürlerin hapishanesine dönüşmüş ve başka dinlerin, medeniyetlerin kendi paradigmalarıyla doğrudan irtibat kurabilme imkânlarını ve "mekân"larını yok etmiştir. O yüzden, bugün Hinduzim'in, Konfüçyanizm'in, Budizm'in ve İslâm'ın Batılı, sekülerleştirilmiş kodlamalara, formatlamalara maruz kaldıkları için dünyaya özgün şeyler söyleyebilmeleri imkânsızlaşmıştır.

Çünkü bu dinler veya medeniyetler, önce açık sömürgecilik sürecinde fiilen durdurulmuş; sonra da şu ân içinden geçmekte olduğumuz örtük, ayartıcı, bu yüzden de açık sömürgecilikten daha tehlikeli bu yeni sömürgecilik sürecinde bu medeniyetlerin "dilleri", kavramları, dünya tasavvurları sekülerleştirilerek, semantik bir intihara tabi tutulmuş; böylelikle bu dinler veya medeniyetler, kendi özgün, sahici "dillerini", kavramlarını yitirdikleri için, kendilerini ifade etmeye giriştikleri her girişim, kısa devre yapmakta, kendilerini sadece sekülerleştirilmiş, içi ve ruhu boşaltılmış seküler bir dille ifade etmekten başka bir şey yapamamakta; böylelikle çağa teslim olmaktan kurtulamamaktadırlar.

Bu yokoluş sürecinin tersine döndürülebilmesinin tek yolu var: Çağa teslim olmak yerine çağı teslim alabilmek...

Müslümanların içinde bulundukları durumun, önlerindeki ikinci büyük bariyer olduğunu söyledim. Müslümanlar, tıpkı diğer Batı-dışı medeniyetler gibi, maruz kaldıkları çağ körleşmesi nedeniyle ontolojik evsizlik ve epistemolojik yırtılma açmazıyla karşı karşıyalar.

Hem bilinç ve bilinçaltı dünyamızı teslim alan çağ körleşmesi, hem de iliklerimize kadar yaşadığımız ontolojik evsizlik ve epistemolojik yırtılma hâli, bizim doğrudan Kur'ân'a ve Sünnet'e gidebilmemizi imkânsızlaştırıyor: Çağa teslim olmak yerine çağı teslim alabilmenin; dolayısıyla ontolojik evsizliği ve epistemolojik yırtılmayı aşabilmenin yolu, tıpkı Efendimiz'in yaptığı gibi "ümmîleşmek"ten geçiyor.

Peki, "ümmîleşmek" ne demek? Fahr-i Kâinât olarak yaratılan Efendimiz'i (sav), bir tekvînî âyet, estetik mesele ve üstdil olarak görebilmek demek. Bizzat Kitabımız tarafından şâhit, mübeşşir ve nezîr sıfatlarıyla tavsif ve tarif edilen Hz. Peygamber'i anlayamadığımız sürece, çağı da, İslâm'ı da aslâ anlayamayacağımız gerçeğini anlayabilmek... Tıpkı İbn Teymiye'nin yaptığı gibi...

Bu meseleye pazartesi günü de devam ediyoruz


Yeni Şafak

Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara