Anayasa Mahkemesi'nin bir oyla da olsa iktidar partisinin kapatılmaması yönünde bir karar olması, Türkiye'yi çok büyük bir felâketin eşiğinden döndürmüştür. Her şeyden önce şu tespiti yapalım: Türkiye, tek parti iktidarları döneminde rahat nefes alabiliyor. Çünkü tek parti iktidarları, hem istikrarın sağlanabildiği, büyük icraatların yapılabildiği, uzun soluklu projelerin geliştirilebildiği, hem de lüzumsuz ve yapay tartışmaların engellenebildiği geniş zaman aralıklardır: 10 yıllık bir tek parti iktidarı, Türkiye'ye en az 30 yıl, 50 yıl kazandırıyor. Bunun tersi de doğru: Birkaç ay veya birkaç yıl süren yönetimler, koalisyonlar, Türkiye'ye büyük zaman ve enerji kaybettiriyor; ülkeyi yapay tartışmaların, gerilimlerin ve tuhaf kavgaların eşiğine getirip bırakıyor. Türkiye'nin kendine özgü çok özel şartları da var: Bu ülkenin sahibi yok; o yüzden, sahip çıkanı ve sözümona 'kurtarıcısı' çok. Her şeyden önce, Türkiye, büyük bir medeniyet kurucusu olma özelliğini yitirmiştir: Modern tarihte, medeniyet iddialarını terk eden tek ülke Türkiye'dir. Emperyalist Batılılara karşı ölüm-kalım savaşı veren ve sonra da kendisini yok etmeye çalışan emperyalist Batılı ülkelerin kültürel, siyasî ve entelektüel iddialarını topyekûn benimsemeye kalkışan tek ülke Türkiye'dir. Oysa biz, dünyaya adalet, ahlâk ve estetik ilkeleri çerçevesinde büyük bir medeniyet armağan eden ve dünya tarihinin yapılmasında bin küsur yıl büyük bir rol oynayan seçkin ve asil toplumun çocuklarıyız. Buna rağmen, insanlığın şu ân ihtiyacını en fazla ve en âcil hissettiği, başka kültürlere, dinlere, medeniyetlere onları ötekileştirmeden varolma ve hayat hakkı tanıyabilen yaratıcı ve kucaklayıcı bir medeniyet iddiasını terk ederek, sekülerleşme projesine soyunarak yenildiği uygarlığın değerlerini benimseyen, din katına yükselten ve sonuçta sömürgeleştirilemediği hâlde kendi kendini sömürgeleştirme aymazlığı yaşayan başka bir ülke yok modern dünya tarihinde. Türkiye, tarih kurucu medeniyet iddialarını terk ettiği ve bu yüzden ülkenin yönü, kimliği konusunda büyük bir boşluk, büyük bir belirsizlik olduğu için, Türkiye'nin 'kurtarıcı'ları da, ' karıştırıcıları' da kaçınılmaz olarak çok oluyor. İşte böyle bir ortamda, yeniden tarih yapmasını mümkün kılabilecek medeniyet iddialarına daha içtenlikle, daha özgüvenle sarılması için Türkiye'nin, istikrarın, kardeşlik ortamının tesis edilmesine, yapay ve zoraki olarak icat edilen nefret ve düşmanlık tohumlarının topyekûn yok edilmesine şiddetle ihtiyacı var. Tam yüzyıllık bir çaba sonrasında Türkiye yönünü ve iddialarını yitirmiş ve ülke içinde fitne fesat tohumları ekilmiştir. Bu toplumu birleştirebilecek, birbirine kenetleyebilecek, toplumdaki ırk, ideoloji, getto ayırımlarını yok edebilecek ve bu toplumu dünya tarihinin yapılmasında kilit rol oynama hedefini gerçekleştirme çabalarına kilitleyerek yeniden ayağa kaldırabilecek yegâne kaynak -dün olduğu gibi- bugün ve yarın da İslâm'dır: Ama İslâm, bu ülkede Batı'da bile yapılamayacak kadar şeytanlaştırılmış, itilip kakılmış, örselenmiş ve ülkede inanılmayacak ölçüde İslâm'dan nefret eden ezberci, beyinleri yıkanmış, şabloncu, laftan anlamaz, pagan, bencil bir kuşak zuhur etmiştir. Türkiye'nin toparlanabilmesi ve yeniden tarihî bir yürüyüşe soyunabilmesi için, köklü, esaslı, her türlü engele karşı dayanıklı ve korunaklı, bir eline güneşi, bir eline ay'ı da verseler iddialarından vazgeçemeyecek, komplekssiz, özgüven sahibi ve bütün dünyalara açılabilen yeni bir kuşağın yetiştirilmesi, bunun için fikirde, sanatta, kültürde sarsılmaz ve savrulmaz köklü bir sosyal huruç hareketinin temellerinin atılması gerekiyor. Yoksa Müslüman olduğu söylenen bir ülkede bile kendi çocuklarımızı gözümüzün önünde kaybediyoruz. Burası neresi arkadaş? Sömürgecilerin hâkim olduğu bir ülke mi? Çocuklarımızı kaybettiğimiz bir ortam, Türkiye'nin de kaybedilebileceği bir geleceğin habercisidir. O yüzden, eğitimde, kültürde, düşüncede, sanatta ses getirecek ve kök salacak uzun soluklu, uzun vadeli bir sivil ve sosyal huruç hareketini başlatmaktan başka seçeneğimiz yok. Yani asıl iş şimdi başlıyor? Not: Ömer Lütfi Mete Ağabey, şu ân yoğun bakımda. Gönül eri ağabeyime Yüce Allah'tan âcil şifalar diliyorum. *** BSF İLE İLGİLİ AÇIKLAMA BSF ile ilişkim bitmiştir. BSF'de mevcut eğitim sistemine alternatif olabilecek, öncü bir kuşak yetiştirmek için yola çıkmıştık. BSF'nin patronajı değişti; BSF'ye öncelikli olarak ticarî açıdan bakıyor. Ben, ticarî yaklaşımı önceleyen bir kurumda bir saniyemi bile veremem. Bu, kendimi ve söylediklerimi inkâr etmek olur/du. O yüzden BSF'den ayrıldığımı kamuoyuna duyurmak isterim. Yeni patronaja ticarî hayatlarında başarılar dilerim. Yeni Şafak
Asıl iş şimdi başlıyor
19 Yıl Önce Güncellendi
2008-08-01 05:03:00
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Haber Ara
Yorum Yap