Dolar

42,7125

Euro

50,2486

Altın

5.880,74

Bist

11.320,26

Kürt ordusu

12 Yıl Önce Güncellendi

2014-09-05 14:00:05

Kürt ordusu


Ordu, milletlerin kendini savunma ihtiyacından doğmuş bir kurumdur. Bunun da temeli ta bireyinkendine yönelen zararları savma içgüdüsüne kadar dayanır. Bu açıdan ve bu temel içgüdüye dayanması koşuluyla şiddetin bu türü meşrudur ve elzemdir. Çünkü hem bireysel hem de toplumsal hayatta bu gücü kullanmayı gerektiren durumlar eksik olmaz. Bu nedenle Kürtlerin bir savunma gücünün olması son derece doğaldır ve sanılanın aksine her zaman da olmuştur. Selahattin Demirtaş’ın bir Kürt ordusundan söz etmesiyle birlikte ortaya çıkmış yeni bir fikir değildir. Modern zamanların ulus devlet kavramı içinde yeni bir anlam kazanmış “ordu” kelimesinin çağrıştırdığı anlamların bizi dehşete sevk etmesi yersizdir.

Kürtlerin her zaman bir ordusu olmuştur.

Yavuz Sultan Selim döneminde büyük hekim İdris-i Bitlisi tavassutuyla Kürtlerin Osmanlı devletine katılması ile birlikte savunma bağlamında ortaya çıkan durum şöyle özetlenebilir: Kürtlerin aşiretler bazında savunma güçleri olacak ve bu güçler Safevi istilasına karşı kendi topraklarını, dolayısıyla imparatorluğun doğu sınırını koruyacaklardır. Aslında herhangi bir İran saldırısını yavaşlatacak ve merkezi ordunun gelip yetişmesine kadar devlete zaman kazandıracaklardı. Nitekim böyle de olmuştur.

Kürt aşiretleri sürekli İran’ı durduran sonu gelmez saldırılarını sürdürmüşlerdir. İran ordusu büyük bir güçle üzerlerine geldiğinde de Osmanlı ordusu yardımlarına koşmuştur. Rivayet edilir ki Yavuz Çaldıran seferinden dönerken validesi “doğu sınırlarını kime emanet ettin?” demiş. O da Kürtleri kast ederek “orada etten ve kemikten bir duvar ördüm” diye cevap vermiş. Daha öncesi olmakla beraber, ilk Kürt savunma gücünün örneğinin Yavuz döneminde zimnen tescillendiğini söyleyebiliriz. Bu durum modern
zamanlara kadar devam etti. Kürtlerin ulusal bir ordusu olmadı, ama her aşiretin bir savunma gücü hep olageldi.

Osmanlının düvel-i musazzama ile büyük bir hesaplaşmaya girişeceği iyice anlaşılınca Sultan Abdulhamid Kürt aşiretlerinden hamidiye alaylarının oluşturulmasına karar verdi. Bu kararıyla Sultan Kürtlere zımnen şunu diyordu: Bizim imparatorluk olarak büyük devletlerle bir hayat memat savaşına girişeceğimiz kaçınılmaz. Bu süreçte doğu sınırlarını ve Ermeni-Rus saldırılarına karşı sizi savunmamız mümkün olmayacaktır. Size her türlü silah desteğinde bulunacağız ve siz başınızın çaresine bakacaksınız. Nitekim birinci dünya savaşı koşullarında Kürtleri bu aşiret alayları savundu. Ortaya çıkan bu yeni durum Kürtlerin kendilerini savunmalarını öngörüyordu.

1984’de başlayan PKK savaşıyla birlikte devlete göre kırsal kesimlerde, köylerde güvenlik zaafı baş göstermişti ve devlet yine Kürtlerden oluşan bir savunma gücüyle bu güvenlik zaafını gidermeye çalıştı.

Koruculuk sistemini oluşturdu. Görüldüğü üzere Osmanlı ve Türkiye tarihi boyunca her zaman bir Kürt savunma gücü vardı. Bunların işlevi, kullanıldığı alan, olumsuz veya olumlu faaliyetleri ise farklı bir tartışmanın konusudur.

Bugünkü koşullarda düşündüğümüz zaman Türkiye’de devlet paradigmasının değiştiğini görüyoruz. Kürtlerin inkarı, kimliklerinin reddi ve neticede asimile edilmeleri esasına dayanan anlayışın terk edildiği bir sürece girmiş bulunuyoruz. Bu saatten sonra Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde birinci dünya savaşı koşullarına benzer bir durumda kalıp kendilerini savunmak zorunda kalmaları ihtimali kalmamıştır. PKK’nin silah bırakmasını da öngören son barış sürecinin gerçekleşmesiyle birlikte zaten
tartışmalı olan koruculuk sistemi de anlamsızlaşacaktır. Yeni devlet anlayışı ile birlikte devletin ordusu da milletin ordusu haline gelecektir. Bu bakımdan hali hazırda bir Kürt ordusu vardır, o da Türkiye ordusudur.

Konu dış Kürtlerle ilgili olarak ele alındığı zaman orada Kürtlerin savunması ile ilgili ciddi bir sorunun bulunduğu muhakkaktır. Halepçe katliamı dünyaya Kürtlerin savunmaya ihtiyaçlarının olduğunu gösterdi. Bu yüzden uluslar arası sistem 36. Paralelin kuzeyini Kürtler açısından güvenli bölge ilan ederek bir anlamda savunmasını üstlendi. O günden bugüne geçen süreçte bir Kürt ordusunun çekirdeği

Pêşmergenin şahsında oluştu. Ancak son dönemde IŞİD’in Şengal Kürtlerine yönelik saldırılarıyla ortaya çıktı ki Pêşmerge, Kürtleri tam anlamıyla savunma donanımından yoksundur veya bir takım eğitim ve disiplin zaafları vardır. Bu süreçte uluslar arası sistem bir kez daha devreye girdi ve Pêşmergenin silahlandırılmasına karar verdi.

Eğer devlet, yeni Türkiye anlayışı çerçevesinde başlattığı restorasyon sürecini sağlıklı bir şekilde başa götürürse dış Kürtler açısından da bir güvenlik zaafı bulunmayacaktır. Çünkü yeni Türkiye, bütün iç dinamikleriyle barışık bir Türkiye olacaktır. İçerideki etnik ve mezhepsel yapıların dışarıda kalmış kesimlerini de varlığının doğal bir uzantısı olarak görecektir. Onlara yönelecek herhangi bir saldırıyı kendine yönelmiş hissedecektir. Eski Türkiye’de etnik dış Türklere yönelen tehditleri bir refleks olarak
kendine yönelmiş hissettiği ve buna göre tavır takındığı gibi.

Bana göre dış Kürtler bağlamında Türkiye’nin pêşmergeyi eğitmesi, gerektiğinde silahlandırması Kürt-Türk birliktelik tarihinin ruhuna uygundur. Tıpkı Yavuz döneminde olduğu gibi Kürt savunmasının yeterli olmadığı zamanlarda da merkezi ordusuyla devreye girmesi gerekir. Bu Türk ordusunun aynı zamanda Kürt ordusu olmasının ete kemiğe bürünmesi demektir. Bu, dış güçlerin bölgeye müdahale etmelerinin de önünü kesecektir.


Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara