Artık birbirimizin halini anlayamadığımız, büyük bir bilgi kirlenmesiyle karşı karşıya olduğumuz şu günlerde… Soru ve cevapların birbiriyle yer değiştirdiği, birbirine karıştığı, birçoğunun yalnızca kendine ve keyfine göre Müslüman olduğu şu günlerde… Biri çıkıp “Öğlen namazına nasıl kalkılır?” diye bir soru sorsa ne cevap verirsiniz?
Bu nasıl bir soru, ya da, bu da soru mu, dersiniz. Şaşırır mı, güler mi, ağlar mısınız?
Adını bu sorudan alan ve büyük ölçüde sorunun cevabı olan kitap yeni çıktı ve ben kitabı henüz okudum. Bülent Akyürek'in “Öğlen namazına nasıl kalkılır?” kitabını okurken sık sık çok eski günleri ve aile dostlarımızı hatırladım.
Bu dostlarımızdan birini ziyaret için evine her gittiğimde kapıdan girer girmez hemen karışımıza çıkan bir başka kapının üstünde “Bugün Allah için ne yaptın” yazılı levhayı görürdüm. Ben o levhayı her gördüğümde çok etkileniyordum, o kadar ki bazen bu yüzden dostlarımıza selam vermeyi bile unutuyordum. Yıllar geçti ama ben hala unutmadım o levhayı.
Evet, çok zor bir soru: “Bugün Allah için ne yaptın” ve şimdi Bülent Akyürek'in “Öğlen namazına nasıl kalkılır” kitabını okurken tıpkı o levhayı gördüğüm günlerdeki gibi çok etkilendim ve nabzımın hızlandığını, kalbimin sıkıştığını hissettim.
Neyse ki Bülent Akyürek son iki kitabındaki gibi yine sık sık mizahi bir üslup kullanmış da böylece okuyucunun kalbinin daha fazla sıkışmamasına yardımcı olmuş. “İman, insanların mizah anlayışlarını köreltmiyor bizzat yüceltiyor” diyen yazar, kendine özgü üslubuyla Müslümanların da mizahtan anladığını göstermiş ve bence çok da başarılı olmuş.
Şimdi o can alıcı soruya dönelim, gerçekten bizler Allah için ne yapıyoruz. Neden Allah'ın emri olan namazı kılmamak için, çalışıyorum, vaktim yok, namaz kılarken huzur bulamıyorum, gibi bir sürü bahane üretiyoruz. Oysa Bülent Akyürek'in de dediği gibi, namaz Allah'ın emri olduğu için kılınır. Namazda huzur bulmak ise temennidir, hedeftir. Namazın öncelikle Allah'ın emri olduğunu hiçbir zaman unutmamamız gerek.
En ilginç olanı da beş vakit namazlarını hiç kılmayanların, utanmadan, haftada bir aksatmadan Cuma namazı için Camiye gidebiliyor olmaları. Utanmadan diyorum çünkü Bülent Akyürek'in yazdıklarına katılıyorum: “Allah'tan, cehennem azabından korkmayıp namazlarını kılmayan ama kullardan utanıp cemaat namazlarını kaçırmayan insanımızın durumu içler acısıdır.”
Evet, Allah'tan korkmuyoruz, utanmıyoruz ama kullardan korkuyoruz ve utanıyoruz. Bülent Akyürek hiç de abartmıyor, bu insanları hepimiz biliyoruz, ben de çok iyi biliyorum çünkü böyle insanlarla çok karşılaştım. Utanmadan bir de güle oynaya anlatıyorlar, neymiş efendim, işveren kendisini camide görmezse işinden atılabilecek, işsiz kalabilecekmiş.
Çoğumuz o kadar “modern” olduk ki yaratıcımızın hakkını çoktan unuttuk. Hep bambaşka haklardan söz eder olduk, nefislerimizin doymak bilmeyen isteklerinden. Öyle bencilleştik ki, kendimizi öyle çok önemsiyoruz ki, yaşadığımız en küçük bir olumsuzlukta bile büyük bir yaygara çıkartıyoruz.
Bülent Akyürek'in dediği gibi “Namaz kılmayan birçok insan “Allah affetsin kılmıyorum ama…” diyor. Aman Allah'ım! Bu ne merhamet, bu ne alçak gönüllülük! “Allah affetsin” diyerek kendisini anında bağışlayan insan üç kuruş alacağı için borçlusunu bağışlıyor mu acaba? Bunu söyleyen insanın kalabalık bir otobüste ayağına basın, anında kıyameti koparacaktır. Cüretimiz, terbiyesizliğimiz, utanmazlığımız öyle bir aşamaya geldi ki artık Allah'ın yerine de kendimizi bağışlıyoruz.”
Geçenlerde bir paylaşım sitesinde bir yorum gördüm ve adeta şok oldum. Bir insan, sevgiyi, merhameti ve insan fıtratında olan bütün güzel duyguları bir kediden öğrendiğini, söylüyordu. Daha vahim olan ise o insan, bir de kediye olan borcunu nasıl ödeyeceğini bilemediğinden yakınıyordu.
Yazının devamı için tıklayın
Yorum Yap