Bir çocuk öldüğünde veya bir babayı vurduklarında ya da bir anneyi itip kaktıklarında, benim aklıma krallar ve yargıçlardan önce şairler gelir.
Öyle zannederim ki, mühürlenmiş nübüvvet hediyesinden, beyaz giysilerini katlayıp da ahirete intikal etmiş havarilerden, atlarına atladıkları gibi göçüp gitmiş sözleri yıldız gibi parlak sahabeden geriye, bir onlar kalmıştır. Gökle yerin arasını bulmak, bir ağaç gibi, bir kılıç gibi, bir eksen gibi, yerle gök arasındaki ilişkiyi kurmak, öyle zannederim ki şairlere kalmıştır... “Hah” derim bir bomba patlatıldığında, tanklar bir genç kızı ezerken veya zeytin ağaçlarını ateşe veren adamların haberini işittiğimde, “Hah” derim, “Şairleri yeryüzünün, işte birazdan konuşmaya başlayacaklar”... Bir çocuk gibi beklerim şairlerin sözünü, alnı terli işçiler, yağmur duasına çıkmış köylüler, ekmek kuyruğunda bekleyen ortanca kızlar, pasaport kuyruğundaki vatansızlar gibi beklerim, şair ne diyecek bu işe?
Tevrat’ta Musa’nın 2. Kitabı olarak geçer “Exodus”. ‘Mısır’dan Çıkış’ı anlatır. Tam kırk babdır içeriği, Musa Peygamber’in (as) doğuşundan, Firavun’un zulümlerinden ve İsrailoğullarının Mısır’dan çıkıp yola dizilmesinden söz eder, kutsal Toplanma Çadırı’nın inşa edilmesi ile biter. Bir milletin kuruluşunu terennüm eder Tevrat’ın İkinci Kitabı... 15. Bap’daki “Denizlerin Şarkısı” adlı ilahiye ne zaman rastlasam okurum. Hz. Musa’nın kız kardeşi öncülüğünde söylendiği rivayet edilen bu epik ilahide, denizlerin Allah’ın takdriyle yarılıp, mazlum halka nasıl da yol açtığını, onlara açılan aynı denizin zalimleri ise nasıl yuttuğunu anlatır...
Mısır’la Kudüs arasındaki bu deniz hadisesi, kaderin bir cilvesi gibi işte yeniden insanlığın gündeminde... Yalnız bir farkla ki kadim hikayenin tersinen şekliyle, bu sefer Firavun’un yerine İsrail geçmiş. Dikkatinizi çekti mi bilmem?
Mavi Marmara insani yardım gemisi, yeni bir Exodus şiiri yazıyor. Firavun misali Gazze’ye çekilmiş abluka duvarları, deniz ve gemi üzerinden gelen iyilik sahibi kimselerce kaldırılmaya çalışılıyor... Bunun bizim literatürümüdeki karşılığı; tevafuk, denk gelme... 1. Exodus nasıl ki İsrailoğullarının millet oluşunun öyküsü ise, Mavi Marmara’nın bastığı düğmeyle açılan 2. Exodus da niçin İslâm toplumlarının, yeniden millet oluşunun öyküsü olmasın?
Üstad Sezai Karakoç’un Mavi Marmara sebebiyle kaleme aldığı manifestosunda, çözümler bahsinde “doğu/batı” diyalektiği üzerinden dile getirdiği “Tek çare ve çözüm, İslâm Dünyasının, uyanıp ya da uyandırılıp, en azından, Batı’nın NATO’su gibi bir askerî güç, Avrupa Birliği gibi bir siyasi birlik oluşturması ve böylece Doğu ile Batı arasında hür ve bağımsız yaşamaya kavuşmanın gereğini yerine getirmesidir” ifadesi bu bağlamda çok önemlidir... Metnin tamamı ise şöyle, okuyup düşünelim, hatta şiir niyetine ezbeleyelim...
“Gönüllü insanların ve kuruluşların donatıp yönettiği yardım gemilerine yapılan bu saldırı, sadece, sözüm ona bir devletin kendi başına tertipleyip gerçekleştirdiği saldırısı değil, kendi aralarındaki Soğuk Savaş’ı sona erdirdikten sonra, düşman ilân ettikleri İslâm’a, Batı’nın açtığı ‘topyekun savaş’ın bir gecelik enstantanesi olma özelliğini taşımaktadır.
Bu, bir zincirin bir halkasıdır. Ve sembolik anlamı itibarı ile önemlidir. Bir tarafta en son modern silâhlarla donanmış bir güç, öbür tarafta, gıda ve ilaç gibi zaruri ihtiyaç maddelerini muhtaç olanlara götüren silâhsız insanlar vardı. Merhamet yüklü bir medeniyete, düşmanlık ve silâh yüklü sözde medeniyet, ölüm kustu.
Bu, görüldü ki, tesadüfi, öncesiz sonrasız bir olay değil, öteden beri devam eden Medeniyetler Savaşı’nın -ona “Çatışma” demek onu çok küçültmek olur- bir anı, bir parçası ve ruhların bir aynası, bir gösterge işaretidir. Bir kere daha kafalara dank etmelidir ki, bir Medeniyetler İttifakı ya da Dinler Arası Diyalog yok, maalesef İslâm’ın doğuşundan bugüne kadar, Batı’nın ve Doğu’nun, kesilmeyen ve çağlar ve yüzyıllar boyu süren, tarihi alt üst eden, şehirleri ve medeniyeti yıkıma uğratan saldırısı vardır.
Bu saldırı, Birinci Dünya Savaşı’nda büyük İslâm devleti olan devletimiz Osmanlı Devleti’ni yıkmış, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da, bu kez, tüm İslâm ülkelerinin işgaline yönelmiştir.
Afganistan’da, Irak’ta, Kafkasya’da, hatta Afrika’da ve tüm İslâm ülkelerinde, açık ya da gizli, dolaylı ya da dolaysız bu istilâ ve saldırı, bu, İslâm’ı yok etme savaşının iz ve eserleri, tesir ve tahribi göz önündedir. Bu istilâ ve saldırının durması için Batı’dan medet umanlar daima hüsrana ve hayal kırıklığına uğrayacaklardır. Batı ile uzlaşma imkânı olduğunu sanan bu kişiler, böylesi tavırlarla sonunda devletin batmasını önleyemeyen son dönem Osmanlı vezirlerinin durumuna düşeceklerdir.
Tek çare ve çözüm, İslâm dünyasının, uyanıp ya da uyandırılıp, en azından, Batı’nın NATO’su gibi bir askerî güç, Avrupa Birliği gibi bir siyasi birlik oluşturması ve böylece Doğu ile Batı arasında hür ve bağımsız yaşamaya kavuşmanın gereğini yerine getirmesidir.
Kutlu Kitap, akıl, tarih, bilim ve tecrübe bunu emrediyor.
Veyl ibret almayanlara!
Bu saldırıda ölenlere Allah’tan rahmet, ailelerine ve milletimize baş sağlığı, yaralananların bir an önce şifaya kavuşmalarını diler, gerçek bir kurtuluşa ermek için, bir an önce, insanlarımızın sahte, şişmiş, sözde büyük partilerin değil, gerçek fikir ve ideal sahibi bir partinin etrafında bir sur gibi kenetlenmesini umut ettiğimizi belirtir, milletimizin ışıklı ve muhteşem geleceği için can ve gönülden dualar ederiz.
Milletim! Ruhundaki güçle, geçmişte kurduğun o büyük devletler gibi bir Yüce Devlet’i gün yüzüne çıkar. Çıkar ki dünya, yeniden barışa kavuşsun. İslâm barışı bir kez daha dünyaya hakim olsun ve insanlığı kurtarsın...”
Yorum Yap