Şerafettin Elçi'yi anlayamadık
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-12-28 15:25:17
"ELÇİ'Yİ PKK YOKKEN DE ANLAMADIK PKK VARKEN DE"
Şiddeten, kandan uzak bir siyasetçiydi…
Sofrasına oturduğunuzda size bilgelikle konuşur, sakin sakin meseleleri anlatırdı… Elçi demokratik Kürt siyasetinde sözü dinlenen “akil insanların” başında geliyordu.
Ne yazık ki Türkiye’nin her değeri gibi biz Elçi’yi ölümünden sonra anlamaya başladık. Sosyal medyadaki mesajlar, Cumhurbaşkanı ve Başbakanın mesajları ve onun hakkında yapılan değerlendirmeler bizi bunu gösteriyor.
Elçi’nin en büyük özelliklerinden bir tanesi gerek basın yayın dünyasında olanların gerekse de Kürt meselesi hakkında kafa yoranlarının büyük bir kısmının müracaat ettiği insan olmasından geçiyordu.
Kendisi de zaman zaman insanları ziyaret eder, onlarla dost sohbetinde saatlerce fikir alışverişinde bulunurdu:
İstanbul'a gelmişti, Ahmet Altan'a telefon açmış ve gece yemeğe davet etmişti. Altan, muhakkak senin de gelmeni istiyor dediğinde davetine icabet etmiştim.
Şerafettin Amca, oğlu, Ahmet Altan ve Yasemin Çongar ile beraber uzun bir sohbette bulunmuştuk.
Gündelik meseleri konuşurken iş Ahmet Altan’ın da Kürt olduğuna kadar varmıştı…
Şerafettin Elçi’nin en büyük özelliklerinden birisi Kürt ailelerin soy ağaçlarını çok iyi bilmesinden geçiyordu. Sofrada Ahmet Altan’ın akrabalarının Erbil tarafında olduğunu söylemişti ve ben de geçen hafta ziyaret ettiğim Erbil’de bu insanlarla tanışmıştım…
Orhan Miroğlu'nun Taraf Gazetesi'nden ayrılmasında daha doğrusu Ahmet Altan'la aralarındaki ilk soğukluğun sebebi de Şerafettin Elçi'dir. Orhan Miroğlu'nun 9 Şubat tarihinde Taraf Gazetesi'nde yazdığı ‘Kürdistani’ Şerafettin!' yazısında Şerafettin Elçi hakkında ağır ithamlarda bulunmuştu. Ahmet Altan ise Yazıda kanser hastası olan Elçi'ye çok ağır suçlamalar yöneltilmesinin iyi olmadığını ve yazının çok ağır olduğunu ve Miroğlu'ndan düzeltilmesini talep etti. Taraf Yazıişleri Miroğlu’na bunu söyledi ama Miroğlu buna yanaşmadı ve yazı yayımladı. Altan zaten bu yazıyı yayımlarken ne kadar üzüntü duyduğunu dile getirdi.
Şerafettin Amca ile zaman zaman telefonda görüşmemiz, fırsatını bulunca ziyaret etme şansım oldu...Bir onda birde Abdülmelik Fırat'ta gördüğüm görgü kuralları bir başkaydı.
Ağır, kurallı, sözlerini iyi tartan, iyi olayları takip eden biriydi. Size Bayındırlıktaki hizmetlerini anlattığında kendisine yapılan haksızlıklar karşısında ufak bir tebessüm ederdi. Bir ağa, bir bilge, bir entellektüeldi.
Halkın değerlerini çok iyi bilen biriydi...Ilımlı kişiliği ile bugün bence barışın kaybettiği bir akil adamdı.
Çok fazla basın önüne çıkmazdı. Basın önüne siyaset dışında tek çıktığı yer, Mustafa Denizli'nin kızı Evin Elçi ile hayatını birleştirmesi oldu ki orada da kendisi değil ismi kamuoyuna düştü. Zaten kendisini tanıyanlar bilir, o bu tür konuları toplum önünde konuşmaktan hem utanır hem ayıp sayardı.
Şerafettin Elçi'nin hayat hikayesi aslında Türkiye'nin değişen tarihi gibi. Bir gün bana Kürt meselesinin değişimini anlatın deseniz size sunacağım en iyi örneklerden biri Şerafettin Elçi'nin hayatı olur.
Ailesi Seyit
Elçi kendi ailesinin Seyit olduğu noktasında çok konuşmazdı. Ailesi Gercüşe bağlı Becirman Köyü kökenlidir ve sonradadan Cizre'ye yerleşmişlerdir
1938 yılında Cizre'de doğdu.Tarım ve mahalli işlerle uğraşan bir ailenin çocuğuyduCumhuriyet dönemindin önce geniş arazileri olan aile, arazileri Suriye sınırları içinde kalınca ekonomik sıkıntıya girdi.Babası Türkçe'yi askerde öğrendi.Şerafettin Elçi ilk ve ortaokulu Cizre'de, liseyi Mardin'de okudu.
Kendi deyimiyle hep ilklerin adamıydı; Cizre Ortaokulu'nun da, Mardin Lisesi'nin de ilk mezunu. Üniversitede öğrenciyken Kürtçülük Davası olarak bilinen 49'lar davasının sanığı oldu. Cumhuriyet dönemi sonrası ilk Kürt bakandı. İçinde Kürdistan geçen ilk siyasi partinin başkanı da oldu, Kürt Kültür ve Araştırma Vakfı'nı kurarak bir kuruma ilk kez "Kürt" adıyla resmiyet de kazandırdı. Federatif sistemi legal anlamda savunan ilk kişi de oydu.
Doğduğu Cizre'deTürkçe bilmeyişini ve bilinçlenmesini şöyle anlatıyordu:
"Cizre’ de doğdum; Cizre’ de büyüdüm. Cizre, saf kürt kültürünün bulunduğu bir yer.Ayrıca ilkokula gidene kadar tek bir kelime türkçe bilmezdim. Cizre’de Cizreli kürtlerin birbirleri ile kürtçe dışında herhangi bir dili konuşmaları ayıp karşılanırdı. Böyle bir ortamdan geliyorum.
Ortaokul’ da okurken müdürümün bana Finlandiya’nın kurtuluşunu anlatan ‘Beyaz zambaklar ülkesinde’ adlı kitabı tavsiye edip verdi. Kitabı okuduktan sonra çok etkilendim. İlk defa Finlandiya’nın İsveç’in sömürgesi olduğunu öğreniyorum. Romanın kahramanı bir öğretmen silaha baş vurmadan halkı sivil olarak örgütleyerek, bilinçlendirerek önderlik yapıyor. Kitabı okuduğum dönem bilinçli biri değildim ama kürt halkının içinde bulunduğu perişanlığı görüyordum ve o günden sonra kitaptaki kahraman benim idolum oldu ve bu halka nasıl bilinçlendirim, nasıl yardımcı olurum diye düşünmeye başladım. O anlayışla büyüdüm…"
Hukuk Fakültesi'ni ise 1955'te Ankara'da okudu.Hukuk Fakültesi 2. sınıf öğrencisiyken 49'lar Davası'ndan yargılandı.1959 Aralık ayının ortalarında Ankara ve İstanbul'da 50 Kürt öğrenci ve aydın daha tutuklandı. Dava dosyasındaki sanıkların sayısı 49'du; dava bu nedenle 49'lar olarak anılacaktı. Elçi'de davanın sanıklarından biriydi.İddianamede öne sürülen suç; "Yabancı Devletlerin müzahareti ile Devlet'in birliğini bozmaya ve Devlet'in hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet İdaresi'nden ayırmağa matuf fiil işlemek" idi.
Şerafettin Elçi 49’lar davası için yıllar sonra şunu söylecekti: “49’lar arasında herhangi bir örgütsel bağdan söz etmek mümkün değil. Çünkü o dönemdeki Kürtlük bilinci, adeta çocukluk dönemini yaşıyordu. Yani siyasi bir amaca yönelik derin bir Kürtlük bilinci gelişmemişti. …Kürtlük bilinci olan çevreler de birbirinden kopuktu. Biz Ankara’dakilerin tümü bile birbirimizi tanımıyorduk. Zaten çok faaliyetimiz bile yoktu. Diyarbakır’da İleri Yurt gazetesindeki yazılar nedeniyle Musa Anter, Canip Yıldırım ve Abdurahman Efem Dolak’ın tutuklanması üzerine, Ankara’daki gençler olarak, onlara bir destek telgrafı göndermiştik. İşte tutuklanmalara ve yargılanmaya neden olan bu telgraftı. Bizden eski kuşak olarak Avukat Ali Karahan ve Binbaşı Şevket Turan
vardı."
Elçi'nin de yargılandığı 49'lar Davası Fotosu
Diyarbakır'da avukatlık stajını yaptıktan sonra Cizre'de avukatlık yaptı.12 Mart 1971 sonrasında Diyarbakır Cezaevi'nde 8 ay kaldı.1977 genel seçimlerinde Adalet Partisi'nden Mardin Milletvekili seçildi.1978 yılında 11'ler diye anılan grupla birlikte AP'den ayrılıp Bülent Ecevit liderliğindeki hükümete Bayındırlık Bakanı olarak katıldı.Kurulan kabinede Bayındırlık Bakanı olarak görev yaptı. Bu sırada “Kürt yoktur” resmi söylemine karşı 1978’de düzenlediği basın toplantısıyla Kürt olduğunu açıkladı.12 Eylül 1980'den sonra beyanatları sebebiyle 30 ay cezaevinde kaldı.
"22 Ay Bakanlık yaptım 30 aydan fazla cezaevinde kaldım"
Elçi yıllar sonra o dönem nasıl bir hava yaşandığını şöyle anlatıyordu:"1978'lerde Ben de Kürdüm demek son derece masumane ve doğru bir söz olsa da, o dönem gerçekten bir siyasi deprem yarattıİster istemez devletin bu anlayışı bizde tepki yarattı. Politikaya girerken tek amacım politikayı, halka bir hizmet aracı olarak kullanmaktı. “Kürt yok” tezine karşın, ‘ben Kürdüm’ diye çıkış yaptım. Bu çok doğal bir şeydi ama benim söylemem kıyametleri kopardı.
Devleti bölmek istemiyoruz. Ama diyoruz ki, oradaki halk kendi kendini yönetsin ve bu görüşümüz ülke bütünlüğüne aykırı değil. Türkiye’de halk hala bu korkuyla yaşıyor. Millet bütünlüğü dedik; Millet bütünlüğü kavramında, çağdaş toplumlarda olduğu gibi vatandaşların beraber yaşama iradesi olmalıdır. Eğer vatandaşların beraber yaşama iradesi varsa orada millet bütünlüğü vardır. Din, dil, ırk, mezhep bütün bu farklar milli bütünlüğü bozmaz. " Elçi bu sözlerin cezasını 12 Eylül'de çekti
Güneş Motel olayı ile Bayındırlık Bakanlığı olma hadisesini ise şöyle açıklıyordu Elçi:
"Kimse beni bayındırlık bakanı yapmadı. Şartlar oluştu, meclis aritmetiğine göre biz bir grup başbakan sayın Ecevit’i başbakan yaptık ve başkasının lütfuyla da ben bakan olmadım ama bakanlığım dönemimde sadece ve ülkenin yararını herkesten fazla çalışmama rağmen sadece taşıdığım düşünceler, kendi kimliğime, kendi benliğime sahip çıkmam nedeniyle durmadan o bakanlık döneminde başıma kakıldı. Ben 22 ay bakanlık yaptım. Bakanlık döneminde sarfettiğim “ben kürtüm, Türkiye’de kürtler var” sözünden dolayı ve ayrıca bakanlığım dönemimde hakikaten sistemli olarak ihmal edilen bölgeye biraz daha fazla hizmet gitsin, o bölge biraz devlet eli daha uzansın diye yaptığım çalışmalarımdan dolayı 22 aylık bakanlığıma karşılık 30 ay’dan fazla cezaevinde kaldım.
"Bu gün o Medresettüzzehra, üniversite yapılsaydı Kürtlerle devlet arasındaki en önemli engel kalkacaktı"
Elçi çoğu Kürt siyasetçi gibi halkın dini değerlerine sırtını dönmedi, bu noktada ortaya konan her olumlu adımı destekledi. Said Nursi'nin Medresetül Zehra fikri de bunlardan biriydi. Elçi, Medresetül Zehra için şunları söylüyordu: "O medrese eğer yapılsaydı ve Kürt diliyle eğitim verilseydi, bu gün devlet ile Kürtler arasında var olan önemli engel ortadan kalkmış olurdu. Aşılması zor olan engel ne? Ana dilde eğitim… Bediüzzaman ta o zaman söylüyor bunu… Eskiden bizim bölge halkı üç dört dili bilirlerdi. Kürtçe ana dil, Arapça ilim dili, Farsça edebiyat dili, Türkçe de resmi dildi. Kürt büyük şairlerine de bakınca, mesela Ahmed-i Hani hazretlerinin eserinde hep dört dille ilgili bölümler var. Bizim medreselerden çıkan insanların hepsinde dört dile de vukufiyet vardı. Şimdi Üstad da bu üç dili, Farsçayı biraz öteye itmiş. Geri kalan üç dile ehemmiyet verilmesini söylemiş. Mesela Arapça gerçekten mükemmel bir dil… Büyük ilim eserleri hep Arapça yazılmış. Ondan kopmak doğru değil. Türkçe ise insanların zaten resmi dili. Ondan kopmak da doğru olmaz."
"PKK ile aramızdaki fark"
Elçi, PKK'nın kuruluşundan çok önce siyasette var olduğu iin PKK ile aralarında çok ciddi görüş farklılıkları vardı.Elçi, PKK ile arasındaki farkı şu şekilde açıklıyordu: Ben tabi ta bundan PKK’nın çıkışından itibaren silahlı eylemlerin bu günümüzde siyasi sorunların çözümüne araç olamayacağını ısrarlı bir biçimde savundum. PKK’nın bütün saldırılarına, ithamlarına her türlü tehditlerine rağmen onu biz ısrarlı şekide savundum. Çünkü bu alanda yani dağda çarpışarak, Türk ordusunu yenmek, siyasi amaçlarını devlete empoze etmenin mümkün olamayacağını aklı başında insanlar görebilirdi ve maalesef o çatışma hem Türkiye’ye pahalıya maloldu, hem de kürtlere çok çok daha fazla pahalıya maloldu. Onu temennimiz bugün büyük çoğunluğunun, kürtlerin çok büyük çoğunluğunun bunun içinde çok büyük oranda PKK’lılar da dahil olmak üzere silahlı mücadelenin bitmesinden yana. Türkiye ile ilişkide olan dost müttefik veya Türkiyeyi bünyesine almak isteyen devletlerin önemli bölümü de bu kanatte. Yani silahlı eylemlerini durdurmak isterler. Çünkü ortada çözülmesi gereken bir sorun var, o da siyasi sorundur. Kürt sorununun siyasi çözümüdür. Bu da silahlı mücadele yoluyla değil, demokratik bir ortamda herkesin fikirlerini çok rahatlıkla koyabildiği, çünkü tartışma ortamında hangi fikir doğru, hangisi yanlış o ortaya çıkar. Fikirlerin rahatlıkla tartışılamadığı bir ortamda hangi fikir doğru, hangisi yanlış bunu bilemeyiz. O zaman halkın hakemliği ile doğru fikirler ortaya çıkar ve bir çözüm formülü bulunur.
PKK ideolojisi ile aramızda büyük farklılıklar vardır. PKK soğuk savaş döneminin anlayışına göre kurulmuş. O yöntemlerle işleyen bir harekettir. Ben ise oldum olası liberal ve demokrat bir insanım ve bizim anlayışımızın Kürtlüğe kazandırdığı en önemli katkısı liberalizmi Kürt siyasetine taşımasıdır. Çünkü Kürtler hep Marksist gelenekten geldikleri için onların nazarında liberalizm emperyalizmin uşaklığı olarak görüldü. Oysa liberalizm bir düşünsel bütünlüktür yalnız ekonomik alanla sınırlı değil serbestliktir, özgürlüktür. Ben şuna inanıyorum: Devletçi bir ekonomik anlayış egemen olduğu sürece ne felsefik anlamda ne de siyasi anlamda özgürlüğün olması mümkün değil. Bu süreçte silahlı mücadeleye inanmıyorum. Ben silahlı mücadeleyi temelde ret eden biri değilim ama olası dönemlerin bütün kanalları tıkalı olursa, direnme hakkı vardır. Sen savaştığın zaman eğer o savaş senin hak almanı geriletiyorsa o savaş senin aleyhinedir. Bu tür yöntemler demokratik açılımın önünü tıkıyor. Yeni bir hareket ilk çıkışta cılız çıkar, daima zamana denk düşen doğru fikirler başarılı olma şansına sahiptirler" diyordu
BDP'den bağımsız milletvekili olmasını ise Elçi şöyle açıklıyordu: ""PKK ve onun yörüngesinde bulunan BDP'de sivil dönüşümün damarını gördüğü için" diyordu
Elçi’ye göre problemin kaynağı ve çözümü şöyle olmalıydı:
“Benim kanaatime göre insanları huzursuzluğa, çatışmaya ve tartışmaya götüren temel neden adaletsizliktir. İnsanlar iki nedenle birbirleriyle kavga ederler, çatışırlar; ya birisinin hakkını gaspetmek, onun hakkını elinden almak için onunla kavga edersin veyahut da hakkı gasp edilen kişi hakkını elde etmek için seninle savaşır. Eğer adalet sağlanmışsa, herkes hakkına razı ise böylesi bir ortamda çatışmaya da, savaşa da, kavgaya da gerek olmaz. Onun için temel ölçümüz adaleti nasıl sağlayabiliriz olmalıdır. Bunun ölçüsü gayet basittir, eski literatürde buna insaf deniyor, yani nefse kıyaslamaktır. Senin kendin için hak gördüğün bir şeyi başkaları için de hak göreceksin. Kendine yapılan bir haksızlığı da başkalarına yapıldığı zaman da haksızlık olduğunu kabulleneceksin. Bugünkü literatürde de buna empati deniyor. Kendini başkasının yerine koyarak düşünmendir. Bunu yapabildiğimiz takdirde benim kanaatime göre bu anlayışla çözülemeyecek problem yoktur.”
Şimdi çözümle ilgili, tabii, çözüm ancak bir güven ve bir ılımlı ortamda rahatlıkla dile getirilebilir ve çözüm formülü bulunabilir. Öncelikli olarak, çatışma ortamının sona erdirilmesi gerekir. Çatışma ortamının sona erdirilmesi için de biz, uygar toplumlara yakışır bir tarzda davranmalıyız. İlkel kabileler gibi kin gütme, intikam alma, ille bize zarar verenlerden biz intikamımızı almadıkça bunları affetmeyiz filan gibi bir anlayışla soruna yaklaşmamalıyız. Eğer geleceğimiz için, iyi bir gelecek için içimize sindirmesek bile bazı insanlara taviz vermek, onları insan gözüyle yeniden topluma nasıl kazandırabiliriz anlayışıyla hareket etmemiz, bu konuda da bence son derece aklıselimle hareket etmemiz lazım. Kendimizi bazı insanların yerine koymamız lazım. Biz, o insanların yerinde olsaydık, hangi şartlarda dağdan inmeyi kabul ederdik? Bu empatiyi de yapmamızda yarar var. Ben, beni tanıyanlar bilir; ben PKK’lı değilim. Ama PKK’ya yaklaşırken de ben insanca yaklaşmak ihtiyacını duyuyorum ki bu insanı nasıl dağdan indirebileceğiz. Çünkü dağdan inmeleri lazım, sorunu çözeceksek…
Şu anda çok önemli bir fırsat var. Halen Kürtlerin hemen hemen yüzde yüze yakını, çoğunluk bir bölüm beraber yaşamak iradesini taşıyor. Bu önemli bir fırsat. Biz bunu değerlendiremezsek, şu çatışma ortamında yetişen yeni nesillerin ne talep edeceğini biz bilemeyiz. Belki şu andaki beğenilmeyen insanlar kadar makul bir nesil de gelmeyebilir. Onun için elimizi biraz çabuk tutmalıyız. Bir an önce, bu beraber yaşama iradesi varken, bunu ciddi bir fırsat olarak değerlendirelim"
Elçi'nin hayatta kendisinden çok fazla faydalanamadık ama bence Elçi'nin fikirlerinden faydalanma vakti geliyor ve geçiyor...
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
SON VİDEO HABER
Haber Ara
Yorum Yap