Bu tartışmayı başlatan ve alevlendiren kişi Nuray Mert...
Mert’in hem bakış açısı, hem de öne sürdüğü gerekçeler ziyadesiyle sorunlu...
Geçmişte Mert’in 28 Şubat sürecine karşı çıkmış olması veya başörtü için özgürlük talebinde bulunması, bugün geldiği yeri eleştirmemizin önünde engel değil. Bir insanın geçmişi değil asıl halihazırda bulunduğu konum tartışılmalı bence. Herkesin değişmeye hakkı var. Tek başına geçmiş referansı üzerinden aklayıcı ve suçlayıcı yaklaşımlar sergilemek doğru değil.
Nuray Mert’i zinhar saf tutmaya çağırmıyorum. Son zamanlarda “tarafsızlık” moda oldu nerdeyse. Her ne kadar “tarafsızım” diyenlerin tuttuğu bir taraf veya söyledikleriyle pozisyonlarını güçlendirdikleri bir taraf olsa bile.
NURAY MERT KİMİN TARAFINDA?
Mert’in iddiaları ile demokratik değişime hiddetle ve şiddetle direnen statükocuların iddiaları birebir örtüşüyor.
Bu da Mert’in yeni dönemde durduğu yeri gösteriyor.
Mert, iktidarın otoriterleştiğini söylüyor.
Şayet Mert, sivil iktidarın asıl perde gerisinde iktidarı hep elinde tutmaya alışmış asker-sivil bürokrasinin vesayetine karşı çıkıp kendi otoritesini tesis etmeye yönelmesinden rahatsızlık duyuyorsa, geçmişinden farklı bir yere savrulmuş demektir. Bu demokrat duruş adına kabul edilebilir bir durum değil.
Şayet otoriterlikten kastı, mevcut iktidarın kendisinden farklı düşünen kesimlere karşı baskı mekanizmalarını devreye sokmuş olmasıysa, bunun örneklerini verirken bir sosyolog titizliğiyle hareket etmesi gerekir. Tek başına “medya baskısı” veya “kurumlar yıpratılıyor!” gibi argumanlar inandırıcı değil.
Mert “kurumlar yıpratılıyor” diyor. Hangi kurumlar?
Sözünü ettiği kurumlardan biri de sanırım TSK.
Ordu içinde darbeci-cuntacı oluşumlara ve suç unsurlarına karşı ödünsüz bir duruş sergilemek mi yanlış? 27 Nisan’da e-muhtıra verildiğinde Başbakan Erdoğan Demirel gibi şapkasını alıp gitmeli miydi yani?
Türkiye’de hala asker-sivil bürokrasinin vesayetine dayalı bir rejimin var olduğunu Nuray Mert herkesten daha fazla bilir. Peki seçilmiş iktidar bu gizli muktedirlerin karşısında diz mi çökmeli? Darbe-cunta girişimlerine karşı çıkmak, karanlık bir dönemin hesabını sormak niçin kurumların yıpratılması anlamına gelsin?
AK Parti’nin iktidarda olduğu dönemi “karanlık dönem” olarak niteleyen Mert’in iktidara önerisi nedir acaba? Darbeci-cuntacı faaliyetler konusunda sessiz ve seyirci kalması mıdır? Asker-sivil bürokrasinin vesayetine dayalı tek parti rejimine iman edip boyun eğmesi midir?
Türkiye’nin “karanlık dönemi”ni Mert yanlış yerde arıyor .
Faili meçhullerin olduğu o karanlık dönemleri Mert iyi bilir. Ordu içindeki çeteleri, darbecileri ve cuntacıları herkesten daha iyi bilir... Susurlukçuları, Ergenekoncuları... Seçilmiş sivil otoriteyi alaşağı etmek için kaos üretenleri, ülkeyi darbe koşullarına geçmişte olduğu gibi bugün de götürmek isteyen o karanlık güç odaklarını Mert bilmez mi? Peki böyle bir Türkiye’de iktidar olmuş bir Başbakana önerisi ne olur Mert’in?
Mert, “ Basın susturuluyor!” diyor. Hangi basın?
Meclisin kahir ekseriyetle aldığı bir kararı “411 el kaosa kalktı!” biçiminde yansıtan bir basını mı? Danıştay saldırısının failleri belli değilken, “Türkiye’nin 11 Eylül’ü!” diye başlık atan basını mı? Mert, bu başlıkları atan basının hangi zihniyete hangi amaçla hizmet ettiğini sorgulamalı ilkin Kendilerini statükocu bürokratik seçkinlerin psikolojik harekat üssü olarak konumlandıran medya gerçekliğini doğru okumak lazım.
Sivil iktidarın demokratik değişim hamlelerini püskürtmek isteyen güç odaklarının safında yer tutan bir basın gerçekliğimiz var.
“Yeni”ye direnen “eski” aşılıyor. Hem anlayış düzeyinde, hem kurumsal yeniden yapılanma düzeyinde.
“Yeni Türkiye” kendi dinamiklerini ortaya çıkartıyor. Eski basın misyonuyla birlikte el değiştiriyor.
Bu ülkede Ahmet Çalıkların, Akın İpeklerin, Ethem Sancakların, Fettah Tamincelerin medya sahibi olmalarından rahatsızlık duyan bir “beyaz anlayış” var.
Asıl sorun burada.
NOT: Yarından itibaren her pazartesi saat 22.OO’de SU TV’de “AÇIK OTURUM” adlı bir tartışma programı sunacağım. İzlemeniz dileğiyle.
Star
Yorum Yap