Dolar

42,7342

Euro

50,2886

Altın

5.951,05

Bist

11.338,41

Sivil otorite Askeri otorite

19 Yıl Önce Güncellendi

2008-09-01 01:45:00

Sivil otorite Askeri otorite

Demokrasilerde aslolan 'sivil otorite'dir. Ülkenin iç ve dış siyasasını sivil otoriteyi temsil makamında olan seçilmişler belirler.

Askerin demokratik sistem içindeki rolü ise, yalnızca ülke savunmasıyla ilgilidir. Bunlar AB üyesi demokrasilerin vazgeçilmez kurallarıdır. AB'nin Türkiye'deki sivil-asker ilişkisinin yeniden düzenlenmesi gerektiğini talep etmesinin sebebi de budur. 'Askeri vesayet sistemi', AB üyeliği için öngörülen demokratiksivil kriterlerin ihlali anlamına gelir.

AB'ye 'ulusalcılık' veya 'ulusal duruş' adına karşı çıkanlar, askerin sistem içindeki belirleyici/yönlendirici rolünün ortadan kalkması halinde laik cumhuriyetin, ulus devletin ve üniter yapının tehlikeye gireceğini söylemektedirler. Daha ileri giderek, bu tür talepleri dile getiren yurttaşları 'iç düşman' olarak ilan etmekten kaçınmamaktadırlar.

'Bu cumhuriyeti askerler kurdu, onu koruyacak ve yaşatacak olanlar da askerlerdir!' türü yaklaşımlar, cumhuriyetin halkını cim karnında nokta olarak dahi görmeyen militarist-seçkinci bir zihniyetin ürünüdür. Tek parti döneminde bu zihniyet, 'halka rağmen halk için' anlayışıyla karşımıza çıktı. Oysa demokratik cumhuriyetlerde rejimin sahibi de bekçisi de halktır, ordu değil!

Genelkurmay'da düzenlenen devir-teslim töreni ve o törende yapılan konuşmalar, bir kez daha Türkiye'nin hâlâ Avrupa tipi demokratik-sivil rejimin çok uzağında olduğunu gösterdi. Neden mi?

Çünkü AB üyesi ülkelerde bu tür bir devir-teslim töreni yapılmaz. Devir-teslim törenlerinde askerler çıkıp sivil otoritenin karşısında iç ve dış siyasete dair nutuklar çekmezler. Oradaki devir-teslim törenleri rutin bir mesleki işlem olarak yapılır. Her yıl olduğu gibi bu yıl da bizde yapılan devir-teslim törenindeki konuşmalar bir dizi iç ve dış siyasetle ilgili değerlendirmeler taşıyordu. Adeta neyin yapılıp neyin yapılamayacağına dair bir tür 'kırmızı çizgi' siyasetinin ipuçları veriliyordu.

Konuşmalarda 'dış tehdit' olarak küreselleşme ve küreselleşmenin aktörleri zikredilirken, 'iç tehdit' olarak da bu küreselleşme ideolojisini ülkeye dayatanlar hedef tahtasına oturtuluyordu. Küreselleşmeye karşı 'ulusal duruş' önemle öne çıkartılıyordu. AB'nin ulusal devleti ve üniter yapıyı tehdit edecek demokratik ve kültürel yeni taleplerde bulunmaması gerektiği hatırlatılıyordu. Cemaatçilik ve kültürel farklılık iddialarıyla ulus devletin tahrip edilmek istendiği söyleniyordu. Laikliği tehdit eden cemaatleşme faaliyetlerine karşı önlem alınması gerektiği özellikle hatırlatılıyordu. Vs.. Her birisi tefsire ve tartışmaya muhtaç bir sürü analiz...

Tabii ki ulus devlet, laik devlet ve üniter devlet korunmalı. Bu satırların yazarının buna hiçbir itirazı yok. Tersine bunun böyle olması gerektiğine inanıyor. Ancak askerin belirleyici/ tayin edici bir role sahip olması, demokrasiden ve dolayısıyla sivilleşmeden yana olan bendenizin kabul edebileceği bir durum değildir. Bunu söylemenin asker veya ordu düşmanlığıyla hiçbir alakasının bulunmadığını söyleme ihtiyacı duymak bile aslında ayıp! Demek istediğim şu:

Ulus devlet, laik devlet ve üniter devlet pekala başka türlü de korunabilir. Mesela herkesin temel hak ve özgürlüklerde eşit olduğu demokratik bir cumhuriyet inşa ederek... Eskide ısrar hem çözümsüzlüğü dayatıyor, hem de gücümüzü tüketiyor. Yenilenerek çok daha güçlü bir aktör olabiliriz pekala.

Ulus devleti; eskinin o kaskatı merkeziyetçi-bürokratik ve dahi homojeniteyi esas alan totaliter-otoriter özelliğinden arındırmak suretiyle daha güçlü ve kalıcı yeni bir forma büründürmek mümkündür. İnanıyorum ki, farklılıkları kabul zemininde oluşturulacak yeni bir 'biz' anlayışı ulus-devleti olası bir tahribattan korur. Üniter devletin, yerel topluluğa güvenmeyen ve yetkiyi yalnızca kendinde toplayan bürokratikseçkinci anlayış dolayısıyla yara aldığını görmenin vakti gelmedi mi?

Devletin tekliğinin sadece askerin öngördüğü formüllerle sağlanabileceğini ve bunun dışındaki yeni çözüm önerilerinin tehdit oluşturduğunu varsaymak ise artık terk edilmesi gereken bir bakış açısıdır...

Laik devlet; hiçbir vatandaşın dininden, inancından ve yaşam tarzından ötürü gayrı muamelesine tabi tutulmadığı kapsayıcı bir demokratik vatandaşlık anlayışıyla ilelebet yaşatılabilir. Bir kısım vatandaşları çağdaş-ilerici, bir kısım vatandaşları çağdışı-gerici diye kategorize eden, başı açık vatandaşlara tüm kapıları ardına kadar açık tutan, ama başı kapalı yurttaşlara okuma özgürlüğünü bile çok gören bir anlayışla laikliğin bizatihi kendisinin tahrip edildiğini görmek gerekiyor. Eskinin otoriter laikçi anlayışı yerine yeninin demokratik laiklik anlayışında karar kılmak, laiklik ilkesinin bütün vatandaşlar tarafından içselleştirildiği bir yeni süreci beraberinde getirir kanısındayım.

Askerin laik ve üniter ulus-devletten yana olduğunu açıklamasında elbette bir sorun yok. Burada sorun şu: 'Benim önerdiğim çerçevenin dışına çıkarsanız...' diye başlayan bir yaklaşımın benimsenmesi halinde, askeri otorite kendini sivil otoritenin üstünde görüyor demektir.

Yani tabir-i diğerle, şayet bu tarafgirliğin ideolojisini asker belirleyecekse ve bu bağlamda iç ve dış siyasetle ilgili konularda askerin çizdiği çerçevenin dışına çıkılamayacaksa, işte orada sivilleşme-demokratikleşme adına ciddi bir sorun var demektir. Kendini sivil otoritenin emrinde ve denetiminde görmeyen bir militarist bakış açısı, demokrasi açısından kabul edilebilir değildir. Sahiden demokrasi olsun istiyorsak hepimiz demokrasinin gereklerine uygun davranmak zorundayız.

 

Bugün

 

Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
SON VİDEO HABER

Kontrolden çıkan otomobil kafeteryaya girdi

Haber Ara