Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un Diyarbakır gezisini anlamlı ve değerli buluyorum.
İki nedenle: Birincisi, sorunun çözümü için gerekli olan demokratik diyaloğun kapısını aralamış olması. İkincisi, bu bağlamda askeri otoritenin ilk defa sivil toplum örgütleriyle bir araya gelmiş olması.
Sayın Başbuğ askeri otoriteyi temsil ediyor. Sorunun kendisi ise bizatihi siyasi...
Dolayısıyla bir asker olarak sorunun terör boyutuna daha fazla vurguda bulunuyor olmasına şaşmamak gerek. Sivil toplum örgütlerinden gelen af önerisine, aslında o toplantının tarihsel önemini oluşturan demokratik diyalojinin ruhuna aykırı kestirmeci bir dille, 'ne kısmi ne de genel af olabilir!' biçiminde yanıt vermesi de anlaşılabilir bir durumdur. Tabii ki kabul edilebilir veya çözüme katkı sunacak türden bir yaklaşım tarzı değildir bu. Ancak ordudan başka türlü bir cevap beklemek de gerçekçi değildir.
Başbuğ'un 'Diyarbakır açılımı' diye nitelendirilebilecek bir yeni anlayışı varsa eğer, bu durumda sivil otoriteden gelebilecek çözüme dönük önerilere karşı çıkmaması beklenir. Çözümsüz olduğu acı deneyimlerle ortaya çıkmış eski anlayış ve yöntemlerde ısrarcı olmaması beklenir. Başka bir ifadeyle, geniş kapsamlı çözüm önerilerine karşı -ki buna uygun bir biçimde yeniden formüle edilecek bir af da dahildir- ordunun engelleyici veya karşı koyucu bir tavır içine girmemesi beklenir.
Başbuğ'un 'terörle mücadele' ile 'terör örgütüyle mücadele'yi birbirinden ayıran ve adını koymasa bile 'sorun' un çözümüne dönük sosyo-kültürel önerileri dışlamayan bakış açısına sahip olması elbette önemlidir. Başbuğ'un daha önceleri dile getirdiği, 'Dağa giden yolları tıkamak lazım, aksi takdirde terörle mücadelede başarılı olmak mümkün değildir!' yaklaşımının içi doğru doldurulabilirse, buradan bir çözüm çıkabilir pekala.
Askeri otoriteyi temsil makamında olan Başbuğ, sivil toplum örgütlerinden aldığı bilgi ve izlenimleri, sivil otoriteyle paylaşacağını söylüyor. İyi eder. Ama MGK'nın bir kanadını temsil eden Başbuğ sorununun sahiden çözümüne katkı sunmak istiyorsa, bence sorunu eni konu araştırdıktan sonra bunu yapmalıdır. Sadece duymak istediklerini kendisine taşıyanları dinlememelidir.
Tam tersine yeni dönemde belki duyduğunda kendisini sarsacak önerilere de açık olduğunu göstermelidir. Bölgeyi çok iyi bilen, sorunun kendisi ve çözümü konusunda yıllardan beri kafa yoran herkesi dinledikten sonra sivil otoritenin karşısına çıkarsa, sanırım daha isabetli davranmış olur.
Genelkurmay bu geniş kapsamlı çözüm arayışına ne kadar müsaittir bilmem. Ama bildiğim bir gerçek var ki o da şu: Eski tarz anlayışlarla ve mücadele yöntemleriyle ne Kürt sorunu çözülebilir ne de PKK terörü bitirilebilir... Her iki sorunun çözümüne dönük önerilerimi daha önce yazdığım için geçiyorum. Meraklıları geçmiş yazılarıma bakabilirler.
Başbuğ'un Diyarbakır ziyaretini iyi niyetli bulmakla beraber eksik bulduğumu da vurgulamak isterim. Keşke 'Diyarbakır'ı, Diyarbakırlıları seviyorum, Diyarbakır'ın sorunu bizim de sorunumuzdur!' diyen Başbuğ, Diyarbakır'daki sivil toplum örgütlerinin tümüyle görüşseydi!
Böyle yapmış olsaydı, eminim ki başlatmak istediği sivil toplum ve halkla diyalog süreci daha anlamlı ve kalıcı bir zemine otururdu. Çözüme katkı sunacak duyarlı ve serinkanlı bir yaklaşım tarzı yerine propagandaya dönük ideolojiksiyasi militanlık yaklaşımının bazı sivil toplum örgütlerince öne çıkartılabileceği endişesinin burada hesaba katılmış olduğunu varsayıyorum.
Ama her şeye rağmen bu ayrıma gidilmesi yanlış olmuştur. Kendi adıma, yakın geçmişte,'Ben Başbakanın yüzüne karşı şunu-şunu söyledim, kendisiyle de tartıştım, çat kapı yapıp çıktım!' tarzı çözüme hiçbir şekilde katkı sunmayan yaklaşım tarzlarının da artık bölge halkı tarafından mahkum edilmesi gerektiğine inanıyorum.
Terörle mücadelede şayet kimi sivil toplum örgütleri koruculaştırılmak isteniyorsa, bilinsin ki, bu süreç ters teper. Sorunun çözümü 'sivil toplumu koruculaştırmak' tan geçmiyor. Bazı akıldanelerin bu yöndeki telkinlerine umarım bel bağlanmaz.
Sayın Başbuğ'un dikkatine sunmak istediğim bir husus var. O da şu: Devirteslim töreninde bir kuvvet komutanı, bölgedeki sorunla ilgili olarak, 'Biz atılması gereken tüm adımları attık, artık AB bizden bir şey istemesin!' tarzı bir yaklaşım ortaya koymuştu. Eğer bu yaklaşım Genelkurmay'ın resmi yaklaşımı ise, o zaman Diyarbakır gezisine açılım demek mümkün olmaz. Sorunun demokratik ve kültürel çözümüne dönük her şey yapılmışsa, o zaman geriye bir tek şey kalıyor demektir. Onun da ne olduğu belli.
Eğer istenen terörle mücadeleye kimi sivil toplum örgütlerini de katmak ise, bu bir biçimde sağlanabilir. Ama bu postmodern koruculaştırma süreci, çözüme kapı aralamaz. Türkiye bir çeyrek yüzyıl daha kaybeder. Ne PKK biter, ne de Kürt sorunu çözülür. Ben Başbuğ'un bu gerçekliği tüm çıplaklığıyla gördüğü kanısındayım.Umarım yanılmam.
'Önemli meseleler önümüze geldiğinde, 'bunlar tehlikeli işler, uğraşırsak yıpranırız' diye halının altına, kapının arkasına koyma siyaseti izlemeyeceğim' diyen Cumhurbaşkanı Gül, bu çözüm sürecine öncülük etmeli diyorum. Türkiye'nin bu tarz bir devlet aklına ihtiyacı var asıl. Başbakan Erdoğan'ın başkanlığında önümüzdeki hafta yapılacağı duyurulan toplantıda bu umarım bu yönde bir irade beyanı çıkar.
Sayın Başbuğ askeri otoriteyi temsil ediyor. Sorunun kendisi ise bizatihi siyasi...
Dolayısıyla bir asker olarak sorunun terör boyutuna daha fazla vurguda bulunuyor olmasına şaşmamak gerek. Sivil toplum örgütlerinden gelen af önerisine, aslında o toplantının tarihsel önemini oluşturan demokratik diyalojinin ruhuna aykırı kestirmeci bir dille, 'ne kısmi ne de genel af olabilir!' biçiminde yanıt vermesi de anlaşılabilir bir durumdur. Tabii ki kabul edilebilir veya çözüme katkı sunacak türden bir yaklaşım tarzı değildir bu. Ancak ordudan başka türlü bir cevap beklemek de gerçekçi değildir.
Başbuğ'un 'Diyarbakır açılımı' diye nitelendirilebilecek bir yeni anlayışı varsa eğer, bu durumda sivil otoriteden gelebilecek çözüme dönük önerilere karşı çıkmaması beklenir. Çözümsüz olduğu acı deneyimlerle ortaya çıkmış eski anlayış ve yöntemlerde ısrarcı olmaması beklenir. Başka bir ifadeyle, geniş kapsamlı çözüm önerilerine karşı -ki buna uygun bir biçimde yeniden formüle edilecek bir af da dahildir- ordunun engelleyici veya karşı koyucu bir tavır içine girmemesi beklenir.
Başbuğ'un 'terörle mücadele' ile 'terör örgütüyle mücadele'yi birbirinden ayıran ve adını koymasa bile 'sorun' un çözümüne dönük sosyo-kültürel önerileri dışlamayan bakış açısına sahip olması elbette önemlidir. Başbuğ'un daha önceleri dile getirdiği, 'Dağa giden yolları tıkamak lazım, aksi takdirde terörle mücadelede başarılı olmak mümkün değildir!' yaklaşımının içi doğru doldurulabilirse, buradan bir çözüm çıkabilir pekala.
Askeri otoriteyi temsil makamında olan Başbuğ, sivil toplum örgütlerinden aldığı bilgi ve izlenimleri, sivil otoriteyle paylaşacağını söylüyor. İyi eder. Ama MGK'nın bir kanadını temsil eden Başbuğ sorununun sahiden çözümüne katkı sunmak istiyorsa, bence sorunu eni konu araştırdıktan sonra bunu yapmalıdır. Sadece duymak istediklerini kendisine taşıyanları dinlememelidir.
Tam tersine yeni dönemde belki duyduğunda kendisini sarsacak önerilere de açık olduğunu göstermelidir. Bölgeyi çok iyi bilen, sorunun kendisi ve çözümü konusunda yıllardan beri kafa yoran herkesi dinledikten sonra sivil otoritenin karşısına çıkarsa, sanırım daha isabetli davranmış olur.
Genelkurmay bu geniş kapsamlı çözüm arayışına ne kadar müsaittir bilmem. Ama bildiğim bir gerçek var ki o da şu: Eski tarz anlayışlarla ve mücadele yöntemleriyle ne Kürt sorunu çözülebilir ne de PKK terörü bitirilebilir... Her iki sorunun çözümüne dönük önerilerimi daha önce yazdığım için geçiyorum. Meraklıları geçmiş yazılarıma bakabilirler.
Başbuğ'un Diyarbakır ziyaretini iyi niyetli bulmakla beraber eksik bulduğumu da vurgulamak isterim. Keşke 'Diyarbakır'ı, Diyarbakırlıları seviyorum, Diyarbakır'ın sorunu bizim de sorunumuzdur!' diyen Başbuğ, Diyarbakır'daki sivil toplum örgütlerinin tümüyle görüşseydi!
Böyle yapmış olsaydı, eminim ki başlatmak istediği sivil toplum ve halkla diyalog süreci daha anlamlı ve kalıcı bir zemine otururdu. Çözüme katkı sunacak duyarlı ve serinkanlı bir yaklaşım tarzı yerine propagandaya dönük ideolojiksiyasi militanlık yaklaşımının bazı sivil toplum örgütlerince öne çıkartılabileceği endişesinin burada hesaba katılmış olduğunu varsayıyorum.
Ama her şeye rağmen bu ayrıma gidilmesi yanlış olmuştur. Kendi adıma, yakın geçmişte,'Ben Başbakanın yüzüne karşı şunu-şunu söyledim, kendisiyle de tartıştım, çat kapı yapıp çıktım!' tarzı çözüme hiçbir şekilde katkı sunmayan yaklaşım tarzlarının da artık bölge halkı tarafından mahkum edilmesi gerektiğine inanıyorum.
Terörle mücadelede şayet kimi sivil toplum örgütleri koruculaştırılmak isteniyorsa, bilinsin ki, bu süreç ters teper. Sorunun çözümü 'sivil toplumu koruculaştırmak' tan geçmiyor. Bazı akıldanelerin bu yöndeki telkinlerine umarım bel bağlanmaz.
Sayın Başbuğ'un dikkatine sunmak istediğim bir husus var. O da şu: Devirteslim töreninde bir kuvvet komutanı, bölgedeki sorunla ilgili olarak, 'Biz atılması gereken tüm adımları attık, artık AB bizden bir şey istemesin!' tarzı bir yaklaşım ortaya koymuştu. Eğer bu yaklaşım Genelkurmay'ın resmi yaklaşımı ise, o zaman Diyarbakır gezisine açılım demek mümkün olmaz. Sorunun demokratik ve kültürel çözümüne dönük her şey yapılmışsa, o zaman geriye bir tek şey kalıyor demektir. Onun da ne olduğu belli.
Eğer istenen terörle mücadeleye kimi sivil toplum örgütlerini de katmak ise, bu bir biçimde sağlanabilir. Ama bu postmodern koruculaştırma süreci, çözüme kapı aralamaz. Türkiye bir çeyrek yüzyıl daha kaybeder. Ne PKK biter, ne de Kürt sorunu çözülür. Ben Başbuğ'un bu gerçekliği tüm çıplaklığıyla gördüğü kanısındayım.Umarım yanılmam.
'Önemli meseleler önümüze geldiğinde, 'bunlar tehlikeli işler, uğraşırsak yıpranırız' diye halının altına, kapının arkasına koyma siyaseti izlemeyeceğim' diyen Cumhurbaşkanı Gül, bu çözüm sürecine öncülük etmeli diyorum. Türkiye'nin bu tarz bir devlet aklına ihtiyacı var asıl. Başbakan Erdoğan'ın başkanlığında önümüzdeki hafta yapılacağı duyurulan toplantıda bu umarım bu yönde bir irade beyanı çıkar.
Bugün
Yorum Yap