İslamcılıktan Türkçülüğün esaslarına bir teorisyen: Ziya Gökalp
23 Mart 1876 bir Türk kasabası olduğu söylenen Çermikte
Ziya Gökalp Türkçülüğün babası olarak iki ismi görür. Bunlar Lehçe-i Osmanî lügatinin sahibi Ahmet Vefik Paşa ve Tarih-i Âlem, Sarf-i Türki adlı eserlerinin müellifi Süleyman Paşadır. Bu iki isim düşünürde Türkçülük temayülünün meydana oluşmasını sağlamıştır. Türkçülüğü bütün mefkûreleriyle ve programlarıyla ortaya atma teşebbüsü doğmuştur. Onun için diğer iki önemli Türkçü Azeri Mirza Fethali Ahundzade ve Kırımlı Gaspıralı İsmail’dir. Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Ali Kemal’in aralarında geçen fikir tartışmalarına değindikten sonra gerek Osmanlıcığı gerekse İslamcılığı memleket için zararlı olan iki akım olarak görür. Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı Türkçülüğün en büyük adamı olarak nitelendirir.
Ziya Gökalp millet hakkında altı farklı görüşün olduğunu dile getirir. Bunlar millete ırk olarak yaklaşan Irki Türkçüler, milleti kavim zümresi olarak gören Kavmi Türkçüler, milleti aynı ülkede oturan halkların bütünü olarak gören Coğrafi Türkçüler, Osmanlı imparatorluğunda bulunan vatandaşları millet olarak isimlendiren Osmanlıcılar, milleti bütün Müslümanların mecmuu olarak gören İslamcılar, milleti kişinin kendisini mensup addettiği herhangi bir cemiyet olarak gören Fertçilerdir. Türkçülüğü bazen belirsizleşen teorisyen kendine mahsus bir kültüre malik olan zümre diye tanımladığı milleti ırki, siyasi, coğrafi bir zümre olarak görmez dilce, ahlakça aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bir topluluk olarak görür.
Ona göre bu dil ve kültür Türklüktür. Türk’ün yalnız bir dili ve kültürü olabilir. Çünkü kültürde birleşmesi kolay olan Türklükteki yakın mefkûre olan Türklerin Oğuz Türkleri yani Türkmenlerdir. Türkçülüğün uzak mefkûresi ise Turan’dır. Turan mefkûresi bir hayalde olsa Türkleri birleştirilmesini sağlayan kızıl elmadır.
Gökalp, ünlü hars(kültür) ve medeniyet ayrımını şu şekilde yapar. Kültür milli medeniyet milletler arasıdır, kültür bir millete ait ahlaki, hukuki, fenni, estetik, lisanî ve iktisadi bütünlükken medeniyet aynı medeniyet dairesinde yaşayanların sosyal hayatlarının müşterek yekûnudur. Gökalp Osmanlının gerek dilde, el sanatlarında gerekse musikide, yerli olamadığını söyler. Osmanlı kültürünün Türk, acem, Arap ve Batı etkisinden mülhem bir kültür odluğunu iddia eder. Tanzimatçıların Osmanlı medeniyetini Batı medeniyeti ile uzaklaştırmaya çalıştığını ve başarısız olduklarını söyler.
Gökalp kitabının Halka Doğru başlığında seçkinlerin medeniyete, halkın kültüre sahip olduğunu seçkinlerin halktan milli kültürü alıp halka medeniyet götürme vazifesi odluğunu söyler. Çünkü halk milli kültürün müzesidir. Garba Doğru başlığında ise Doğu medeniyetinin ilerlemeye engel Batı medeniyetinin yükselmeye sebep olduğunu söyler. Doğu medeniyeti ile Batı medeniyetini uzlaştırmaya çalışmanın ise ortaçağı yaşatmak anlamına geldiğini iddia eder. Batı’dan bilim ve tekniğin alınmasının mahsuru olmadığına değinir. Doğu medeniyetini terk ederek Batı medeniyetine girmeye kimsenin samimi olarak itiraz edemeyeceğini vurgulayan düşünürün birinci formülü bir kişinin kendini Türk milletindenim, İslam ümmetindenim ve Batı medeniyetindenim diye ifade etmesidir.
Karl Marx’ın tarihi maddecilik ve Emile Durkheim’in içtimai mefkurecilik nazariyelerine değinir. Durkheim’in kolektif tasavvur ve ekonomik hadiselere ekonomik hadiselere ekonomik hadiselerin sosyal hadiselere yol açabileceği nazariyesini kabul eder.
Sosyal zümreleri siyasi, ailevi ve mesleki zümreler diye üçe ayrılır. Siyasi zümreler sosyal uzviyet iken ailevi zümreler bu uzviyetin hücreleri, mesleki zümrelerde organları gibidir. Ailevi ve mesleki zümrelere ikinci derecede zümreler adını verir. Siyasi zümreleri, bir kavmin küçük teşekkülünden oluşan cemia (klan), muhtelif kavim ve din mensuplarından oluşan cemialara camia, bütünlükçü, birleşmiş müstakil milletlere camia denir. Gökalp bu kavramlara değindikten sonra millet olmanın gerekliliği ve önemi üzerinde durur. Onda esas milli kültürdür ve vatan üstünde oturulan toprak ancak onun zarfından ibarettir.
Bir ülkede milli tesanüd önemlidir. Milli tesanütün temeli vatanı sevmek olan vatani ahlak ve milletin fertlerini ve ona benzeyen fertleri sevmek olan medeni ahlaktır. Vatani ahlak dıştan merkeze doğru olduğu halde medeni ahlak merkeze dışa doğrudur. Vatani ve medeni ahlaktan sonra mesleki ahlakında yüceltilmesi gerekir. Askerlerin korkak olması, polislerin sefih olması, hâkimlerin taraflı, öğretmen ve yazarların mefkûresi olmaları meslek ahlakına aykırıdır. Avukat ve doktorlar mahremiyete saygı göstermeleri mesleki ahlakın icabındandır. Ziya Gökalp’ta sevginin mertebeleri şu şekildedir. Kıymetin birinci derecesi milletdaşlarımızı, ikinci derecesi ümmetdaşlarımızı, üçüncü derecede medeniyetdaşlarımızı, dördüncü derecesinde bütün insanları görmemiz ve onları bu derecelerine göre sevmemiz lazım gelir. Kültürel hayatın kaynaklarında milli kültür ya da Türkçülüğü esas gören İslamı ikincil planda Gökalp sevgi konusunda da birincil olarak Türkçülüğü esas olarak görür. Ziya Gökalp’a göre milletdaşlarını sevmeyen bir adam milletini de sevmiyor demektir.
Milli kültürün ve millilik şuurunun uyandırılması için gayretler sarf eden düşünüre göre mili kültürü şuurlu hale getirmesi için ihtiyaç duyulan teşkilatlar şunlardır: Milli Müze, Etnoğrafya Müzesi, Milli Arşiv, Milli Tarh Kütüphanesi, İstatistik Umum Müdürlüğü… Teorisyen Etnoğrafya müzesinin amiyane itikatları ve içinde büyücülük karışan dini ayinleri toplayan “tandırname ahkâmı” veya “keçe kitap” çalışmaları olması gerekliliğine değinir. Masalların, koşmaların, fıkraların, türkü ve nağmelerinde bu müze altında toplanması gerekir. Gökalp Türk Tiyatrosu, Türk Konservatuarı, Türk Üniversitesi, Türkiyat Enstitülülerinin kurulması gerekliliğinden ve öneminden bahseder. Gökalp’te Türkçülüğün mahiyeti bunlardır. Kitabın ikinci bölümü olan Programına ise bir sonraki yazıda değineceğim…
Not: bu yazı “Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Ankara: M.E.B. yayınları, 1999, ss.
Yorum Yap