Yusuf Kaplan’ın İslamcılık Algısı I
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-10-19 17:36:05
Mümtazer Türköene’nin kıvılcım hale getirdiği Ali Bulaç’ın fişeklediği tartışmayı hedefe götürmeye bir anlamda taşı gediğine oturtmaya çalışan Yusuf Kaplan “İslamcılığın Varoluşu” yazısında Müslüman toplumların İslam’la ilişkisinin –başkaları ve zeitgeist/zamanın ruhu üzerinden kurdukları için- dolaylı olmasından dolayı doğurgan olamadığını, Leo Strauss’tan hareketle zeitgeist’a mahkum edilerek –insanlık olarak- körleştirildiğimizi, varoluş biçimlerini kaybederek alinasyon ve simülasyona tabi kılındığımızı söylüyor.
Nitekim ona göre Müslümanların müslümanlıkla kurdukları ilişki de simülasyon ve asimilüsyon üzerinedir. Manevi yönünü kaybeden insanın başka kültürler tarafından yutulmasının kolay olduğuna dikkat çeken mütefekkir İslamcılığın -zeitgeist’ın meydana getirdiği- körleşmeye ve zihni köleleşmeye yönelik direniş, diriliş ve varoluş hareketi olarak tanımladıktan sonra üç alandan bahsediyor. Ona göre birinci alan olan batılı zeitgeist’a, ikinci alan olan irtibat kuramadığımız bir alan (benim ifademle bir anlamda Heidegger’in orada bulunan anlamındaki dasein’ken) üçüncü alan ise bize varoluş sağlayacak -Jasper’in kavramıyla existence/varolma- Müslümanlıkla ilişkimizi doğrudan ve doğurgan bir şekilde kuracak bir biliş (ilme'l-yakîn /varolabilme epistemolojik), bir oluş (ayne'l-yakîn / fenomenolojik) ve bir varoluş (hakka'l-yakîn / ontolojik) yolculuğu olan İslamcılıktır.
İslamcılığı varoluşsal bir imkan olarak ve siyasi söylemden çok fikri omurga hareketi gören düşünüre göre varoluşumuzun da yok oluşumuzun da İslamcılıkta gizlidir.
“İslâmcılık: Ruh, Ayna, Varoluş Kaynağı” adlı yazısında “İslamcılık” kavramının ideolojiyi çağrıştırdığı için sevimli bir kavram olmadığını zaafının ise siyasi bir proje ve ideoloji olarak takdim edilmesi, reel politik olarak anlaıldığını dile getirir. İslamcılığı konjoktürel olarak anlayan ve kullanan sığ bakış/lı/ların kendilerini müslüman zannettiğini söyledikten sonra İslamcılığın ruh, fikir ve vicdan hareketi olduğunu bunun muhteşem anıtının ise Filistin örneğinin olduğunu söyleyen yazar İslamcılıktan İslamla kurulan samimi ilişki ve neticesindeki samimiyeti anlar.
İslamcılığın tek varoluş aynamız olduğunu, İslamla kurulan samimi ilişki neticesinde diğer din ve kültürlerle kısaca dünyayla ciddi ve doğru ilişki kurabileceğimizi söyleyen Kaplan bu rabıtayı kuran temsiller olarak Gazali, Mimar Sinan, Bediüzzaman, Mehmet Akif, Sezai Karakoç ve Ismet Özel örneklerini verir.
Teorik ilk ilke olarak “İslâmcılığı, Müslümanların İslâm'la ve dünyayla imtihanlarının adı, adresi ve aynası” olarak gören mütefekkirde ikinci ilke Müslümanların özne olmasını sağlayan üçüncü ilke -Baudrillard’ın ifadesiyle maya bozukluğundan dolayı simülatif hale gelen- batı tarafından hedef tahtasına konulmasıdır. Dördüncüsü hem kitlelelere hem de ilim, sanat ve siyaset adamlarına umut ışığı vermesidir. Ilave olarak son dönemlerde iki alanda pratiğini gördüğümüzü fakat üçüncü ayakta ise döküldüğümüzü söyleyebilirim. Beşincisi ise İslamı terörle özdeşleştirerek ve müslümanları sekülerleştirerek islamcılığı bitirerek İslamı bitirmek isteyen küresel sistemin lordlarının varlığıdır.
Islamcılığın bitmesinin Türkiye’nin bitmesine, kürt meselesinin bitmemesine, ittihad-ı İslam’ın, medeniyet fikrinin ve kardeşliğin bitmesine ve akıl tutulması ve ufuk kararmasına yol açacağını söyler.
“İslâmcılık: Nominalizm ile Eklektisizm Arasında” makalesinde ise islamcılık bağlamındaki okumaların “arizi okumalar” olduğunu islamcılığı kimi çevrelerin salt siyasi bir proje, sosyolojik cendere ve anakronik bir biçimde post-strüktüalist akademik çözümler olarak anladığını ve anlamdırdığını söyleyen Kaplan, islamcılığın içinden ve dışından gelenlerin nominalizmin kalıbından meseleyi anlamaya çalıştıklarını, bütünü parçaya indirgeyerek asli olarak değil de arizi anladıklarını iddia eder.
Islamcılığın bittiğini söyleyenlerle karşıtını savunanların İslamcılığı araçsallaştırdıklarını bir anlamda onun hakikatini iptal ettiklerini iddia eden Kaplan, bu durumun neo-pagan bir durum olduğunu söylüyor. İslam’ın dünyevî güç, çıkar, kariyer, mülk, benlik inşası kaygısı güden beşerî bir ideolojiye indirgenmesiyle islamın seküleştirilmesi ve ruhsuzlaştırılmasına yol açacağını söyleyen düşünür reaksiyoner düşünmeyi yani islamcılığın bitmediği tezi ya da bittiği tezi üzerinden yapılan tartışmaları fiili ve zihni olarak yersizlik ve yurtsuzluk oalrak görüyor. Bir anlamda karşıtına meydan okuyarak kendini belirleyenin karşıtı hale geleceğini söyleyen müteffekkir reaksiyondan aksiyona geçip özneleşerek, direnişi dirilişe dönüştürerek ve nihayet dirilişten varoluşa geçerek varolunabileceğini söylüyor. Nominalizmi ekletisizmle yani devşirmecilikle aşmaya yeltenmenin ise İslam’ın bu yöntemle dönüştürülmesine hizmet ettiğini söylüyor.
Mevcut İslamcılığı özne olamaktan daha çok nesne olduğunu oysa İslamcılığın kendisizliğin farkı ve sahici bir varoluş yolculuğu olduğunu, 21. Yüzyılı İslam’ın belirleyeceğini 22. yüzyılın ise İslam’ın yüzyılı olacağını ve imkanlara sahip olduğunu iddia ediyor.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Haber Ara
Yorum Yap