Dolar

42,6940

Euro

50,1988

Altın

5.922,26

Bist

11.456,34

Selçuklu ve Osmanlı Yadigarı: Erzurum

13 Yıl Önce Güncellendi

2013-10-28 13:12:26

Selçuklu ve Osmanlı Yadigarı: Erzurum

Dedim Erzurum nen, dedi ilimdir 
Dedim gider misin, dedi yolumdur.

Erzurumlu Emrah

İnsan hep şehri imar ettiğini zanneder oysa ki şehir insanı imar ve inşa eder. Şehir iklimiyle, toprağıyla, dağıyla, taşıyla, mimarisiyle insanın ruhunu yoğururken inşa etmiş olduğu insanlarla kendi karakterini örtüştürerek insanları büyüten bir annedir ve insan yetiştiren bir okuldur. Biz hep insanın şehri kurduğunu düşünürüz oysa şehir insanı kurar. Aslında kurulan şehir değil insandır. Şehri kurduğunuzda aslında insanı ve cemiyeti kuruyorsunuz. Şehir bir hakikatken kent ise bir simülasyondan ibarettir.

Şehrin köklü ve şahsiyet sahibi insanı inşa eden ruhuna karşın nevzuhur bir kelime ve mekanı olan kent ise nevzuhur kişilikleri üretir. Şehir Spenglerci anlamda magien bir ruha sahip kuşatıcılığı ve nizamı barındırırken, kent ise meydan okuyucu ve yıkıcı faustiyen bir ruhu bireyselliği, vurdumduymazlığı üretir. Şehir olan mekanlar kendine özgü şahsiyetler (Erzurumlu İbrahim Hakkı, Erzurumlu Emrah, Şemseddin Sivasî, İdrisi Bitlis, Mehmet Emin Tokadi, Bursalı Mehmet Tahir, Cüneyd-i Bağdadî, Abdülkadir Meragî, Hasan Hüsameddin Uşşakî vs.) üretirken, kentler ise Baudelaire’nin ifade ettiği flauner/aylakları yani tinercileri, lumpenleri, vandalları üretir.

Ankara’da yani kentin en alengirlisi olan nevzuhur bir yerde yaşayan biri olarak Erzurum, Sivas, Konya gibi mekanları şehir olarak görmüşümdür. Üniversiteyi okumak için önce kentten kendimi kurtarıp şehre atmak için Erzurum’u tercih ettim. İlk giderken hissettiğim şey Tanpınar’ın Erzurum’a giderken hissettiği uzlet ve keder duygusuydu. Nitekim ruh besleyici bir munzeviliğe sahip Erzurum’u Evliya Çelebi “ilim öğrenilecek yer” olarak tasvir eder. Hasbelkader öğrendiğim ilmin büyük bir kısmını bu şehirden elde etmişimdir diyebilirim. Erzurum’da şehrin ruhuna aykırı olan anakronik gibi görünen felsefe okusam da Erzurum beni hikmet boyutuna yaklaştırmıştır.

Tanpınar’ın bahsettiği Müftizâ-de Edip Hoca'nm vaazını Caferi’ye camisinde dinleyen gençlerin kuşağından olmasam da Veli Velioğlu’nun sohbetlerini Caferiye camisinde dinleme nasibine erişenlerdenim. Sağlam esnaf şuuru Cumhuriyet Caddesinde yok olsa da Taş mağazalarında Tanpınar’ın dediği “iş terbiyesi almış, eli işlediği yarattığı için nefsine saygı duygusu yerleşmiş, şahsiyetli, kendine güvenir vatandaşlardan teşekkül etmiş” bir esnaf topluluğunu tanımışlığım ve çaylarını yudumlamışlığım vardı.

Yakutiye ve Lalapaşa mekanları bunaldığımda nefes aldığım -park değil- alimlerin ve talebelerinin hatırasını hissettiğim medreseydi benim için. Nitekim Lalapaşa’yı Tanpınar “ Osmanlı devri mimarisi Erzurum'da Lala Paşa Camii ile yaşar. Fakat Lala Paşa, gömüldüğü yerden şehre hâkim değildir. Hattâ görülmesi için yanına sokulmak lâzımdır. Sonra küçük nisbetiyle daha ziyade büyük bir heykelin topraktan yapılmış örneğine benzer.” Diye tasvir ederken Yakutiye’yi ise “…aydınlıkta topraktan henüz çıkarılmış bir eski zaman süsü gibi pırıl pırıl minaresinin daima muhayyeleyi avlayan bir çekiciliği vardır.” cümlesiyle anlatır. Erzurum’un çeşmeleri o kadar çok ve suları lezzetlidir ki çeşmelerin adına “cennet çeşme” dahi denilir. Günümüzde bile 200’e yakın çeşmesi vardır. Nitekim bu zenginliği ve lezzeti Evliya Çelebi, "...havası gayet latiftir ki adam adeta ebedi bir dirilik bulur. Tatlı ve saf suyu dirilik suyudur. Atlara ve kadınlara çok yarar. Cennet pınarı denilen sudan Temmuzda içen Allah'ın, 'Her şeyi sudan diri kıldık' ayetini hatırlar." Cümleleriyle ifade eder.

Tanpınar yıllarında Dede Efendi’ye ve Itri’ye hiç yabancı olmayan Erzurum’da Çamlı Hemşin’de gürültülü patırtılı müzikler dinlenmezdi. Dede Efendi ve Itri’nin ruhuna saygı duyan ve geleneğin kodu olan Türkü/vari müzikler çalınırdı. Velhasıl Erzurum’un türkülerini dinlemek bile adama şahsiyet verir diyebilirim.

Kısaca Erzurum Selçuklu’da ontolojik varlığına/aynel yakin Osmanlı’da epistemolojik varlığına/ilmel yakin kavuşmuş bir şehirdir. Türkiye Cumhuriyeti döneminde ise kent yapılmak için çırpınılırken ve ruhu katledilirken insanı da katledilen bir şehir haline getirilmiştir. Nitekim ne Erzurum’un Yakutiye gibi mekanların ruhu, türküleri, suları yok edilirken insanı da yok edilmeye başlanmıştır. Maneviyatı öldürülen bir şehirden suyu yok edilirken ruhu da yok edilen insanların coğrafyası haline gelmiştir. Ne suları eski lezzetini korumakta ne de Dadaş kadim şahsiyetini korumaktadır. Çünkü nasıl ki şehir inşa ederken insan inşa edersen şehri yok ederken insanı da yok edersiniz.

Son yıllarda ise ‘marka kent’ sloganıyla sömürgeleşen, asimile edilen ve kökleri yok edile bir şehir haline getirilmeye çalışılmakta olan bir Erzurum gerçeğiyle karşı karşıya kalmaktayız.

Orada mevcut belediyeciliğin ne yaptığını orada yaşamadığım için bildiğimi söyleyemem. Fakat hiçbir siyasi emeli olmayan ve hiç kimseye siyasi garezi olmayan, Tayyib Erdoğan sevdalısı olan Erzurum’da yapılan yanlış işleri ve kaybolan yılları anlatırken ağlayan Ersin Murat Aydın abim ve dostumdan dinlediğim kadar hiç de hoş şeyler yapılmadığını söyleyebilirim. Mevcut başkanın neler yapıp yapmadığını bilmiyorum fakat Selçuklu ve Osmanlı’nın yadigarı Erzurum’u özüne/şehre döndürmek yerine onu şehirden kente döndürmek için çırpındığını basından da olsa takip etmekteyim. Eğer Selçuklu ve Osmanlı’dan bahis söz konusuysa Erzurum nirengi noktasıdır. Erzurum’u ayağa kaldırmadan Selçuklu ve Osmanlı ruhunu ayağa kaldıramazsınız. Erzurum’a sahip çıkmak Selçuklu ve Osmanlı hatıratına sahip çıkmak ve saygı duymaktır. Bunu mevcut başkan yapabilecek çapa sahipse yapmalı yapmayacaksa bu çapta bir başkan adayı tercih edilmelidir. Yakutiye medresesini ve çevresini Panayır alanına çeviren gençlerin fink attığı bir alan haline getiren bir algının bu ruhu anlayabileceğini zannetmiyorum.

Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara