“Hakikatin örtüsü kaldırıldığında, onun hakikat olarak kalacağını sanmıyoruz” (Nietzsche)
Nietzsche’nin ardılı olarak yorumlanabilecek Baudrillard* modern insanın gündelik hayatta ertesi gün veya her an yeni bir dünya ile karşılaşma olasılığıyla karşı karşıya olduğunu dile getirir. Gerçekle ilişkinin kesildiğini, simülasyonun klasik mantığı aşıp hakikatin yerini aldığını, bütün sistemin simülakra dönüştüğünü, gerçeğin geri döndürülemeyeceğini ve simülasyon çağına girdiğimizi iddia eder.
Asılla gerçekliğin, sanal olanla yapay olanın arasındaki makasın kapandığını iddia eden Baudirillard’ın kendi çağından önce hakikatin öldürülmeye başlandığının haberini kadim filozof Nietzsche vermiştir. Nietzsche’ye göre hiçbir mutlak gerçeklik yoktur. Nietzsche’den sonra Adorno’da hakikatin yalan, yalanında hakikat gibi göründüğü bir dönemeçte olduğumuzu hakikatin yalan olduğunu, her açıklamanın, her haberin, her düşüncenin daha önce kültür merkezlerinde biçimlendirilmiş olarak geldiğini, hakikatin yanılsamadan ayrılamayacağını iddia eder.
Baudrillard, gerçekten sanala kaçarak hayattan kopan, başka dünyalarda kendi hayatını arayan ve TV’yi bu kaçışın en önemli teknolojik aygıtı gören, hayattan korkanların ve kaçanların bir anlamda kendilerini koruyan yanılsamalar (illusions) kurduklarını ve bunlara “gerçek” adını verdiklerini gerçekten daha gerçek olan hipergerçekliği ürettiklerini iddia eder.
Birbirlerinden habersiz bir şekilde yaşayan ve yaşadığı yerin bütün dünyanın kendisi olduğu zanneden kabileler gibi değiliz artık. Modern ve teknolojik hayatta her an bir kelebek etkisine maruz kalabiliriz. Nitekim televizyon ve internetin kol kola ilerleyişi bu süreci her an bize yaşayabileceğimizi aşikâr göstermektedir. Bu ani karşı karşıya kalış problemli zihinleri meseleyi nasıl anlayacağı konusunda şapşallaştırmaktadır. Bunun en önemli göstergesi “Wikileaks belgelerine” karşı gösterilen tepkidir. Belgelerin ilk çıkışı ile birlikte hükümet yanlısı medya diye ifade edilen bazı medya kuruluşları tezlerini belgelerin gerçek olabileceği argümanının üzerine oturtarak yayınlar yaptı. Devamında Başbakan R. T. Erdoğan’ın İsviçre bankalarında sekiz ayrı hesabı olduğu iddiaları tezde konu edilince çark edip belgelerin sahte olabileceği tezini geliştirmeye başladı.
Kadim zamanlarda zihindeki bağı koparmadan kesintiye uğratmadan (Farabi ) -acele etmeden- durarak düşünmek önemli olduğu gibi bugünün sanallaştırılmış dünyada hakikati yakalayabilmek için daha titiz olmalıyız. Yani bir anlamda elimize tuz alıp ortalıkta dolanmaktan içtinap edinmeliyiz. Kartel medyası denilen kesim ise şok karşısında şapşallığın etkisinde ne diyeceğini ve ne olabileceğini kestiremiyor. Muhalefet partisi lideri her konuda olduğu gibi bu konuda da acemi ve aceleci karakterini tekrar sergiledi. Etrafındaki danışmanları ne iş yapar bilmiyorum. Wikileaks belgeleri kuyuya taş atan bir delinin marifetidir. Belgelerin içinde hakikatle sahte iç içe giydirilmiş halde bize sunulabilir. Sağlıklı zihinler bunun hangisinin hakikat olduğunu anlama çabası gösterenlerdir.
Sanal ile hakikatin ne kadar birbirine girdiği Başbakan’ın sekiz ayrı hesabı olduğuna iddiasına karşılık birkaç gün sonra Başbakan’ın “ranzaların arasında sessiz sessiz ağlayan arkadaşlarını gördüğünü, aylarca ailesinden harçlık alamayan, bir dilim ekmekle akşama kadar ayakta durmaya çalışan arkadaşlarının var olduğunu söyleyerek” nasıl bir geçmişten geldiğini ifade etmesidir. Yoksulluğun ve fukaralığın ne olduğunu iliklerinde hisseden -en azından söylemi bu- bir adamın böyle bir iddia ile karşı karşıya kalması trajik ve katastrof bir çağda olduğumuzun göstergesidir. “Tüyü bitmemiş yetimin” yiyen bir profilin varlığına inanmak istemiyorum ve bu iddianın gerçek olabileceği şüphesi bazı duyarlı adamları uyutacağını da düşünmüyorum.
Not: Baudrillard’dan alıntılar için bkz. Dağ,Ahmet, Jean Baudrillard’da Simülasyon Kavramını Temellendirme Çabası Marmara Üniversitesi S.B.E. Felsefe ve Din Bilimleri basılmamış yüksek lisans tezi s.s. 172.
Yorum Yap