Dolar

42,6940

Euro

50,1988

Altın

5.922,26

Bist

11.456,34

Merhaba Ex Niho

18 Yıl Önce Güncellendi

2009-08-30 11:34:00

Merhaba Ex Niho

           

“Her şey yorulur.” evet her şey yorulur beden, yürek ve hatta sevgi bile yorulur. Zihniniz yorulduğunuzda, kitaplar yanı başınızda sizden yoksun kaldığınızda, kalemi tutmaya cesareti ve takati kalmayan parmaklarınız olduğunda eğer düşünen, okuyan ve yazan bir adamsanız artık yaşamayan sadece nefes alan bir bedensinizdir. Zihninizi itekleyerek çalıştırdığınızda tekleyen bir hacı murat otomobil gibisinizdir. Tam sekiz gündür bekliyorum bir şeyler yazabilmek için ama olmadı. Bu nedenle yaklaşık 7 yıl önce yazdığım içsel bir serzeniş yazısına yer vermek istiyorum. Köşemde demiyorum. köşeleri dönenlerden ötürü köşeleri de sevmem.   

 

 

“Günlerden Pazar ardışıklığın peşine düşmüş, kendini zaman kıskacına sıkıştırmış insanoğlunun tatil günü. Mekânsızlar sınıfının bir üyesi olarak mekânım olmayan bir mekâna geldim. Mekânsızların sürekli karşı karşıya kaldığı bir şeyle karşılaştım. Yabancılık… Yüzler yabancıydı, caddeler yabancıydı, plakalar yabancıydı. Oysa tek tanıdık kuşlardı. Çünkü onlarda mekânsızlardandı. Bir mekânsız olarak yatacağım, sığındığım akşam karanlıklarında metruk bir mekânsızın terk etmeyen bircik dostum kitaplara sığındım. Bugünkü dostum Ayrıntı’da oturan Ellias Canetti’nin büyük oğlu -Kitle ve İktidar-. Bir nevi mekânsızların mekânı olan ruhunun istikametini veren kitaplardır. Bu gün herhalde benim ruhumu da etkileyen kitle ve iktidardı.

 

Canetti “İnsanın bilinemezden korktuğunu dolayısıyla kitleye katılarak rahatlama hissi duyduğunu” iddia eder. Bazen sokakta yürürken sokulacağım bir kalabalık arıyorum kendime ve omzuna dayanacağım bir kalabalık. Belki Nietzsche’ye ihanet edeceğim. Sürünün içine katılacağım. Ona yoldaş olamayıp ölü bir arkadaş olacağım. Belki ötelere inanıp kandırılacağım. Yalnızlıktan sıkılmanın korkusuyla belki Nietzsche’yi yalnız bırakacağım. Belki de bir atın boynuna sarılıp ağlamaklı olacağım ölmekten korktuğum için. Bu sessiz ve karanlık kaldırımlarda yürürken bana dokunacak bir elden korktuğum için, belki karanlık bir gökyüzünden gelen şimşek çakmasından korktuğum için, belki sessiz sokaklarda gezinirken yankılanacak bir çığlıktan korktuğum için. Bütün bu korkularla sarılacağım benliğime yani yalnızlığıma. İsyan edeceğim sürüye sürü olmaktan vazgeçesiye. Bir ağaç gibi tek başına ve yalnız ölerek.

 

Oysa derlerdi bana burada martılar olmaz diye. Oysaki hepsi buraya gelmiş yalnızlığımın yankısını ruhumda çığırtkanlığını yapmak için. Yalnızlığın çığırtkanı martılar her zaman yalnızlığı çağrıştırmışlardır bana…

 

Bazen de kendimi bir kitle gibi hissediyorum. Her an yıkıma uğrayacak. Çünkü Canetti dışarı açılmayan kitle zamanla yıkıma uğrar diyor. Kuşatılmış bir kale gibi hissediyorum kendimi. İçerden benliğim tarafından dışarıdan düşmanları tarafından yıkılmaya çalışılan bir kale gibiyim. Ve bir gün benliğimin pencere ve kapılarının kırılacağını mahremiyetine girilip dışarı çıkarılacağını kitlenin içine alınacağımı hissediyorum. Bu belki benim kurtuluşum belki batışım olacak. Belki de pencere ve kapılarım kırıldığı an içeride kokmuş cesedim bulunacak belki mezarıma taşlarla saldırılacak, belki çiçekler taşınacak. Belki benden kalanlar yakılıp tahrip edilecek belki arkamdan taltifte bulunulacak.

 

Mutluluk mekânı belirlenemeyen, literatürde olmayan, uzamdan ve zamandan münezzeh bir kavram. “Yer kaplayan vardır.” pozitivist önermesiyle irapta mahalli olmayan yer kaplamayan bir muamma. Bundan bihaber insanların ise nesnede aradıkları ex niho.

Beklide sübjektivist idealistlerce varlığı objede değil de süjede olan bir şey. Süjeliğimi bilemediğim hayatta zaten objede bulamadım mutluluğu yakıştıracak.

 

Bazen kalabalıktan o kadar sıkılıyorsunuz ki, kendinizi bir sahil kenarına atıp kayalara vuran dalgalara çarpıp ufuklara gidesiniz geliyor. Bazen yalnızlıktan o kadar sıkılıyorsunuz ki kendinize bir at arıyorsunuz Nietzschevari boynuna sarılıp ta ağlayacağınız geliyor. Bazen balta girmemiş bir ormanda parlayan bir elma gibiyim bazen alelade bir orman yemişi gibiyim.

 

İnsanın en büyük korkusu öldüğü gün arkasından ağlayıp dizlerini döven, tabutuna sarılıp ağıt yakacak toprağının üstüne bir çiçek atacak bir dostunun olmamasıdır. Bazen kendimi atının üzerinde gezip kendine bir yel değirmeni arayan Don Kişot gibi anarşist hissediyorum. Bazen o kadar kızıyorum ki kara bir t-shirt üzerine beyaz logolarla “ben anarşistim” yazarak gezesim geliyor. Kravat, rozet, koltuk ve makam iğretilerine karşın.”


Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara