Dolar

42,6940

Euro

50,1988

Altın

5.922,26

Bist

11.456,34

Medeniyet köklerinden ve istikbalden yoksun bir kadavra: eğitim II

18 Yıl Önce Güncellendi

2008-12-18 10:48:00

Medeniyet köklerinden ve istikbalden yoksun bir kadavra: eğitim II

200 yıllık çektiğimiz acının kafa karışıklığının ve rotasızlığın nedeni düşünür, aydın tipi denilen ucubenin -az gelişmiş olan varlığın- kendi değerlerini bilmek zorunda olan zihni ile hakikat arasında bağ kurabilen Alim tipine geçemeyişidir. Düşünür ya da Aydın tipi denen ucube varlığın zihninden sudur eden fikirler/molozlar bırakın toplumu felaha götürmesini kendini bile felaha götür/e/memiştir. Her gün yayınlamış oldukları dergi, gazete içerikleri, televizyon dizileri ve programları ile çocukları ve gençleri kısacası ülkenin geleceği olan nesillerin zihnini ve ruhunu kirleten medyanın pejmurde hali ortadadır. Mc Luhan ?Ortam/medium mesajın kendisidir.? der. Söz konusu Baylat madem o kadar deruni bir düşünebilme yeteneğine sahiplerse neden içerisinde bulunduğumuz kokuşmuşluğa meydan okuyacak Bruno cesaretini göstermiyorlar da aba altından sopa göstermek üçkağıtçılığına ve patron dalkavukluğuna soyunuyorlar. Bunu yap/a/madığınız müddet insanlar size inanamayacak. Sizde güya Giordona Bruno kılığında dolanıp onun kahramanlığının arkasına saklanamayacaksınız. Ama maksat değerli ülke entel/lektüel/lerinin derdi üzüm yemekten çok bağcıyı dövmek olunca medyanın yaydığı ruh ve zihin kirliliği edimlerini görmezden gelmek oluyor. Değerli entel-lektüel-lerimizin eğitim konusunda en çok kalem oynattığı mesele din eğitimi veya imam hatip meselesinin eleştirisi üzerine oluyor. Kendilerinden öyle nağmeler zuhur ediyor ki düşünen bir beyin olarak onlarda şaşırtıcı bir fikir ishalliğinin varlığını müşahede ediyorum. Mesala bunlardan biri şu ? Eğer imamlar üniversite öğretimine elverişli olsaydı, ileri ülkeler de papaz okulları açar ve papazları mühendis, hâkim, vali yapardı.[1] Bu arada bir tespitte bulunmak istiyorum. Meslek Liselerine ve İmam-Hatiplere katsayı eşitsizliği çıkartıp, üniversiteye girmelerindeki engel olunmasındaki altında yatan psikoloji ve niyet halka/Anadoluya Haso-Memo olarak bakan bir zihniyetin fakir, mütedeyyin insanların çevreden merkeze yürümesini çekemeyip bizzat onlara engel olmak için örüp yükselttiği diskriminasyon duvarıdır. Meslek Lisesi engeli fakir Anadolu halkını engelleme teşebbüsüdür.

 

Histerik hale gelmiş olan olumsuz yaklaşım İslami eğitim anlayışını kilise Hıristiyanlığı ile mukayese etme marazi fobisidir. Bu fobinin ortadan kalkması için IX-XII yüzyılları arasındaki İslam-Bilim eksenli okuma zahmeti göstermeleri sonunda bu fobinin ortadan kalkacağını düşünüyorum. Malum bakış açısının selefleri yani bu anlamda değerli selefi münevverlerimiz Augeste Comte'dan alıntıladığı ?insanlığın üç hal aşamasını? argümanı kullanarak günümüz uygarlığının son aşaması olan pozitivizmden bizi haberdar ediyorlardı. Günümüzde pozitivizmn bilgisine bile kışrından sahip olan yeni yetme pozitivistler benzeri argümanları kullanmaktan geri kalmıyorlar. Oysaki Pozitivizmin cenazesinin kaldırıldığının önce Wittgenstein daha sonra Dilthey ve Derrida gibi hermeneutikçiler haberini vermişlerdi. Başınız olsun beyler.

 

Bir başka değerli münevverimizden zuhur eden kıymetli düşünce adamının verdiği haber?Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişlerinin, Diyanet İşleri'ne bağlı -yasal olarak açılmış- 4 bin 322 Kur'an kursunu denetleme yetkisi, ilgili yönetmelikte yapılan değişiklikle kaldırıldı. Bundan böyle denetim görevini Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı 59 müfettiş yapacakmış.?[2] haberidir.Bu haberi yapan kıymetli düşünürümüz Oktay Ekşi'nin 'kendi talibanımızı kendimiz yetiştireceğiz' cümlesi, eşine az rastlanır ucube bir tespit. M. Balbay da Diyanet kaynaklı ilahiyatçıların Din Kültürü öğretmeni olmasının rejim için bir tehdit olduğu uyarısında bulunması akıllara ziyandır.[3] Sanki Şeriat Bakanlığından! Milli Eğitim Bakanlığına geçiş var. Oysaki olan şey devletin bir kurumundan diğerine geçiştir ve ikiside din eğitimi alanıdır.  

 

Beyler bu tür yaklaşımla ve anlayışla çağdaş ve muasır uygarlık seviyesine ulaşılması oldukça zordur. Kavgacı, polemikçi, saldırgan, ilmi nezaketten ve bilgiden yoksun bir üslupla eğitim sistemine katkıda bulunulmaz. Yazıma başlarken hayalimde canlandırdığım sahneyle oynanan sahne arasındaki ürpertici fark bu satırların sahibini bile korkuttu. Polemiğe, gürültüye dayalı söylemlerden sıyrılıp asli sorunlarımızın üzerine eğilmek istiyorum.

 

Eğitilmek için yaklaşık 15 yılını sıralarda dirsek çürütmeye adamış olan öğrencilerimiz acaba neyi, ne kadar bilmektedirler? Kendisinin, ülkesinin ya da dünya insanlığının sorunlarına önereceği çözüm önerileri var mıdır? Ne kadar dürüst, ahlaklı, nezaket ve terbiye sahibidir? İlkokul sıralarındayken Kemalettin Tuğcu'nun ?Altın Bilezik? kitabını ya da Cahit Zarifoğlu'nun ?Gül Çocuk? kitabını okumuş mudur? Yoksa test çözmeye ilkokul 2. sınıftan itibaren mi başlamıştır? Yoksa bazı öğretmen ve idarecilerin yaptığı gibi kitap okumak yasaklanmış test çözmeye mecbur kılınmış kaç öğrencimiz var? Akşam yada gece geç saatlerine kadar etüt merkezlerinden çıkıp otobüslerden evine gitme çilesi çeken, hafta sonu sabahın köründe otobüslerle dershanelere giden yada günde 200-300 test sorusu çözmek zorunda bırakılan çocuklardan ne kadar sağlıklı bir birey olması beklenir yada ondan ne kadar gelecek ümit edilebilir? Küçücük gelişmekte olan, hayal kurabilme yetisine sahip olan bir beynin dört şıktan birini bulması için mecbur edilmesi oldukça dramatik, vahim bir durumdur. Yine belirli bir zaman 5-6 yıl- geçtikten sonra okumanın kendisi için eziyet olduğunu hisseden ?ben büyüyünce usta olacağım? diyen bir çocuk yüreğine karşın onun hiç sevmediği bir mekana onu hapsetmek ne kadar insan özgürlüğüdür yada 15 yaşına kadar onu yetisiz ve yeteneksiz bir insan olarak okul sıralarında tuttuktan sonra hayata salıvermek ne kadar çocuğa fırsat özgürlüğü sunmaktadır? İnsan özgürlüğü havarileri beyler bu konuda ne buyurmaktadırlar? ?Ya da senden adam olmaz. ?Limon satarsın? söylemiyle gencecik bir beynin bütün yetilerini ve yeteneklerini sıfıra indiren bütün ideallerini ve ümitlerini yerle bir eden öğretmen edasının arkaik kalıntıları nelerdir?

 

İrfan asaletini kaybetti deyip irfanın peşine koşan ?İrfanı, toprağı dişlerimle ve tırnaklarıma kazarak yedi kat yerin dibinden çıkarmaya çalışan ?Kamus namustur.? ?Kelime haysiyettir.? diyen Üstad Cemil Meriç bir şeylerin kavramlarla sarsıldığını ortaya koyar: ?Hoca öğretmen oldu, talebe öğrenci. Öğretmen ne demek? Ne soğuk, ne haysiyetsiz, ne çirkin kelime. Hoca öğretmez, yetiştirir, aydınlatır. Öğrenci ne demek? Talebe isteyendir; isteyen, arayan, susayan??[4]

 

Rahlesinin başına oturmuş sevecen şefkatli gözleriyle talebesinin yüzünü bir meleği seyreder gibi seyreden, bakışlarıyla gönlünü okşayan hocasının yüzüne bakmaktan bile içtinap edip/utanan talebenin öğrenciye dönüştürülmesi evriminden geçirtilmesinden sonra ? Hoca seninle çıkışta görüşürüz? söylemine sahip insan azmanı öğrencinin yetiştirilmesinde kaynaklık eden eğitim sisteminin konsepti insan yetiştirme vasfına sahip olmadığının nişanesidir. Bu benzetmemden hareketle birkaç aklı kıt irticaya özlem duyuluyor yaftalamasında bulunmaz umarım?          

 

1970'lerde çevre-merkez sosyo-politiğinden mülhem devşirilen ?Ha Babam Sınıfı? filmiyle 2000'lerin magazinsel, medyatik toplum profilinden devşirilen ?Hayat Bilgisi? ?Koçum Benim? tarzı okul dizileri öğrenci profiline kötü örneklik edip öğrenci figürünü olumsuz yönde belirleyip eğitim mekânı olan okulu ?Ali Babanın Çiftliğine? ya da ?Ünlüler Çiftliğine? dönüştüren bir misyonu kendilerine çaktırmadan amaç edinmişlerdir. Kahvehaneler ve öğretmen evi kahvelerini dolduran bütün zamanını vaktinin boğazına sarılıp öldürmek için çırpınan öğretmen profilinin öğretmenler odasındaki varlığına ve sohbetine dayanabilme, tahammül edebilme yeteneğine sahip farklılığı olan direnç gösterebilen kaç öğretmen varlığı söz konusudur? Şu an eğitim-öğretim gören birçok AB ülke nüfusundan fazla olan yaklaşık 16 milyon öğrencisi eğitim sistemi dümeni olmayan batmasına ramak kalmış içinde koşuşturmaca ve panik yaşanan bir gemi konumundadır.

 

Eğitim sistemi at yetiştirmek ile öğrenci yetiştirmek arasındaki büyük farkı ortadan kaldırmış durumdadır. Öğrenci yetiştirmek ile at yetiştirmek arasında kurduğum bağıntının adı olan at yetiştirmek metaforunun kısa bir hikayesini anlatayım. Düşünce bulutunun arasında kaybolmaya çalıştığım bir anda sırf Anadolu mizaçlı bir amca ?Size bir şey soracağım bana yardımcı olur musunuz? diye yanıma yaklaştı bende ?elimden geldiğince? diye cevapladım. Kendisinin ilkokul 4. sınıfa giden bir çocuğunun olduğunu 40 tane test sorusundan yaklaşık olarak ortalama 35-36 tanesini doğru cevapladığını, bunu kendisinin yetersiz bulduğunu, bu yetersizliğin kaynağının okuduğu okul olduğunu, 10-11 yaşındaki küçücük sabiyi kasabadaki okuldan alıp yatılı olarak şehirdeki yatılı okula vereceğini, bunun nasıl bir fikir olduğunu bana sordu. Benim verdiğim cevap şu oldu. ?Amca sen çocuk mu yetiştiriyorsun at mı?? Tabii ki ben böyle söyleyince amcam afalladı. Çünkü küçücük çocukların test, sınav, dershane hipodromunda koşuşturması hafta sonu sabahın köründe dershane yollarında olmaları beni sarsıyor. Bundan haz alanlar var ise bir hekime gidip insani damarlarına bir baktırsınlar derim. At yetiştirme metaforundan kısaca bahsedeyim. Atlar daha iyi koşmaları için at çiftlikleri olan haralarda besiye çekilirler. Ve bu dönemde aralıklarla teste tabi tutulurlar, koşu performansları ölçülür. Ve ne zaman ne kadar yiyeceği bir gözetim altında reçetelendirilir. Öğrenciler aşağı yukarı atlarla aynı kaderi yaşamaktadırlar. Bir nevi dershanelerde, etüt merkezlerinde besiye çekilirler. Kafalarına biraz bilgi koyduktan yada sokulduktan sonra 50-100 test sorusu verilip performansları kollanır. Eğer öğrenci yetersizse bu mekânlarda tekrar kafaları bilgiyle doldurulur. İyi koşacak hale gelince pardon test çözecek haline gelince haradan/etüt merkezinden çıkarılır. Yarışta (ÖSS) başarısız olanlar tıpkı verim alınmayan atların yük taşıtılması gibi diskalifiye edilip, istikballeri karartılır. Öğrenci bu anlayışla at konumuna düşürülmüşken öğretmende seyis konumuna düş-ürül-müştür.

 

Bu mantıkla yetiştirilen öğrenci/insan tipi kariyerist (kariyere tapıcı), egoist, maddiyatçı-kapitalist, ÖSS kazanamayınca pop-star yada ben evleniyorum gibi programlara koşturan, yılgın, batıya amele olarak gitmeye gönüllü, üzerine bomba sarıp suçladığı topluma ve hayata saldıran bir insan tipi olarak ortaya çıkar. Zaten sakat atlarda vurulmaz mı? Bütün bu marazi durumların ortaya çıkmasında Medeniyet eksenli eğitim anlayışından yoksun olmak bunun yerine anakronik/köksüz eğitim sistemi yürütme inadı yatmaktadır. SBS sınavı ise var olan bu feci durumun üzerine tüy dikmektir.

 

Notlar:




1. İmam Hatipler ve Türbancılar, Prof. Dr. İlhami Çetin, 21.07.2005

 


2. Ektiğini Biçersin, Oktay Ekşi, Hürriyet, 23.07.2005

 


[3]. Eğitimi Diyanet'e Bağlama Süreci, Mustafa Balbay, Cumhuriyet, 25.07.2005

 


[4]. Meriç, Cemil, Bu Ülke İletişim yay. S. 101 2007 İstanbul

 

 

 

Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara