Bazı yazarların okurunun üzerindeki etkisi suyun üzerine düşen tüyün etkisi kadarken bazı yazarların da ya ruhun üzerinde ya da zihnin üzerinde ciddi olarak bıraktığı etkiler vardır. Zihnimin üzerinde etki yapan en önemli filozof Rene Descartes’tir. Ruhumun üzerinde önemli tesirde bulunan filozof ise Wilhem Friedrick Nietzsche’dir. Nietzsche’den esinlenmesinden midir nedir bilmem bende etki bırakan en önemli edebiyatçı Lübnanlı Halil Cibran’dır. Sisli ve karlı Erzurum günlerinde okumuşumdur Cibran’ı. Arkadaşı Mihail Nuayme’nin kitaplarını da birazda Cibran’ın hatırına aynı günlerde okumuşudur.
1883’te Lübnan’da doğan Cibran 12 yaşında Amerika’ya göçmüş bir çilekardır. “Asi Ruhlar” kitabındaki din adamlarına sataşmasından dolayı kendisi aforoz edilmiş ve eserleri de yakılmıştır. Bu yönüyle biraz J. J. Rousseau kaderini yaşamıştır Cibran. Bir dönem öğrencilik yaptığı ünlü Heykeltıraş Rodin onun eserlerinin William Blake’in yapıtları ile boy ölçüşecek nispette olduğu övgüsünde bulunur. Uzaktan ve umutsuz aşkın adamı olan Cibran bir çatı katında ölmüştür.
“Günümüzün William Blake’i” olan Lübnanlı şair hissedişiyle duygularıyla doğulu bir göçmendir. Adeta Karakoç’un ifadesiyle “Doğunun yedinci oğlu”dur ve Batı değerlerine karşı med-cezir tarzında yaklaş/ım/malarda bulunur. Kopuşlar yaşayan, Batı değerlerine yaklaş/a/mayan, aykırı bir ruha sahip bir şair-düşünür olan Cibran adeta kendini çatı katına gömüp burada ölen doğulu bir mehcerdir.
Doğu mistisizmi ile Batı kültürünün harmanı olan diğer var oluşçulara benzemeyen –Sartre, Camus vb.- hala doğulu bir bakışla merkeze insanı koyan bir doğulu ve İnsan’dır. “Maskeleri çalınmış bir deli” edasıyla bağıran Cibran’ın öfkesi kilise despotizmine karşı kadim bir öfkedir. Her binyılda bir Tanrıya dönmek isteyen ama yılmayan üç bin yılın sonunda “Tanrı tarafından kucaklanan” bir insandır. Görünümden çok öze-hakikate doğru yolculuk yapmaya çalışan bir seyyahtır. Cehenneminde tek başına kalmaya çalışan, başkanının onu tanımasına müsaade etmeyecek kadar bir cehennem sevdalısıdır.
Bazen ayağının bastığı yerde koca bir zincir çıkan bazen yalnızlığının derinliğinde doğum sancıları çeken bazen kulakları köleleşmiş halkaların feryatlarına sağırlaşmış bir kulak olan Cibran; acımasız ve ürkütücü, neşeli ve mutlu, sabırlı ve tutkulu, güçlü ve ulvi, evreni uyandıran geceyle benzer ikiz kardeş olan gece gündüzü uyandırırken o da ruhunu uyandıran yarı bir delidir.
Ne doğuyu ne Batıyı bilmeyen bir kasırga, yıkılmış bir dünyanın harap olmuş bir parçası, küçük denizlerde varlığın anlamını bulamayan, kendine hep büyük denizler arayan , yaşadığı aşkla okyanusun ortasında demir atmış bir gemi gibi, geçmişinin ve geleceğinin arasında tutuklu kalan göğsünü hüzünlerin mezarı yapan mumun etrafında ölene dek dönen bir pervanedir. Bazen kiliseyi, ölümü ve hayatı sorgulayan “devrinin güneşi” bir el- Mustafa bazen umutsuz aşkı Selma’nın arkasından koşan bir mecnundur, bazen İsa’nın İnsanoğlu olduğunu söyleyen “Deli” adlı kitabın yazarı hanif bir meczuptur.
Kendisini geceye benzeten Cibran hayatı ise gönülleri çelen, büyücü, siyah gecelerle astarlanmış beyaz günleri giyinen, aşıkların gözyaşlarıyla yıkanan ve öldürdüklerinin kanlarıyla kokulanan, zina yaptığını görülmesi sonunda bütün güzelliğini kaybecek olan zani ama güzel bir kadındır.
Cibran Bastile’yi yapanların değil yıkanların, mezar kazanların değil saray yapanların, yollara diken dökenlerin değil güller döşeyenlerin safında içindeki insanı/doğuyu öldürmeme gayretinde bulunduran Batı ile doğu arasında kalmış ama doğulu yanını hep seven Afrikalı Leo’dur.
Yorum Yap