Dolar

42,6940

Euro

50,2029

Altın

5.909,30

Bist

11.456,34

Kokuşan bir akademi dünyası

18 Yıl Önce Güncellendi

2009-11-05 14:47:00

Kokuşan bir akademi dünyası

Akademinin içinde bulunduğu duruma ilişkin eleştiriler ve öneriler genelde dikkate alınmaz. Eleştirilerin hamasi olduğu duygusuyla hareket edilir. Akademinin içinde bulunanlar da genellikle içinde bulunmuş oldukları yapılanmaya dair ciddi eleştiri getirmekten çekinirler. Aslında söz konusu olan bu durum akademinin Ortaçağdaki konumuna benzemektedir. Yani bir anlamda akademi kiliseleşmiştir. Fikir özgürlüğü açısından kiliseleşen üniversite üretim açısından kısırlaşan bir yapıya pratiklik açısından ise diploma veren ve meslek sahibi yapan çıraklık ve eğitim merkezlerine dönmüştür. Oysaki üniversitenin evrenselliğinden ve insana yönelik bakış açısından hareketle farklı bir misyona sahip olması gerekir.

 

Ortega Gasset’in üniversitenin misyonun neler olması gerektiğine dair fikirleri şunlardır:

 

Üniversite insanı sıradanlıktan çıkaran, kültürleştiren ve mesleğinin ideal bir üyesi olmayı öğreten, öğrencinin kapasitesini dikkate alarak ondan beklentilerde bulunan, kültürel disiplinlerin ve mesleki derslerin sistematik tarzda sunulduğu, öğretim görevlilerin mevkilerine göre değer buldukları değil yaptığı çalışmalara ve sentez yeteneklerine kıymet veren bir misyona sahip olmalıdır.

 

Gasset’e göre üniversite aklın ve bilimin kurumlaşmış heykelleşmiş halidir. Bu akıl kurumunda öğretim görevlileri bilim ve eleştiriselliğe hâkim olacaktır. Burada şevkle dolu bir atmosfer, bilim için gösterilen gayret vardır. Üniversiteyi otomat olmaktan kurtaran ve ona ruh üfleyen bilimdir. Üniversite gerçek hayatla ve tarihle ilişkili olmalıdır. Üniversite güncel hayatın önemli mevzularına müdahale ederek basın-yayının zihni kirletmesine müsaade etmemelidir.[1]     

 

Ülke üniversitelerinde bahsi geçen ideallerin ötesinde niteliksiz bir yapılanma söz konusudur. Güncel meselelere ve siyasete bakış açısını geliştirmek bir yana doğa bilimleri alanında bile kısırlık yaşamaktadır. Abdülaziz döneminde yapılan tuğranın üzerine mermerden T.C. harflerini yapıştırarak bilimsel bir meziyet gerçekleştirdiği zanneden tarihiyle köksüz bir ilişki içinde olan zihin yapısı söz konusudur.

 

Dünyanın en eski ve en köklü bu üniversitesine Star TV’de “ ortaçağda kralların yaptığı engizisyon” diyecek kadar tarihten ve bilimden uzak bilim adamının! üst üste rektör seçilmesi içinde bulunulan hazin durumun en büyük göstergesidir. Hayatında herhangi bir konuda ciddiye alınmaya değer tek yazı yazmamış, tek inceleme yapmamış, üstelik yapmayacağı da bilinen yüzlerce (binlerce) öğretim üyesinin Türk Milli Eğitim Sistemi denen vahşetten geçmiş genç beyinlere ilave eziyet ederken ve eğitim sistemi otoriteye bağlı şizofrenler yetiştirmeye gayret ederken üniversite ise bunu “çek” eden kurumlardır.[2] 

 

Öğrencilerde heyecan, aşk, istek, merak ve öğrenme zevki yaratan hocalardan daha çok bu istek ve heyecanları öldüren hocalar söz konusudur. Üniversiteler ümitsizliğin, heyecansızlığın ve tembelliğin mekânı haline gelmiştir. Kampüste yayılmış geyik yapan gençlerin bol olduğu vize-final döneminin dışında (tornadan çıkmayı reddeden birkaç kişi hariç) kütüphaneye ayak basmayan fertlerin ortaya çıkmasında öğretim görevlilerinde suçunun var olduğunu düşünüyorum. Benim bizzat yaşadığım şu hadise bu durumu özetlemektedir. Çağdaş Türk Düşünce Tarihi dersinde sınavda aldığım zayıf nota itiraz ettiğimde Hocanın “Bana senin bildiklerin ve okudukların lazım değil bana sana derste anlattığım notlar lazım.” Diyerek cevaplaması bu vahim durumu özetlemektedir. Bu zihin yapısı üniversitelerde fotokopi öğrencisini ve diplomalı cahilleri üretmiştir. Fotokopi öğrenciliği karakterini kazanan fertler daha sonraki yıllarında ilme, bilime, bilgiye ve kitaba düşman gibi davranmaya devam etmiştir ve edecektir. 

 

Hala ideolojik ve siyasal tutumlarından sıyrılamamış,  deli gömleğini sırtından çıkarmamış bir akademisyen tipi ile karşı karşıya bulunmaktayız. Aklını başörtüsüne takmış bütün sermayesini (birikimini) ve enerjisini bu yasağın sürmesi için harcayan, kendisine bunu vazife olarak gören bir kafa yapısı ile karşı karşıyayız. Akademik bir edadan daha çok bürokratik bir edaya ve kafa yapısına sahip bir akademi ile fikir hayatımızın ancak bu kadar ilerlemesi söz konusudur.  Bir TV programında Akademi dünyasının (çok azını dışarıda bırakarak) fikir adamı ve fikir üretemeyeceğini söyleyen Dücane Cündioğlu herhalde bürokratik ve ideolojik yapılanmanın böyle bir şeye müsaade etmeyeceğini söylemek istiyordu.  Eğer bir şeyler yapılacaksa bu ülkede akademin aklını başına alması gerekiyor. Büyük bir zihniyet değişimi ve dönüşümünden kendini geçirmesi gerekiyor.




[1] Ortega Gasset, Üniversitenin Misyonu, Bülent Üçpınar (çev.), İstanbul: Birleşik Yayıncılık, 1997, s. 125–132.


[2] Dönemler ve Zihniyetler, Ed. Ömer Laçiner, Üstüne Ciltler Yazılmış Hayalet, Ümit Kıvanç, 2009, s. 80.


Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara