Dolar

42,6940

Euro

50,2029

Altın

5.909,30

Bist

11.456,34

Kafa karışıklıkları ve üç mesele

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-12-31 15:38:39

Kafa karışıklıkları ve üç mesele
Düşünme serencamımda beni en çok yo/ğunlaştı/ran mesainin zihnimi toparlamak olduğunu düşünürüm. Bu iş yalnızca yılın sonlarında yaptığım bir iş değildir. Dağılmış olan ve savrulmuş olduğumu düşündüğüm fikirleri aralıklarla toparlamaya çalışırım. Bu toparlayıcı yo/r/ğunluk çoğu insanın zahmetli olarak gördüğü ve kaçtığı bir meşguliyettir. Düşünceyi kesintiye uğratmadan durup ta düşünmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ayrıca akıntıya kapılmadan düşünme politikasının doğru düşünceyi ortaya koymada ciddi katkısının olduğunu düşünüyorum. Akıntının düşünceyi buhrana soktuğunu ve anlamı buharlaştırdığını söyleyebilirim. Düşünmekten daha çok konuşma telaşına düşen -üstat Necip Fazıl'ın ifadesiyle- "akıl dişini"
ağrıtmaktan daha çok çene kemiğini zonklatan bir topluluk haline geliyoruz. İstatistik verilere göre aylık ortalama kişi başına konuşma süresi 209.3 dakika yıllık 132 milyar dakika telefonla konuşuyoruz.
Hem dünyada, hem Avrupa'da üçüncü sırada yer alıyoruz.

Aklını yormaktan daha çok çene kemiğini yoranların zihni toparlaması haliyle daha zor olacak. Çünkü zihnin içinde olanların miktarı hem az hem de birbirinden çok farklı ve mesafe olarak çok uzaktalar. Sağlıklı bir zihin için son beş günün hadiselerin üzerinde düşünmek bile epey yorucudur. Bu yorucu iş için uzun bir zamanı feda etmeniz gerekir. Son beş günlük akış anaforunda üç meseleye kısaca değinip düşünceyi doğrultmaya çalışacağım.

Öncelikle iki dil tartışması üzerinde durmak gerekirse milliyetçi refleksleri kullanmaktan sakınarak meseleyi anlamak gerektiğini düşünüyorum. BDP'nin ortaya koymuş olduğu siyasetin stratejik takvim ve projesinin kaynağı olarak -haklı olarak- Öcalan ve PKK gösteriliyor. Kendini Öcalan'ın ve PKK'nın ekseninden kurtar/a/mayan BDP'nin ortaya koymuş olduğu fikirlerin menşei malum olduğundan ortaya ne koyarsa koysun itibar görmüyor. BDP siyasi meşruiyet kazanmak istiyorsa -azımsanmayacak sayıda- insanların oylarını cebren değil de iradi olarak kullanmalarını sağlayacak siyasi ortamı geliştirmelidir.
Her ne kadar 'bölünmek istemiyoruz' söylemlerini geliştirseler de kendine devlet kurmak ve bu devletin başkanı olmak sanrısına kapılan emperyalizmin ehramına taş taşıyan Öcalan'ın çekim alanından kendisini kurtaramıyor. Öcalan'ın teleolojisinin ve merkez kaç kuvvetinin iyi niyet üzerine oturmuş olduğunu kimse iddia edemez. Bunun en büyük kanıtı geçmişinde yatan ölen 30 bin insandır. Bu ölümlerde askeri ve politik hataları, bir takım derin ilişkilerin vebalini görmezden gelmemek gerektiği kanısındayım.

BDP'nin samimi olduğunun en büyük göstergesi kendisini Öcalan'ın ekseninden çıkmasıdır. Öcalan'ın Ergenekoncu ve masonik yapılanmalar ile taşeron örgüt PKK arasındaki ipliği pazara çıkarması kayda değer bir günah çıkarma olacaktır. İki dil tartışmasının iyi niyet taşımayan millet -ulus değil- algısını parçalamaya yönelik emperyal bir stratejik plan olduğunu düşünüyorum. Bunları milliyetçi refleksten uzak, sağlıklı düşünebilme çabalarımın sonucunda söylüyorum. BDP üzerinde oturduğu zemin ile gerek epistemolojik olarak gerekse ontolojik olarak örtüşmemektedir. Altan Tan'ın dediği gibi tencere ile kapak arasında ciddi bir uyumsuzluk var. Bundan dolayı BDP ne pişirirse pişirsin, yapacağı ne yemek olursa olsun kokması mukadderdir. Yapacağı şey ya kendini tencereye uydurmak ya da kendine göre tencereye bir biçim vermektir. Bu reaksiyonda ikincinse doğru bir dönüştürme söz konusudur. Nitekim dindar muhafazakâr bir taban seküler, Kürt milliyetçisi bir yapıya dönüştürülmektedir. Bu durumu ise bir Müslüman olarak endişeli bir değişim olarak görmekteyim.

Bir diğer mesele ise AKP'nin varlığının şapşallaşarak yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan kendine sol adını veren sol yapılanmanın içinde bulunduğu durumdur. Hem okuyan hem de kafa patlatan biri olarak Türkiye'deki solun ne menem bir şey olduğunu anlayamadım. Doğan Avcıoğlu'ndan Hikmet Kıvılcımlı'ya Hasan Cemal'den Ali Kırca'ya Müjdat Gezen'den İlyas Salman'a oradan Tarık Akan'a uzanan ilginç, çözümlenmesi zor ve sorunlu olan ilginç bir sol var karşımızda. 'Ergenekon bir rezalettir' diyen Tarık Akan'ın solculuğuna karşın rol aldığı tiyatro ve sinemada solun köklü paradigmalarına dair değinme gereği bile duymayan sol olduğunu söyleyen ve 'Ergenekon savcıları sıkıyorsa beni de alsın!' diyen Müjdat Gezen profili oldukça ilginçtir.

28 Şubat'ta, e-muhtırada, Ergenekon'da, Balyoz'da, Kafes'te gık demeyen sanatçı hezeyan ve paranoya içinde şunları söylüyor.
"Türkiye'de demokrasi yok... AKP ülkeyi hızla faşizme götürüyor...
Demokrasi için cayır cayır yanıyoruz... Soru sormak topluma unutturuldu. Hepimiz korkuyoruz. Hükümetin gidişatını iyi bulmuyorum.
Allah sonlarını hayır etsin." Gezen tıpkı Ahmet Kekeç'in dediği gibi "Hem kitabın ortasından konuşuyor, hem kafa göz yarıyor, hem de ne konuştuğunu bilmiyor."  Diktatörlük dönemi yaşadığını zanneden Müjdat Gezen anlaşılan kafası en çok karışanlardan biridir.
Adına sol denilen oluşumda o kadar şaşkınlık ve şapşallık var ki "Başbakan'dan ödül alanı solcu saymayan" marazi bir bakış açısına sahipler. Ciddi eleştirilerde bulunan biri olarak 8 yılda yapılan hizmetleri de görmezden görmenin insaf ve nizamdan uzak olduğunu düşünüyorum. Bu ülkede solun derdi halk mı yoksa bağcıyı mı dövmek bir türlü anlayamadım. Roni Margulies'in dediği gibi geleneksel sol olarak tanımlanan kesimlerin 'genetik olarak Kemalist' olmaları söz konusudur. Bu ülkede özgürlükler konusunda özgürlüğü sürekli kendine yontan özgürlüğü yumurta atmak zanneden tenekeden tayyare bir sol var karşımızda.

Üçüncü mesele olan yılbaşı zırvalamaları ve eğlencelerine gelince aklımızı başımıza alalım. Bütün yıl boyunca zaten aklımızı başımızda değildi. Maymunlaşmanın anlamı yok maymunlaşmayalım.

Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara