Dolar

42,6940

Euro

50,2029

Altın

5.909,30

Bist

11.456,34

İslamcılıktan Türkçülüğün esaslarına bir teorisyen: Ziya Gökalp II

18 Yıl Önce Güncellendi

2009-10-05 15:01:00

İslamcılıktan Türkçülüğün esaslarına bir teorisyen: Ziya Gökalp II

İslamcılıktan Türkçülüğün esaslarına bir teorisyen: Ziya Gökalp II

 

Ziya Gökalp kitabının ikinci kısmı olan “Türkçülüğün Programı” bölümünde dil, estetik, ahlak, hukuk, iktisat, siyaset ve felsefi sahalarda Türkçülüğün nasıl olabileceğini ele almıştır.

 

Yeni bir devletin teşekklülünün kendi dilini inşa etmesi amacına bağlayan  Gökalp konuşma dili olan İstanbul lehçesi ve yazı dili olan Osmanlı lehçesi ikirciliğinin tedavi edilmesi gerekilen bir hastalık olduğunu dile getirir. Yazı dilinin konuşma dili haline geçmesinin imkânsız olduğunu, Türkçe karşılığı olan Osmanlıca kelimelerin kullanılmaması gerektiğini, Türkçe karşılık bulunabilecek kelimelerin kullanılmaması gerektiğini, karşılık bulunamayan kelimelerin kullanılmasında bir sakınca olmadığını dile getirir. Türkçülüğün ilk işi fesahatçi âlimlerin görüşlerini reddederek halkın şuursuz bakış tarzını Türkçenin temeli diye kabul etmektir.

 

Dil konusunda kelimenin Türk olmasının Türk kökünden gelmesi gerektiğini söyleyen ve kelime ve ekler icat eden tasfiyecilerden farklı düşünen döneminin Türkçüleri gibi Ziya Gökalp’ta karşılığı bulunmayan yabancı kelimelerin kullanılmasında hiçbir sakınca görmez. Gökalp’a göre yazı dilinde eksik olan halk arasında milli tabirlerin yazı diline girmemesidir. Bu konuda Oğuzların İlyada’sı konumunda olan Dede Korkut’tan ve diğer yazılı Türk kaynaklarından faydalanılabilinir. Milletler arası kelimelerin yazı dilinde kullanılması gerektiğini söyleyen düşünüre göre Yeni Türkçeye şekil vermek için bu kelimelerin çevirisi için çalışılmalı fakat zorlamalarda bulunulmamalıdır.

 

Ziya Gökalp’a göre dilde Türkçülüğün prensipleri milli dili vücuda getirmek için Osmanlı dilinin görmezden gelinmesi esastır. Yapılması gerekilen şey, konuşma dilinin yazı dili haline gelmesi,  karşılığı bulunan Arapça ve Farsça kelimeleri atmak, yerine yeni kelimeler konan fosil kelimeleri diriltmemeye çalışmak, karşılığı bulunmayan ve teknik dile ait kelimeleri kabul etmek, Arap ve Fars dilinin edat ve terkiplerinden kaçınarak bu dillerin kapitülasyonuna engel olmak ve yeni Türkçenin gramerini bu esaslar dâhilinde oluşturmaktır.

 

Ziya Gökalp’ın estetik algısı yine milli bilince dayanır. Eski Türklerin estetik zevkinin yüksek olduğunu düşünen Gökalp Selçuk, Harezm, Akkoyunlu, Karakayonlu, Osmanlı vb. Türklerinin koyduğu eserlerin dünyanın en güzel eserleri olduğunu söyler. Bu devletlerden kalan eserlerin Avrupa mimarisi ile yarışacak nitelikte olduğunu iddia eder.

 

Gökalp eskiden hece vezni kullanan Türklerin İranlılardan aruz veznini alıp kullanılmasının yanlış bulur. Edebiyatın yükseltilmesi için halk edebiyatı (masallar, fıkralar, maniler, destanlar ve şairler ve hicivciler) ve batı edebiyatı müzelerinden birinde terbiye görmek gerekir. Türkçü şairler Hem halkın güzel eserlerini öte yandan Batının şah eserlerini (Homere ve Virgil) model almalıdır. Böylelikle Batı edebiyatının ruhu sindirilmeye çalışılırken Batı romantiklerinin halk edebiyatlarından nasıl faydalandıklarını anlamaya çalışmalıyız.  Gökalp milli edebiyatın kuruluşunda büyük vazife verdiği Türk ocaklarının en büyük vazifesinin halk edebiyatına ait kitapları ve sözlü gelenekleri toplayıp halk kütüphanelerini vücuda getirmek olduğunu söyler.

 

Avrupa musikisi memleket topraklarına girmeden evvel doğu musikisi ve Türk musikisinin devamı olan halk melodilerinden ibaret olan iki musiki türü vardır. Ona göre milli musiki halk musikisiyle Batı musikisinin kaynaşmasından doğacaktır. Gökalp, dansın, mimarinin ve el sanatlarının yeniden diriltilmesi gerektiğini iddia eder. Milli olmanın önemine değinen Gökalp, Shakspeare, Rousseau ve Goethe’nin milliğine değinerek milli tekamül eden milli bir edebiyat vücuda getirebileceğini söyler.

 

Eski Yunanlıların estetikte, Romalıların hukukta, Fransızların edebiyatta, Almanların

felsefe ve musikide şöhret kazandığını söyleyen teorisyen Türklerin ahlakta birinciliği kazandığını iddia eder. Türk tarihini baştanbaşa ahlaki faziletlerin sergisi olarak gören düşünür Türklerin muhtelif beş ahlak olan vatani, mesleki, aile, cinsi, medeni ve milletler arası ahlaka sahip olduğunu söyler. Vatani ahlaka örnek olarak, harbin musibetlerinden korunmak için önce atını sonra en sevdiği eşini Tatar hakanına gönderen “Ben vatanımı kendi aşkım uğruna çiğnetmem.” diyerek fedakârlık yapan Metehan’ı verir. Ona göre asıl Türkçülük her şeyden çok millet ve vatan mefkûrelerine kıymet vermektir. Vatani ahlaktan sonra en önemli ahlak mesleki ahlaktır. Eski Türklerdeki torunlar, kamlar, buyruklar, bitikçiler sınıfının Osmanlıda mülkiye, ilmiye, seyfiye ve kalemiye adı verilen sınıflara dönüştüğünü Ahi Teşkilatının yapılanmasının daha önce Türklerde olduğunu iddia eder.

 

Eski Türklerdeki aile yapılanmasının çok kurumsal odluğunu ve kadının oldukça fazla demokratik haklara sahip olduğunu ve Türk feminizmin örnek kadın hakları ortaya koyduğunu iddia eder ve aile ahlakında Türk kadının önemine değinir. Cinsi ahlakta yer yer İslam öncesi pagan Türklerinin büyüklüğüne değinen Gökalp buradaki tanrıça inançlarından hareketle kadının havai işlerle uğraşmayan toplumun en önemli unsuru olduğunu söyler. Türkçülük akımının feminizm mefkûresiyle beraber doğduğunu söyleyen düşünür demokrasi ve feminizme inancı Türk ahlakının esaslarından biri olarak görür.

 

Medeni ahlakın ve şahsi ahlakın inşasında ve devamında İslam öncesi değerlere vurguda bulunan Gökalp Türklerdeki Gök Tanrının sulh, adalet ve şefkat tanrısının olmasının Türklerin faziletli olmasının en büyük nedeni olarak görür. Geleceğe ait bütün gelişmeler, tohum halinde Türkün eski kültüründe mevcut olduğunu, ahlakın en yüksek faziletlerini gerçeklik sahasına çıkarmanın Türk en büyük misyonu olduğunu söyler.

 

Modern Türkçülüğün en önemli gayelerinden biri Türkiye’de modern hukuku vücuda getirmek ve bunu yaparken milli hukuku teokrasi ve klerikalizmin kalıntılarından kurtarmak olmalıdır. Ona göre ancak, Ortaçağın bu alametlerinden kurtulabilen devlet çağdaş devlet olabilir.     

 

Din kitaplarının ve hutbe, vaazların Türkçe olmasına dini Türkçülük adını veren düşünür Kuran-I Kerimin ayetlerinin -tilavetler müstesna olmak üzere-, dua, münacat ve hutbelerin Türkçe okunması lazım geldiğini dini duyguların böyle canlanabileceğini ve bununda örneğinin Türkçe okunan mevlitler olduğunu iddia eder.       

 

Eski Türklerin çok kazanıp çok harcadığını ticarete çok yatkın olduğunu söyleyen düşünür Türklerin güçlü ülkelerle iktisatta yarışabileceğini iddia eder. Ekonomide estetikte, ahlakta Türkçü olunduğu gibi felsefe de Türkçü olunabileceğini iddia eden düşünür halk felsefesinin yüksekliğinden faydalanabileceğimizi iddia eder.  ve yüzyıllardır yapılması gereken bu vazifeyi Türk gencine düşmektedir. 

 


Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara