İslamcılığın hali
15 Yıl Önce Güncellendi
2012-08-13 12:09:14
Ali Bulaç’ın ilk yazısının arkasından Mümtazer Türköne, Yusuf Kaplan, Hayrettin Karaman, Yasin Aktay ve Ergun Yıldırım gibi değerli düşünür ve akademisyenler tartışmayı devam ettirdiler. Aslında bu tartışmaların sempozyum ya da panel gibi ortamlarda devam ettirilmesi gerekli olduğunu düşünüyorum. Ali Bulaç’ın yapmış olduğu İslamcılığın seyri konusundaki tarihsel üçlü tasnifini geçmiş yıllarda ben de yapmıştım. Fakat benim bu tasnifim yazarın tasnifinden tarihsel ve içerik olarak çok farklı.
Ali Bulaç, İslamcılığın 1950’li yıllarda tarih sahnesine çıktığını ifade ettikten sonra 1850-1924 yılları arasını birinci nesil İslamcılık, 1950-2000 arasını ikinci nesil İslamcılık, 2000 sonrasını ise üçüncü nesil İslamcılık olarak tasnif ediyor. Benim İslamcılık tasnifim ise tarihsel ve biyografik sınıflandırmaya sahip. 19. Yüzyılın sonları olan Sait Halim Paşa, Mehmet Akif, Eşref Edip ve Said Nursi gibi ulema-aydın figürü sahip kişilerin lokomotiflik yaptığı 1950’lere kadar devam eden teorik yapıya sahip olduğu gibi yer yer pratik alanlar bulabilen ilk kuşak İslamcılık.
1950’lerden sonra Necip Fazıl, Sezai Karakoç gibi edebiyat çevresinin ve kısmen Nurettin Topçu’nun oluşturduğu 1980’lere kadar etkili olan ikinci nesil İslamcılık. Bu İslamcılık savrulan bir nesli tutan göçün getirmiş olduğu sorunları sağaltmaya çalışan sağlıklı İslamcılık denilebilecek bir karaktere sahipti.
Sonrasında bu her iki gelenekten beslendiği gibi gerek İran devriminin gerekse tercüme hareketlerinin (Mevdudi, Seyyid Kutup, Hasan el Benna, Said Havva, Şeriati ve Mutahhari metinlerinin tercümesi) etkisiyle zihinsel ve entelektüel donanım kazanan 1980’lerden sonra düşünce olgunluğu yaşayıp metinler yazan Ali Bulaç’ın da içinde olduğu üçüncü nesil İslamcılık. Aydın profiline sahip bu İslamcılık türü her iki kuşaktan etkilendiği gibi her ikisinden de farklı heterojen bir karaktere sahip İslamcılıktır. Hem edebiyat çevresinden hem de diğer imam hatip, ilahiyat ve sosyoloji gibi farklı alanlardan gelen profillerin oluşturduğu bu nesil 28 Şubat darbesi sonrası hem düşüncelerini hem de hayatlarını check etme sürecine girdiler. İnkar sürecine girenler olduğu gibi birikimleri ve mantaliteleriyle yüzleşme sürecine girenler de oldu.
4. Nesil ise 1990’larda entelektüel ortamdan beslenen şimdilerde orta yaşlarda olan İslamcı/ymış gibi olanlar İslamcılıkları simülatif bir görünümde olan zihin olarak İslamcı gibi duruş sergileyip tavır ve tasavvur olarak neo-liberal ve postmodern duruş sergileyen nevrotik, patolojik durumda olan kariyer ve ekonomik özlemleri olan sorunlu bir nesil…
Ali Bulaç söz konusu yazılarından olan “İslamcılığın Seyri” yazısında modern İslamcılıkta Mısır, İran, Hind yarımkıtası havzalarının etkili olduğunu ve en derin etkiyi Pakistan İslam Cumhuriyeti’nin kurulması olarak görüyor. Halbuki en derin etkiyi İslamcılar üzerinde İran Devrimi yapmıştır. Bunun en önemli göstergelerinden biri dil olarak inşa edilen söylemler ve kavramsallaştırmalardır. ‘İrancı’ diye bir kavram söz konusuyken Pakistan’la ilgili hiçbir kavram geliştirilmemiştir. Pakistan üzerinden bir etki varsa bile bu da Mevdudi üzerinden olabilir ancak.
Bulaç’a göre üçüncü nesil yani 21. Yüzyıl İslamcıların sorunlar hegomonik güçlerin Suriye örneğinde olacağı gibi sosyo-kültürel ve politik-askeri boyundurukla karşılaşacağı sorunlar, Mısır örneğinde olduğu gibi paradigmalarının farklı kesimlerle iletişim sürecinde farklılaşma tehlikesiyle karşılaşması ve kendi aralarında ilişkileri politik ve toplum tasavvurunda hangi ölçütleri kullanacakları sorunlarıdır. Aslında Ali Bulaç’ın işaret ettiği ikinci ve üçüncü sorun olarak gördüğü aşamalarda en kayda değer örnek İslamcıların 2002 Ak Parti iktidarı sonrası yaşadığı tecrübelerdir. Bulaç’ın nesli bu imtihanda en çok dökülen nesil olmuştur ne yazık ki. Kendi paradigmalarında ciddi dönüşüm yaşadıkları gibi kendi ilişkilerinde Kuran’i veya Peygamberi ölçekler kullanmak yerine neo-liberal ve kapitalist düzenin ölçeklerini kullanarak farklı bir iletişim tasavvuru kurdular. Farklı kitle iletişim araçlarının kullanıldığı ilişkilerin ticarileştiği bir düzende alternatif bir Müslüman hayat tarzı inşa edemediler.
Diğer yazılarda Ali Bulaç’ın İslamcılık tarifi üzerinden İslamcıların pür-ü perişan halini Mümtazer Türköne, Yusuf Kaplan ve Hayrettin Karaman’ın argümanlarından hareketle bu tartışmayı yada sorgulamayı devam ettireceğim.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Haber Ara
Yorum Yap