Dolar

42,6940

Euro

50,2029

Altın

5.909,30

Bist

11.456,34

İslamcılığın Hali III

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-09-01 10:26:41

İslamcılığın Hali III
“İslamcılık” meselesini Türkiye’de önemli fikir adamları olarak gördüğüm Ali Bulaç, Mümtazer Türköne, Hayrettin Karaman, Yasin Aktay ve Yusuf Kaplan’ın yazmış olduğu yazılar üzerinden anlamaya ve anlamlandırmaya çalışacağım. İslamcılık mevzusunda daha önce yazdığım iki yazıda Ali Bulaç’ın ne söylediğini veya ne söylemek istediğini özetlemeye çalışmıştım. Söz konusu bu mevzuyu Mümtazer Türköne’nin yazmış olduğu yazılar üzerinden tartışmaya devam edeceğim. Aslında “İslamcılık” tartışmasını Ali Bulaç’tan önce Mümtazer Türköne yaklaşık 2 ay önce yazmış olduğu “İmam-Hatip Okulları Misyonunu Tamamladı Mı?” yazıyla başlatmıştı diyebiliriz. Türköne yazısında özetle “İmam-Hatiplerin artık misyonunu tamamladığını ve bu okullar üzerine inşa edilecek din eğitiminin ve doğrudan genel eğitimin gelecekte büyük sorunlara yol açacağını düşünüyor ve bu alanı “bataklık bir alan” olarak nitelendiriyordu.

Bu yazılara bir anlamda tepki olarak İslamcılık tartışmasında olduğu gibi yukarıda bahsi geçen isimler yazılar yazmıştı. Türköne’nin yazmış olduğu yazılara en sert tepkiyi gösteren Ali Bulaç’ın bu meseleye hazırlıklı olan zihni ve söylemleri kendini “İslamcılık” tartışmasında bulmuştu. “İslamcılığa Ne Oldu?” yazısında Türköne Türkiye’yi değiştiren etkenin “İslamcılık” olduğunu değiştiren özneleri ise “İslamcılar” olarak ifade ettikten sonra devletin de onları değiştirdiği tespitinde bulunuyor.

Şimdilerde eski İslamcıların “İslamcılık” adına siyasi projelerinin olmadığını ve “İslamcılığı” unuttuklarını demokrasi ile yola çıkmlarının onlar için “tarihi bir talih” olduğunu iddia ediyor. Zengin ve sancılı geçmişten geriye "İslâmcı" sıfatını şerefle taşımaya devam eden bir tek Ali Bulaç kaldığını söyleyerek İslamcılığın ve İslamcıların kelaynak kuşu gibi nesli tükendiği imasında bulunuyordu. İslamcılığı “politika merdiveni” ve “işi bitmiş halı” olarak gören yazar “İslamcılığı” müzeye kaldırılması ve saygı görülmesi gereken bir obje olarak nitelendiriyor.

İslamcılığı Marksizm gibi bir “ideoloji” olarak tarif eden ve tarif ederken de mahkum eden Türköne, Nejdet Subaşı’ya göndermede bulunarak “İslamcılığın” çoğulculukla irtibata geçerek onun bir parçası haline geldiğini iddia ediyor.

Diğer yazısı olan “İslâmcılığın Mirası” yazısında İslamcılığın Abdülhamit dönemi de dahil hiçbir zaman resmi koruma ve himaye görmediğini ve 150 yıl boyunca muhalif bir hareket olarak kaldığını söyleyen yazar Türkiye dışında emperyalizme karşın direniş hareketi olan İslamcılığın Türkiye’de demokratik tezlerle uyuşan bir modernleşme projesi olarak varlığını sürdürdüğünü saptamasında bulunuyor.

İslam ile batı arasındaki sentezler geliştirmeye yönelik pozitivist ideoloji olarak gördüğü milli görüşün adil düzen projesi ile karşıtı olarak kemalizmi birbirinin zıttı gibi görülen amaç olarak benzerliğinin olduğunu iddia ediyor. “Millilik” kavramından hareketle genelde soğuk savaş özelde 80 olaylarının dışında kalan bu harekete imalı bir göndermede bulunan yazar iktidar olunduktan sonra geriye toplumla ortak paydayı oluşturan dinî sembollerin ve dindarlığın kaldığını söylüyor.

İslamcılık meselesindeki üçüncü yazısı olan “İslâmcılar Şehri Düşürdükten Sonra” yazısında özetle İbn Haldun’un ‘bedevi-hadari’ kavramlarından hareketle Türkiye’de ki İslamcıların hem Refah Partisi döneminde hem de Ak Parti döneminde hadarileştiğini söyleyen Türköne İslamcılığın iktidar talebi olduğunu ve bu talebinin karşılanmasıyla buharlaşıp yok olduğunu geriye islamcılık yerine dindarlığın kaldığını ve İslamcılığın yalnızca devlete meşruiyet kazandırmaya yaradığını söylüyor.

“İslâmcıların Hazin Nağmesi” yazısında ise “İslamcıların siyasi karşılığı yoksa kendileri de yoktur.” diyen yazar Dergah dergisinde 1991 yılında yayınlanan “İslâm ve Batı Medeniyetlerinde Meşruiyet ve Çoğulculuk Meselelerinin Değer Boyutu" yazıdan hareketle yazar tarafından “İslâm medeniyeti "değer bağımlı"dır; Batı medeniyeti ise "mekanizma bağımlı"dır.” cümlesiyle ifade edilen tezi kuvvetli buluyor. İsmini vermediği Ahmet Davutoğlu’nun çok önemli bir bakanlığın başında bulunduğunu ve devlet politikasını tayin ettiğini; fakat izlediği bugünkü devlet politikasında bu makaledeki tezlerin en küçük izinin bile olmadığı iddiasında bulunuyor.

Türköne, Davutoğlu’nu Somali’ye, Arakan’a, Ortadoğuya götüren özetle algısını ve dikkatini İslam coğrafyasına yönelten İslamcılık refleksini ve bilincini görmezden geliyor ve haksız bir eleştiride bulunuyor.

Vakıf ve burs veren elitlerin ve sermaye sınıfların bugünkü İslamcıların meydana gelmesinde etkili olduğunu ve bu durumdan memnun olduklarını dile getiren yazar bu yazısında özetle İslâmcılık öldüğünü ve varlığına dair bir işaret bulmanın zor olduğunu dile getiriyor. Bir sonraki yazıda Türköne’nin islamcılık tartışmasındaki söylemlerine ve sorunlarına değinmeye edeceğim.

Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara