İslamcılığın Hali II
14 Yıl Önce Güncellendi
2012-08-17 16:59:26
İslamcılığı; İslam'ın hayat bulması ve dünyanın İslam'a göre yeniden kurulması ideali ve çabası olarak da tanımlayan Bulaç,
her Müslümanın kendini 'İslamcı' olarak isimlendirmek zorunda olmasa da dininin hayatla, insanla ve toplumla ilişkilerini İslami çerçevede ele almak durumunda olduğu için aslında İslamcı olduğunu, İslamcılığın bir tercih değil, dinî bir vecibe, akaide ilişkin bir zorunluluk olduğunu söylüyor. Kuran'ı Kerimden aldığı bazı ayetlerle İslamcılığı Müslüman'ın şiarından gören Bulaç bu tanımlandırması ve beklentisinde haklı görülmektedir. Fakat kavramın gerek menşeinin problemli olması
gerekse tecrübi olarak kirletilmiş olması mevcut sorunları ortadan kaldırmamaktadır.
İslamcılığın tecrübî ve tarihsel tanımını yapmaktan daha çok ideal bir İslamcılık tanımı ve tarifi geliştiren Bulaç'a göre modern bir
akım olan İslamcılık aynı zamanda modernitenin hegomonik söyleminin uzantısı değil aksine modernliğe bir cevap ve meydan okumadır.
Marksizm-sosyalizm gibi muhalefet biçimi olmayan İslamcılık aynı zamanda retçi ve entegrist de değildir. Bulaç'a göre kendi içinde çoğulcu olan dogmatik ve mutlakiyetçi yapıların dışında çoğulcu, bilgi anlayışı dogmatik olmaktan daha çok zanni olan İslamcılığın hurucu, modern durumda bile Allah'a rucu'dur.
İslamcılığın tanımından sonra kendi içinde bulunduğu ikinci kuşak İslamcılığın eleştirisinde bulunan yazar ikinci kuşak İslamcıların referans çerçevesinin "modern-ulus devlet" olduğunu meşruiyet kazanmak için Batılı sosyo-politik yapıları İslamileştirme çabasına büyük önem verdiklerini zihinlerinin ve perspektiflerinin Batılı karakterde teşekkül ettiğini teorik ve pratik yapıların "İslami renge büründürüldüğünü" ya da "icad edilmiş ahlaki-manevi/imani-metafizik özerk alanlar" ilave edildiğini söylüyor.
Bulaç'a göre modern-ulus devletini İslamileştirme sürecine giren bu nesil İslamcılarının önder profili İslami ilimlerden
habersiz, İslam tefekkürünü bilmeyen, İslam tarihiyle teması zayıf; ancak Batılı eğitimden geçmiş bilim adamı, mühendis, doktor, hukukçu, gazeteci gibi mesleklerden gelme "aydınlar, akademisyenler ve modern iktidarı hedeflemiş siyasetçiler"dir.
Ona göre gelenekten kopup radikalizme kayan, öz eleştiriden yoksun, tasavvufa, dinin manevî, irfani ve ahlaki boyutuna
bigane kalan moderniteye cevap veremeyen Türkiye İslamcılığının en büyük handikapı ve zaafı -hâlâ- şairlerin, öykücü ve edebiyatçıların blokajı altında olup kelami ve usuli temeli olmayan, gerçek entelektüellerden ve alimlerden yoksunluğudur.
Muhafazakârlığa kaydığını söylediği İslamcıların gündeminden Kur'an ve Sünnet'e dönüş ideali düş/tüğünü/ürüldü; İslamcıların içtihat kapısına uğramadan AB yol haritası ve liberal politikalar benimsediğini; "cihad'ı" neredeyse "terör" added/il/ip unuttu/ğunu/ruldu eleştirilerinde bulunan teorisyen İslamcıların insan-aile, cemaat-toplum ilişkileri ve sosyo-politik kurumları İslamî çerçevede yeniden tanımlamadığını böylece İslamı hayatileştiremediklerini söyler. Ali Bulaç, -ıskaladığı ya da ihmal ettiği- cemaatlere "cemaatlerden toplumu sosyal ve ahlakî bakımdan takviye etmesi beklendiğini ancak onların da iktidar
mücadelesinin bir parçası oldular." cümlesiyle küçük bir eleştiri getirmektedir. Oysaki cemaatlerin Türkiye'deki İslamcılığın başarı ya da başarısızlığı üzerindeki etkisi iyi tahlil edilmesi gerekilen bir durumdur.
İkinci nesil İslamcıların en büyük zaaflarından biri olarak onların 19. yüzyıl Batı yanılgısı olan ekonomi politiğe, hak ettiğinden fazla önem vermelerini gören Bulaç bir diğer yazısında 'din' ve 'diyanet' kavramları arasında ayrımı giderek 'İslamcılığın ve İslamlaşma sürecinin" önündeki engele değinir. Din kavramı ile İslamiyet'in muamelat ve ukubata ilişkin hükümler mecmuası; adalet, özgürlük ve yüksek ahlaki hayattır. Sömürü, emeksiz kazanç; güvencesiz çalışma hayatı; rüşvet, yolsuzluk ve haram karşıtı olan 'Din'e karşılık "diyanet" ise aşırılaştırılmış söylem, retorik ve ritüeller şeklinde tezahür eden "din"i zayıflatan bir kavram olarak
tanımlar.
"Diyanet"in temelde aksayan, koruyucu fonksiyon görmeyen maddi-somut hayat pratiklerinin açtığı boşluktan çıktığını ve dini
hüküm ve kuralların işlememesi dolayısıyla ortaya çıkan bu manevi boşluğu insanların diyanet'le telafi etmek istediklerini söyleyen
Bulaç'a göre ritüellerin zamanla dini hükümlerin yerini alır. Diyanet ile dinin üstü örtülerek "din" yerine "diyanet"in ikame edilmesiyle günah duygusunun telafi olduğunu böylece liberal piyasanın çarkları işlediğini vicdan ve hükümetlerin küresel kapitalizm durumundan memnun olduğunu söyleyen, "İslamcılık Bir Teoloji Mi?" yazısında din-diyanet ayrımını genişleten Bulaç tartışmaya katılan Türköne'nin Müslümanlara "diğer dinlerin teolojisiyle uğraşın, "dini hükümleri" bırakıp "dindarlık veya diyanet"le yetinin" tavsiyesinde bulunduğunu söylüyor.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Haber Ara
Yorum Yap