Dolar

42,6940

Euro

50,1988

Altın

5.922,26

Bist

11.456,34

Hicret’ten/Varoluştan Göç’e/Yokoluşa

14 Yıl Önce Güncellendi

2012-11-22 16:59:02

Hicret’ten/Varoluştan Göç’e/Yokoluşa
                                                                                   

Allah yolunda göç eden kimse, yeryüzünde gidecek çok yer ve bolluk bulur. Kim Allah ve elçisi için göç etmek amacıyla evinden çıkar da kendisine ölüm yetişmezse, onun mükâfatı Allah'a düşer. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nisa: 100)
De ki: Ey inanan kullarım, Rabbinizden korkun. Bu dünya hayatında güzel davrananlara güzellik var. Allah'ın yeri geniştir. (Bir yerde ibadet ve itaatini yapamayan inancına göre yaşamayan kimse bunu yapa bileceği başka bir yere göçebilir). Ancak sabredenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir. (Zümer-10)


Hicret yalnızca dini muhteva içeren asil bir eylem değil aynı zamanda siyasal, toplumsal, iktisadi ve irfani çok yönlü olan bir eylemdir. Şahsım nazarında iki büyük hicretin tecrübesini yaşamış olduğumu söyleyebilirim. Bu hicretlerden biri -insanlık için en büyük hicret olan- nefsimde, varlığımda ve hayatım inşasında hem epistemolojik hem de ontolojik bir anlamı olan Resulllah’ın sahabesiyle yaptığı Mekke’den/zulümden Medine’ye/saadete yaptığı hicrettir. Epistemolojik olarak zihin haritamı/zı belirleyen bu hicret ontolojik olarak tecrübi hayatımı/zı etkileyen ve belirleyen büyük inkilabi bir harekettir. Zulmün ne olduğunun hafızasına sahip bir ümmet tarihsel tecrübeleriyle diğer topluluklara hayat alanı açmış Endülüs ve Osmanlı gibi büyük tecrübeleri üretmiştir.

Diğer hicret ise gerçekleştirdiğimde epistemolojisinde dair hiçbir bilişsel birikimine sahip olmadığım ve gerçekleşmesine de dahlim olmadığı ama sonuçları itibariyle hem epistemolojik hem de ontolojik olarak hayatımı etkileyen şahıslar nazarında küçük ölçekli bir konuma sahip kendime ait küçük ama büyük bir hicrettir. 5 yaşındaki zihnimde hatırladığım tek şey elinde bir çuvalla yaşları 5-12 yaşları arasında değişen yetim iki küçük sübyan kız çocukla bir sübyan erkek çocuğunun ellerinden tutup akraba tahakkümü ve kadirnaşinaslığı neticesinde yurdundan çıkan/kaçan anne ve gözyaşlarıdır. İnsanlık için bir nefes olan bir avuç Müslüman’ın büyük hicreti ve kendi dünyamda yaşamış olduğum mikro ölçekteki küçük hicret benim için bir deniz feneri timsalidir. Bir deniz feneri azgın fırtınalarda ilerleyen ve alabora durumunu yaşayan gemi içindeki yolcularını ne kadar kılavuzluk yapıp ümitlendiriyorsa hicret de beni de o kadar ümitlendirir ve bana kılavuzluk yapar.

Bir Müslümanın hicreti siyasal, toplumsal, iktisadi ve irfani bakımından Müslüman olmayanların hicretinden elbette farklıdır. Müslüman bir yürekten yoksun bir uygarlık ya da birey yok etmeye ve sömürmeye giderken Müslüman bir yürek/şahsiyet ve uygarlık ise yaşatmaya ve diriltmeye gider. Colombe gibi sömürge ruhunu taşıyanların ayakları ölümü gittiği topraklara götürürken geride bıraktıkları heykelleri ise öfke merkezi olup yıkılırken peygamber ahlakıyla hareket eden Müslüman tüccarların ayakları bastığı Endonezya topraklarına bereket götürmüş ve hürmetle yad edilir olmuştur. Varlığıyla farklı olan Müslümanın hicreti göç değildir anlam itibariyle tamamıyla ondan farklıdır.

Merhum mütefekkir Ali Şeriati, Fransız Filozof Henry Bergson'a atfen kapalı toplumda inanç, amel, gelenek ve görenek kalesinde kişinin düşünceleri tutsak durumunda olduğunu söylerken açık toplum da ise inanç, amel, gelenek ve görenekler kalesinin kapılarının kırılmış ve bu toplumun diğer toplum ve dinlere açık bir durumunun söz konusu olduğunu iddia eder. Şeriati, gelişerek sürekli bir olgunluğa giden bu topluluğa örnek olarak İslam dinini ve hicretin ikinci, üçüncü ve dördüncü asırlarındaki İslam toplumunu örnek gösterirken kapalı toplumlara ise diğer din ve fikirlere kapalı olan Yahudi toplumlarını örnek gösterir.

Peygamberlerinin hicretini anlamayan İsrailoğulları göçlerini kadim zamanlarda anlama dönüştüremediği gibi modern/yakın zamanlarda da anlama dönüştürememişlerdir. Tarihte yapmış oldukları göçleri hem kendileri için hem de gittikleri toplum için çekilmez bir durum haline getirmişlerdir. 2. Dünya Savaşı öncesi Amerika’ya göçlerini artıran Yahudiler ticarette, medyada, siyasette sorunlu konumlara sahip olmuş kendilerinden en büyük silah tüccarlarını, medya ve siyasi cambazlar çıkarırken Kudüs’e dönüşlerinde ise Filistinlilerle birlikte yaşamaktan çok onları yok etmeye çalışmışlar kutsal toprakları hem Filistinlileri öldürerek onlara dar ettikleri gibi güvenlik paranoyasıyla paranoyak ve şizofrenik bir millet haline gelerek kendilerine de dar etmişlerdir.

İnsanları öldürerek seçmenlerinden oy toplayan bir şahıs vardı ve hali hazırda bir devlet var. Afganistan ve Iraktaki insanları öldürerek oy toplayan şahıs Bush iken Filistin’deki insanları öldürerek oy toplayan devlet ise İsrail’dir. Bu iki söz konusu özne/lerden A.B.D., Ş. Teoaman Duralı’nın ifade etttiği Çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyeti/zihniyeti terkibiyken yani Yahudi düşüncesinin katkısıyla inşa olurken diğeri ise Yahudi düşüncesi tarafından özgün bir biçimde kurulmuştur. Yani anlam ve sonuç itibariyle ne Yahudiler ne Amerikalıların kuzenleri İngilizler hicret etmemişlerdir yağmacı bir ruhla göç etmişlerdir.

Göçlerinde süfli özelliklerinin arınmasını bırakın bu özelliklerini artıran söz konusu bu zihniyetler ve tecrübeler tarihi ve insanlığı berbat bir tecrübeyle karşı karşıya bırakmışlardır. Oysaki Yusuf Kaplan, hicretin insanı süflî özelliklerden arındırarak ulvî niteliklerle donatan bir ruh olduğunu, tarihin, insanın hem dış dünyada, hem de iç dünyada gerçekleştirdiği hicret yolculuğuyla hayata ve hakikate kavuştuğunu söyler.

Şeriati’nin ifade ettiği gibi oysaki Hicret, insan ve toplumun dünya görüşünü değiştiren, dini, fikri, manevi donukluğu ve gerilemeyi iptal eden, toplumsal çürümeyi önleyen bir inkilabi harekettir. Topyekün bir hareket ve toplumsal bir diriliş sebebi olan hicret, insanı, içinde bulunduğu dört donuk unsurdan yani zindandan –Tarih- toplum-tabiat- beden/nefs- kurtararak yüce ve kâmil makamlara ulaştırır. Ali Şeriati “Her Hicret Bir İnkilaptır.” Eserinde hicreti nefis bir biçimde şu cümlelerle tasvir eder;

"Hicret, ilk önce nefislerimizdeki her türlü gayri İslami anlayış ve duygulardan arınmak, amellerimize yerleşen gayri İslami davranış ve alışkanlıkları terk etmektir. Hicret insanın en çok sevdiği, fakat Allah'ın dininin yaşanmasına engel olduğu zaman vatanın, milletin, ailenin, sosyal sınıfın, makam ve mevkiinin Allah'ın dinine hizmet etmek için terk edilmesidir. Hicret bir kaçış değildir. Aksine kâfirlere ve zalimlere terkedilen haklarımızı geri almak, mücadelenin şartlarını yaşanır hale getirmek için hazırlanmaktır. Yani geri dönüş ve hesap sorma eylemidir hicret."
Hicret ruhundan uzak seyahatlere ve yerleşimlere yöneldiğimiz bu günlerde Hicret’i ve ruhunu yeniden hem epistemolojik olarak hem de ontolojik olarak yeniden anlamalıyız. Eğer bu şuuru tarihsel tecrübemizden hareket ederek yeniden inşa edemezsek Avrupalı çapulculara ya da ne yazık ki başarısız bir göç hikâyesi olan 1960’ların göçmenleri olan gurbetçi Almancıların tecrübelerini yeniden hazin bir şekilde yaşarız''.


Alışkanlıklarımızı ve konformizmimizi terk ederek yeni topraklarda, yeni bir dille ve yeni milletlerle birlikte yaşamak her zihnin yapabileceği bir eylem değildir. Modern zamanlarda bunu yapabilen Asr-ı Saadetteki timsaline benzeyen büyük bir hareket olan adına ‘hizmet’ denilen harekete ve Müslümanca yürek ve zihinle hicret edenlere buradan selam olsun. Yeni bir hicrete hazırlanırken son olarak unu söyleyeyim. Her uygarlığın ve her anlamlı hayat hikâyesinin ardında bir hicret vardır.

Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara