Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları
tarla kenarlarında
Çıplak
ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının
Bir
ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken
Diğer
ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen. E. Beyazıt
Anadolu’nun kavruk yüzlü, bağrı
yanık çocuklarının masumiyetini öldürüyoruz ve çocukluklarını öldürüyoruz her
geçen gün. Yabancı bir yüz gördüğünde hafif tebessümle gözlerini kaçıran,
gamzeli yanaklarının içinde masumiyet ve mahcubiyet gömülü, yağız çocuklar
değiliz artık. Çirkinliğe kapalı gözlerimiz her geçen gün çirkinlikle ve
şiddetle bezenmiş ekranlarla yıkanıyor. İçine masumiyet ve mahcubiyet
gömdüğümüz yanaklarımızı utanmazlık, pornografi ve şiddet kapladı artık. Görsel
şiddet ve pornografiyle önce zihinlerini sonra da ruhunu çaldılar hem batının
hem doğunun çocuklarının. Artık masum bir gülüş, masum bir tebessüm, masum bir
söylemi yok hem doğunun hem batının çocuklarının.
Bozuluş ve yok oluşun her geçen gün
iliklerimize kadar işlediği bu günlerde hep bir ürperti yatar içimizde.
Büyüklerimizin ahlaksızlığında erdem ararken küçüklerimizi ıskaladık ve unuttuk.
Erdemsizliği ve rezaleti küçük burjuva aymazlığına ve statükosuna mal edip
geçiştirirken müsvedde kişiliklerden ve karton figürlerden kendimize adi ve
soysuz modeller aldık.
Televizyon kullanmayan biri olarak zihinsel rahatlığımı ve iç huzurumun bozulduğu an ruhumun ve zihnimin dumura uğradığını zannettiğimi andır. Bir vapur yolculuğunda seyrettiğim haberle irkildim, ürperdim ve korktum. İnsandan, eğitimden, istikbalden/ çocuklar/ımız/dan korktum. Bir uygarlık çocuktan korkmaya başladı mı artık her şeyden korkmalıdır. Çocuklarından korkan bir uygarlık korku uygarlığından başka bir şey değildir.
“Siirt'in Pervari ilçesindeki YİBO’da okuyan 13-14
yaşındaki 8 öğrenci, iki ve üç yaşındaki iki bebeğe tecavüz etti. Bebeklerden
birini havuzda boğarak öldürdüler, derede ölüme terk ettikleri bebek ise
kurtuldu. Olaya karışan 1'i kız 9 öğrenci tutuklanmadı.”
Ruhumun
ve zihnimin şirazesini bozan haberin devamında 8 öğrencinin aynı okulda okuyan
kız öğrenci arkadaşları olan D.S.'nin kırda uygunsuz halde fotoğrafını çekip
şantaj yaptıkları ve kendilerine cinsel ilişkiye girmeleri için küçük çocuk
getirmesini istedikleri söyleniyordu. Bütün havsalanız, melekeleriniz, algı
gücünüz dumura uğruyor. Sözün bittiği yer diyorsunuz ama kalemi elinize alma
gereği duyuyorsunuz.
“İstisnalar
kaideyi bozmaz.” şeklinde adi bir mantık önermesiyle büyütülen bizler
istisnalar zincirine yenilerini eklemekte çok mahir bir milletiz. Çoğu hadiseye
olduğu gibi bu hadiseye de istisna olarak bakıp üzerinde tartışma ve sorgulama
gereği duymayıp, mevzunun üzerine kapatıp geçeceğimizi düşünüyorum. Yeni –ahlaksız
ve mizansız- istisnalar doğur/t/arak yaşamayı bir ahlak haline getireceğiz.
Oysaki
doğumuzda batımızda her gün ölüyor ve bitiyor. Üçüncü sayfaları gazetecilik
ahlakı haline getirip olgusallaştırdığımızın bile farkında olmayan ahmaklar
gibiyiz. Ne medyadaki patronlar ve yazarlar, ne bürokratlar, ne eğitimciler ne
hukukçular ne bürokratlar ve ne siyasiler bu sayfaların üzerine düşünme ve
analiz yapma gereği duydular. Sanki üçüncü sayfalar uzaylıların dünyasındaki
uzaylıların yemiş olduğu haltlardı. Bu sayfalar doğumuzun da batımızın da her
geçen gün bitişinin olgusal bir resmiydi.
Her geçen gün kokuşarak,
çürüyerek bitiyoruz, sızlanarak ve inleyerek ölüyoruz. Bu kötü bitişimize ve
trajik ölüşümüze aldırılmadan, umursanmadan duyarsız kalınması hepsinden daha
kahredici. Yok oluşumuza ve bitişimize “münferit hadiseler” diyoruz. Bırakın
siyasileri, psikologlarımız ve hukukçularımız bile aldırmaksızın böyle
isimlendiriyor toptan bitişimizi. Üçüncü sayfayı magazin sayfası gibi algılayan
bir zihin yapısı olayın ciddiyetini algılamaktan uzak bir zihin yapısına
sahiptir.
Nitekim
bu duyarsızlığa Yenişafak yazarı Fatma K. Barbarosoğlu haftalarca önce şu
cümlelerle tepki göstermişti.
“Ne vakittir tekrar tekrar yazıyorum. Biz artık "kötü"ye kötü diyemeyen bir toplum olduk. Hükümet üçüncü sayfa haberlerini ne zaman "oku"yacak? Ne zaman!!!”[i]
İki bebeğe sırayla tecavüz
eden 13-14 yaşlarındaki çocukların durumu gerek sosyolojik gerekse psikolojik,
psikiyatrik olarak son derece vahim bir hadisedir. Yaklaşık 7–8 yıl eğitim alan
yani kendilerine eğitim ve öğretim verilen yani eğitim sisteminin
boyunduruğundan geçen çocukların sosyolojik, psikolojik ve psikiyatrik
durumları tartışılması gerektiği kadar eğitim sisteminin ahlaki, metafizik,
psikolojik ve humanite yönü de tartışılmalıdır. Eğitim sisteminin kendini bu
hadisede masum görme gafletinde ve sütüne al/ın/mama zafiyetinde olduğunu
gözlemlemekteyim. Bu ve benzeri onlarca hadise eğitim sisteminin içinde
bulunduğu durumun göstergesidir.
Doğumuz da Batımız da ölürken hiç kimse masum değil “Bunu şeytan bile yapmaz.”, “Bebeklere tecavüz.” Diye manşet atan Medya hele hele hiç masum değil. Başımızı ellerimizin arasına alıp iyi düşünmemiz lazım. Etik, Estetik, Adalet, Din, Hukuk, Aile, Eğitim vs. bütün anlayışlarımızı sorgulamadan geçirmemiz gerekiyor. Şairin dediği;
“Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocukları ve elinde bayat bir ekmeği kemiren, diğer elinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen…” çocukları özlüyorum. Kavruk bir yüze, mahcup bir gülüşe, masumiyeti gamzelerinde olan, elbiseleri yamalı olan ama yüreğinde en ufak bir çizik taşımayan kirlenmemiş bir bilince ve yüreğe sahip, ayakkabıları yırtılmış ama arları yırtılmamış çocuklukları ve çocukları özlüyorum. Şikâyetçiyim anne önce çocukluklarımızı sömürüyorlar sonra bebeklerimizi kirletip öldürüyorlar. Ve bunları ellerini dokunmayan kara eldivenli kara yürekli adamlar yapıyor.
[1] http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=19.03.2010&y=FatmaKBarbarosoglu
Yorum Yap