Entellektüel, sürdün yabancı bir portre: Akif
16 Yıl Önce Güncellendi
2011-04-15 18:13:05
Edward Said; otoriteye ve iktidara hizmet etmeyi reddeden, iktidara hakikati söylemelerini sağlayan alternatif ve daha ilkeli bir duruşu olan entelektüeli metaforik bir sürgün olarak tanımlar. O matematiksel bir biçimde inşa edilmiş yasa ve kuralları körü körüne izleyen düzayak bir robot değildir. Sürgün, içinde yaşadığı toplumda tedirgin, rahatsız ve başkalarını rahatsız eden bir yabancı olmayı içeren bir konuma sahiptir. Hep marjinal kalmayı yoksunluk olarak değil özgürlük ve keşif gücü olarak görür. Wright Mills, siyasi mücadele içinde hakikatin değeri ile bizzat ilişki kuramadığı takdirde yaşanan deneyimlerin bütününü sorumlu bir biçimde ele alamayacağını iddia eder.
Şairin kaderi kalabalıkların şairi olmasıdır.
Nitekim Akif için "hem devletin şairidir, hem milletin şairidir."
diyen Dücane Cündioğlu onu "Unutulan değil bilinmeyen, görülmeyen, dahası bilinmek de görülmek de istemeyen, nâdanın nazarından kendisini saklamayı başaran biridir. Resmiyet düşkünlerinin de, kalabalıkların da yaklaşmasına tahammül edemeyeceği için, kendi iç dünyasında kavrulmayı seçen bir Akif" diye tanımlar.
Dücane Cündioğlu, 'Akif'e Dair' isimli kitabında Kur'an tercümesi için Atatürk tarafından teklif edilen 10 bin lirayı, Hayatı boyunca fakirlik çeken şairin, "Bu fakir adama 4 bin lira bile çok fazla." diyerek nasıl reddettiğini anlatıyor. İdealist şair, ülkenin sıkıntılarının sebebini cehalete bağlar. Bu eksikliği gidermek için nasihatçi heyete katılarak Anadolu'nun yolunu tutar. Bu yolculuğa çıkarken Akif'in cebinde sadece 35 kuruş vardır. Yıl 1966... mekân Milliyet gazetesi... anlatan Çetin Altan...
İçeri traşı uzamış, üstü başı bakımsız, yaşlıca, çelimsiz bir adam girdi. Hazırolu andıran bir duruş ve hafif bükük bir
boyunla: "Bendeniz, dedi, Mehmet Akif'in oğluyum... "Rahatsız ettim"
"Sizden ufak bir yardım rica etmeye gelmiştim... "
Altan şaşkınlığını şöyle anlatır. "Gökler mi tepeme yıkıldı; yer mi yarıldı da, ben mi yerin dibine geçtim; doğrusu fena allak bullak oldum... Ve tek yapabileceğim şeyi yaptım, cüzdanımı çıkarıp uzattım."
O, bükük boynuyla: "Siz ne münasip görürseniz"
dedi. Cinnet cehennemlerinin tüm yıldırımları düşüyordu yüreğime.
"Durun bakalım neyimiz varmış" gibilerden cüzdanı açtım; içinde ne varsa çıkardım, -fazla bir şey de yoktu- elimde tuttum. Bir iki adım attı. Sanırım sadece bir 10, yahut 20 lira aldı...
- Çok çok teşekkür ederim, rahatsız ettim, dedi ve çıktı. Aradan bir ay geçti geçmedi; gazetelerde küçük bir haber ilişti gözüme: Beşiktaş'taki çöp bidonlarından birinde Mehmet Akif'in oğlunun ölüsü bulunmuştu...
Çetin Altan böyle anlatıyor... Osman Yüksel Serdengeçti ise 8 Şubat 1967'de Emin Âkif Ersoy'un ölüsünün bir kamyon içinde bulunduğunu anlatıp feryâd etmişti sıcağı sıcağına...
Kıt'asında asîl bir utanma ile Mehmed Âkif'in oğlu olduğunu sakladı. Terhisinden sonra büyük şehir İstanbul'un haneberduşlarından biri oldu. Sabahçı kahvehanelerinde ve hamamlarında yatıp barındı. Daha sonra akıl hastahanesine sevkedildi ve galiba bir suçtan bir müddet de cezaevinde kaldı. Nihayet kendisini bulan bir baba dostu tarafından Bursa'da Atatürk Çiftliği Harası'na kâhya olarak yerleştirildi.
Evlendi, mazbut bir hayat sürmeye başladı. Fakat 1963-1964 yılları arasında işinden çıkarıldı. 1966 başlarında zevcesi vefat edince tekrar kimsesiz kaldı, kendisini âdeta intihar kasdıyla içkiye ve esrara verdi. 1966 sonlarında birkaç ay akıl hastahanesinde kaldı.
Kasım 1966'da hastahaneden çıktığında, geceleri Tophane'de bir kamyon karoseri içinde yatmaya başladı. 24 Ocak 1967'de ise o karoserin içinde ölü olarak bulundu."
Türk Edebiyatı Dergisi 1983 Mart Mehmet Akif Özel Sayısında Macit Bumin merhumun cenazesini şöyle anlatıyor. -Bu tabut Mehmet Akif Bey'e aittir. Ben de katib-i hususiyim, dedi. Hemen tabutu arabadan aldık ve hürmetle musalla taşının üzerine usul-ü vechile yerleştirdik. Arkadaşımla görebildiğimiz birtakım eksik¬likleri tamamlamak vazifesini üstlendik. Katipten merhumun kartvizit büyüklüğünde iki fotoğrafını istedik. Birini tabutun başına dayadık, birini de yanımıza alarak heyecan ve telaşla katibin adını bile sormadan, fatihamızı okuyup Kapalıçarşı'ya daldık. Bir büyük bayrak ve raptiye alarak döndük. Bayrağı büyük naaşın üzerine örttük.
Güzel Sanatlar Akademisi'nden bir genç mezara atladı ve alçılı bir bezle merhumun o nazik yüzünün mülajını aldı. Ona müdahale edenler olduysa da genç heyecanlı tavrıyla: "İlerde bir gün belki heykeli yapılırsa lazım olur" dedi.
Şiirlerini bazen Neyzen Tevfik'e bazen felsefeci Ferid Kam'a ithaf eden bir sanatkar ve entelektüeldir Akif. Mehmet Akif ile Muhammed İkbal arasında karşılıklı şiirlerin gönderilmesi söz konusudur. Nitekim Akif bu kıymetli şair ve filozofu kendisine benzetmiştir. Cavid İKBAL babası İkbal'in Pakistan'da okunulmadığı ve anlaşılamadığını şu cümlelerle ifade eder. "Milton hakkında meşhur Fransız yergi yazarı Voltaire'in bir sözü nakledilmiştir. Voltaire:
"Milton'un ünü gittikçe artacaktır. Çünkü kimse onu okumuyor!"
demiştir. Voltaire'in bu sözü Pakistan'da İkbal için geçerlidir." Bu söz Türkiye'de Akif içinde geçerlidir.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Haber Ara
Yorum Yap