Dolar

42,6940

Euro

50,2029

Altın

5.909,30

Bist

11.456,34

Dervişlikten püritenliğe

18 Yıl Önce Güncellendi

2009-08-20 22:07:00

Dervişlikten püritenliğe

 

                                                                              ... Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) “İşte, nefisleriniz için biriktirdiğiniz budur. Haydi tadın bakın biriktirdiklerinizin tadını. (Tevbe Suresi, 34-35)

 

Kentleşme, bireyselleşme, kapitalizm olgusuyla karşı karşıya kalan ülke Müslümanları bu olgulara ve tahrip edici etkenlere karşı kendini muhafaza edebilecek kalkanlarını oluşturamamıştır. “Küçük cihaddan büyük cihada gidiyoruz.” Peygamber sözünde Kopernikçi devrimi gerçekleştirilmiş hayatı ve dini algılamada olumsuz bir paradigmaya geçiş yapılmıştır. Güce dayalı Newtoncu felsefeyi kendine referans olan yaklaşım “Kuvvetli mümin zayıf müminden eftaldir.” hadisine  farklı anlam kazandırmaya çalışmıştır. Kendini kapitalist hayat içinde konumlandırmaya çalışmak manevi cihadın ekonomik cihada dönüşmesine yol açmıştır. Bu yaklaşım bireylerin etkin bir şekilde eğitim, kültür, siyaset ve iktisadı anlamakta ve pratiğe geçmesinde etkili olmuştur. Bu alanlarda sivil toplum örgütleri ve kuramsal olmayan kurumsal yapılanmalar gerçekleştirilmiştir. Kurumların büyüklüğü artarken bireylerin niteliği zayıflamıştır.      

 

İslami cihaddan ekonomik cihada geçiş döneminde MÜSİAD Kemalist devlet yapısının engellemelerine rağmen Osmanlı klasik iktisadının adalet anlayışını halkın içinden gerçekleştirerek meydan getirilmiş idealize edilmiş bir harekettir. Kapitalizmle eklemlenmesin önemli bir bileşeni, modernleştirici (zayıf bağ üreten ) girişimcilik sürecinin Türkiye’deki ideal tipik temsilcisidir.[1] Beyaz Türklerin ekonomik yapılanmasına karşın benzeri yapılanma gereği duyan ekonomik kuruluşlara sahip dindar insanlar haklı olarak MÜSİAD(müstakil sanayiciler ve iş adamları derneğini) kurdular. (Bu derneğin başında bulunan MÜ ibaresi Müslüman ve Müstakil olduğu yönünde tartışmalarına da yol açmıştır.)

 

MÜSİAD tarihsel olarak ekonomik yapılanma ve gelişme arayışında olduğu meşruiyet yıllarına götürülür.[2] Yeni alışkanlıklara sahip olan genişleyen orta sınıfı temsil eden MÜSİAD İslami kesimin modernleşme rüzgârına kapıldığı 1990’lı yıllarda varlığını daha çok hissettirmiştir. Çünkü bu yıllarda İslami kesimin sosyo-ekonomik, dinsel ve kültürel dönüşüm yaşadığı yıllardır. Kentleşme olgusu İslami kesimdeki geleneksel algıyı ve dönüşümü de değiştirmiştir. Modernliğin ve kapitalizmin bireyi kendine yabancılaştırması, değerlerinden koparması hassasiyetleri olan aynı zamanda ekonomik ve yaşam standartları olarak yükselmek isteyen kesimleri kapitalizme rağmen konformizm, zenginleşme ve yeni alışkanlıklar edinme ve bu alışkanlıkları sürdürme arayışına itmiştir. “Bu süreçte bir zamanlar geleneksel bulunup dışlanan veya ötekileştirilen cemaat ilişkilerine dayalı (b)ağların zayıf (b)ağlar üzerinden kendisini dönüştürerek adeta başka bir bünyede dirilişi söz konusu olmuştur.”[3]

 

Kapitalizmin içinde kendini bulan ve alternatif bir ekonomi anlayışı geliştiremeyen fertlerin zayıf bağlar meydana getirmesine söz konusu oluşmuştur. Oluşturulan bu zayıf bağlar irade ve karakter aşınmasına yol açmıştır. Müslümanlar tarafından İslami hayatın yaşanılması ve bu konuda sağlıklı bilincin meydana getirilememesi kendilerinin dönüştürücü ve tahrip edici kapitalizme eklemlenmesine yol açmıştır.  “İslami olan”ın “kapitalizm” ve/veya dünya ekonomik sistemiyle eklemlenmesini mümkün kılan, gerçekte “kapitalizmlerin” doğulu bağlamlarla ilişki içinde olmaya ve hatta onları özellikleriyle uygulanmaya ihtiyaç duyma noktasına gelecek denli büyük bir çıkmazın içine düşmüş olmalarıdır.”4

 

Kapitalizme eklemlenen birey ve zihin yapısı “Bir lokma bir hırka felsefesi bize yutturulmuş zokadır.” söylemini üretmiştir. Maddi zenginliği dinsel kurtuluşun bu dünyadaki göstergesi, yoksulluğu ise dinsel düşüklük belirtisi sayan Katoliklik karşıtı bir hareket olan Protestanlık sekülerist ve makyevelist etik dışı serbestliğe yol açmıştır. Katolisizmin yapısıyla çok farklı bir yapıya sahip bu dinin tabileri ise Weberyen bir bakış açısına kendilerini yaklaştırmışlardır. Oysaki İslam’ın özünde maddi servet manevi zenginlikle bağlantılı değildir. İyiliğin, zekâtın verilmesinin, güçlüye karşı mücadelenin cihad olduğu vurgusunda bulunan İslam güçlüye sık sık sorumluluklarını hatırlatır. Zayıfı ise mücadeleye çağırır.

 

Erol Yarar’ın “Zekâtımı veriyorsam İslam’da kimse niye böyle yapıyorsun deme hakkına sahip olmuyor. Malının tümünü infak etmeyi Allah’ın Resulü de izin vermiyor. Zannediyoruz ki adam zenginleştiği halde fakir hayatı yaşayacak.” Söylemi paradigma değiştirmenin en açık göstergesidir. Yarar’ın bir anlamda “Zekâtımı veririm jipime binerim.” söylemi “parayı veririm düdüğü çalarım.” söyleminden türetilmiş ucube bir söylemdir.

 

Müslüman algısında bu yaklaşımın var olması mümkün olmadığı halde kendi yaşantısını ve zihinsel yapısını başka kodlara göre inşa eden zihin yapısı “kuvvetli mümin zayıf müminden eftaldir.” Hadisini imanın kuvvetli olmasına değil cüzdanın ve banka hesabının güçlü olmasına yorumlamıştır.  İslamileşmemiş insan tipinin Batılı “ekonomik insan”ın tıpkı aynısı bir şeye dönüşmesi söz konusudur. İslam’ın öğütlediği şahsiyet olmaktan uzak duran birey rüşvet alan, ihalecilik, komisyonculuk alavere dalaverelerini gerçekleştiren, zenginleşmek için her yolu mubah bulan ucube bir tip haline gelebilir. Bu ucube tip Yusuf Kaplan’ı şaşırtan bir manzarayı meydana getirmesi gayet normaldir.  Yusuf Kaplan şaşkınlığını şu cümlelerle dile getiriyor. “Ben, bir Müslüman olarak, müslüman olduğunu söyleyen kişilerin nasıl olup da hırsızlık, yolsuzluk ve komisyonculuk yapabildiğine inanamıyorum gerçekten! Aklım, havsalam almıyor![4]

“Bir lokma bir hırka felsefesi bize yutturulmuş zokadır” demek içimizdeki dervişliği söküp almak bizi omurgasız, ruhsuz bir hale getirmek demektir. Ölmeyeceğimizi, bu dünyada çakılı kalacağımızı ve yeryüzünde bir cennet kurma iddiasını taşıyacağımızı ilan etmek demektir. Dervişlikten seküler, materyalist, pragmatist ve makyevelist püritenliğe geçiş demektir. Erol Yarar’ın “Bir lokma bir hırka felsefesi”nin metafiziğini kavradığını ve kavrayabileceğini hiç zannetmiyorum. İçinde bulunulan durumu Dücane Cundioğlu’nun şu tespitleri özetlemektedir.   

“Hem o kadar para kazanacaksın, hem de “bir lokma, bir hırka” deyû kazandıklarını harcayamayacaksın, hiç olur mu? …”Kapitalizm öncesi oluşmuş bir biz'le kapitalizm sonrası oluşan bir ben'in çatışması, işte İslâmcılığın bugünkü sefaletinin gerçek sebebi. İşte cumhuriyet dindarlığı böyle bir şey! Alemi kör, el-âlemi sersem sanan bir cıvıklığın mahsulü. Zavallılığı ise bilmediğinden değil, bilmediğini bilmediğinden.[5]

 

 




[1] Şennur Özdemir, MÜSİAD ve Hak-İş’i Birlikte Anlamak,  İslamcılık, Yasin Aktay, (drl.) İstanbul: İletişim Yay. 2005, 838,844


[2] Özdemir, s. 838


[3] Özdemir, s. 840

4 Özdemir, s. 844


5 http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=18110&y=YusufKaplan


6http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=17854&y=DucaneCundioglu


 

Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara