Dolar

42,6940

Euro

50,1988

Altın

5.922,26

Bist

11.456,34

Cins bir kafa ve teolog: Damdan düşen Şebusteri II

15 Yıl Önce Güncellendi

2011-11-07 17:33:42

Cins bir kafa ve teolog: Damdan düşen Şebusteri II
Kitabın önceki başlıklarında kelamcı, filozof ve mutasavvıfların düşünce ve irade özgürlüğüne, iman ve peygamberlik mevzuna ve imanın siyasetle ilişkisine değindikten sonra teolog “İmanın Tarihi Sınavı” başlığında Kuranda nübüvvettin İbrahim’den önce başladığını söylerken ‘tarihi bir olgu’ olarak nübüvvettin varlığını Hz. İbrahim’e bağlar. Yahudi, Hıristiyan, İslam kelam ve teolojilerinin peygamberlerinin ölümünden sonra ortaya çıktığı söyleyen teolog döneminin kültürel birikimlerinden ve Yunan düşüncesinden etkilenen Müslümanların içinden Mutezilenin zirve olarak ortaya çıktığını söyler.

Şebusteri klasik kelamı; Müslüman kelamcılar tarafından verilen iman edilmesi gereken inançların neler olduğunu belirleyip, doğruluğuna dair akli delil getirerek bunlara yönelik şüphelere cevap veren ilim olarak tanımlarken kelamcıyı ise beşer aklı ile nübüvvet aracılığıyla elde edilen vahyi aydınlanma ve bilinçlenme arasında makul ilişki kurmaya çalışan kişi olarak yorumlar. Teologa göre nübüvvet; insanı doğa ötesine bağlayan yetilerden biri, varlık alemi ve insan türünde meydana gelen gerçek ve ayni bir harekettir. Ona göre imanın tarihi olarak sınavdan geçirilmesi, tarih boyunca imanın etkisiyle şekillenen inanç, kurum, gelenek ve göreneklerin sınanması anlamına gelmektedir.

Dini geleneğin sürekli eleştiriye tabii tutulması, arıtma, saflaştırma ve ıslah ile dini geleneğin yeniden okunarak dinamik hale getirilebileceğini düşünen düşünür harici otoritelerin tasallutundan ancak eleştiri ile kurtulabileceğini söyler.

Dini veya imani hiçbir manası olmayan geleneğin hiçbir anlamı olmadığını savunan teologa göre İslami imanın ancak dini, tarihi ve dilsel olan bir geleneğin sürekliliği sayesinde devam ettirileceği iddiasına katılmaz. Dini, tarihi ve dilsel gelenek insanlığın kültürel ve düşünsel kazanımlarını sağlar. Bizi biyolojik insan merhalesinde kalmaktan kurtarmış olan geleneğin ortadan kalkması ile paradigma tıkanması ve kimlik bunalımı meydana geleceğini söyleyen düşünüre göre gelenek ile modernitenin karşı karşıya gelmesi batıda dini ve imani bir çok sorunun ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Bu sorunun Hıristiyan olmakla dini, tarihi ve tedrici olarak gelişen geleneği anlamayı aynı anlayan Batı dünyasının sorunu olduğunu söyleyen teologa göre Hıristiyanlığın dini, tarihi ve dilsel bir gelenek olmadan tasavvur edilebilmesi mümkün değildir. Modernite ve eleştirel akıl antropolojiyi ve dini/imani anlamda geleneğin varlığını tehdit etmiştir. Ona göre iman; eleştirel imanla bilim ve felsefe ile gerçek özünü muhafaza eder.

Bilimsel, tecrübî, taklidi, tahkiki ve sezgisel olarak Allah’ın varlığını ortaya koyma çabasında olan ve seçkin dini/ kelami söylemlerden, kendi heva ve hevesleri, ideolojileri çerçevesinde Allah tasavvuru olanlardan bahseden teologa göre muhabbet ve sevgi ile Allah inancı taşıyanlar adalet, hak ve ahlaki değerlere sahip çıkmaya çalışmış sağlıklı medeniyet ve kültür zeminin oluşmasına katkıda bulunmuşlardır. Düşünce ve ifade özgürlüğüne değinen düşünür dini bir teorinin siyasi çekişmelerin girdabına düşmesi ve bu anlamda açıklamasının nedeni olarak düşünsel ve dini amel olmaktan çıkması nedenine bağlar. Yine sağlıklı olarak Allah’tan bahsetmek için eşzamanlı, işbirliği ve dertdaş olmayı gerektiren muhabbet ve sevgi ortamı gereklidir. Aksine ideolojik çekişmelerin, siyasi çatışmaların, kişisel ve sınıfsal husumet ve ihtilafların yaşandığı bir toplumsal ortamda Allah’tan bahsedilemeyeceğini, bilgi ve bilimsel gelişme göstermiş bir zihnin nihai hakikatin açıklanmasına soyunmak ve hakikatin künhüne varmak zahmetini doğuracağını söyler.

Makalelerden oluşan “İman ve Özgürlük” kitabında kendisiyle yapılan dört röportaja da yer verilmiştir. “Dinin İhyasının, İmanının İhyasından Başka Bir Anlamı Olamaz, Günümüz Dünyasında Müslümanlar ve Hıristiyanlar, Hıristiyan Teolojisi İslam ve Avrupa: Diyalogun Zemini ve Zorunluluğu, İman ve Özgürlük Kitabı Hakkında” başlıklarından oluşan beş röportaj vardır. Bu röportajlarda özetle dinin ihyası için tecrübelerin yorumlanması ve açıklanmasıyla bilme ve anlamanın önemli olduğunu amel ve şiarların dinin aslını oluşturan tecrübe sayesinde kültürel, sosyal ve örfi birer uygulama olmaktan kurtulduğunu ifade eder. Ona göre dini bilgi ve tanıma tecrübelerin yorum ve tefsiridir.

Son yüz elli yıllık hareketleri imani olmaktan daha çok siyasi olarak gören, Abduh ve Afgani gibi kişilerin yine de dini ve dünyevi bilinç oluşturduklarını iddia eden Şebusteri siyasi hareketteki dini liderlerin insanların manevi tecrübelerinde herhangi bir değişim meydana getiremediğini söylemiştir. Toplumsal olarak şekilcilik hastalığına müptela olan Müslümanlardaki şekilciliğin ailede başladığını söyler, ayet ezberletmekle, imamların tarihini okutmakla ve namaz kıldırmakla iyi bir dindar yetiştirildiğinin zannedildiğini fakat manevi dünyalarına nüfuz edilemediğini dile getirir. İçsel değişim olmadan dışsal değişimin olacağını söyleyen teologa göre sağlıklı ve istikrarlı bir zemin için dinden ve bilimden ne kadar hangi zeminden faydalanacağımızı bilmeliyiz. Sosyal ve siyasi yapı kurabilmek için bilim ve tecrübeye ihtiyacımız var.

İlk iki ortak özelliğin sorunlu yönünde değinmeyen teologa göre İslamla Hıristiyanlığın ortak yönleri şunlardır: Yoktan yaratan tek bir ilaha inanılması, rububiyetin sadece Allah’a inhisar edilmesi, insanın maddi olmayan ilahi öze sahip olması, Salih amelin sadece resmi ibadetlerle sınırlı olmaması ve Allah’ın mesajını insanlara ulaştırmanın sadece peygamberler inhisar edilmesidir.

İnsanın tarihi ve coğrafi farklılığına değinen Şebusteri ilhad ve ateizmin epistemolojik, antropolojik ve sosyolojik temelleri olduğunu ve ilhad kültürüyle iki dinin müntesiplerinin de mücadele etmesi gerektiğini söyler. Ona göre ötekine saygı duymak, sadakat ve kanaatkârlık ihtiyaç duyulan ahlaki hasletlerdir. Uluslararası zulüm şebekesiyle mücadele etmek, insanın iç manevi dünyasını imar etmek, yoksul ve muhtaçlara cami ve kilise kurumlarıyla aracılığıyla yardım etmek iki dinin önemli amacı olmalıdır. Batının homojen olmaktan daha çok heterojen olduğunu söyleyen teolog Batınını sadece ‘kalkınma ve ilerleme’ ile tanımlanmaması gerektiğini söyler.

Yine Hıristiyan teolojisinin farklılık ve benzerliklerine değinen teolog dini inanç ve emirlerin farklılığından dolayı insanların çatıştığını ve dünya insanlarının birbirlerini anlaması gerektiğini söylerken iki dinin de aralarında Tanrı, Tanrı tasavvuru, vahiy meselesi, İslam’ın Hz. İsa anlayışı, ahiret ve ahlaki değerler gibi kelam ve ilahiyat konularında ilmi tartışmalar yaptıklarını söyleyerek, Hıristiyan ve Müslümanların yan yana yaşadıkları Lübnan’da teknolojiye karşı tutum, makineleşme, ahlaki yozlaşma, nüfus artışı, kalkınma ve ilerleme konularının tartışıldığı sempozyuma değinir ve kendisinin katıldığı benzer bir komiteden bahseder. Avrupa’da yaşayan Müslümanların asimilasyon ve entegrasyon meselesine değinen teologa göre hem İslam kültürü hem de Avrupa kültürüyle uyumlu olan kültürel ortamının yaratılması sorunun çözümüdür. Her iki kültürün karşılıklı olarak birbirlerini yanlış anladıklarına değinen teolog küresel bir yanlış anlamdan bahseder. Diyalogun batı tarafından başlatıldığını söyleyen teolog diyalog taraftarıdır. Batıyla ilk fetihlerle, ikinci haçlı seferleri ve üçüncüsü ise sömürgecilikle karşılaşmamız sorunların asıl nedenidir.

Son röportaj’da insanların düşünce ve irade özgürlüğü sahibi olmadan iman sahibi olacağı iddiasını kabul etmez. Negatif tanımlama yöntemi ile imanın ne olmadığı üzerinde duran Şebusteri’ye göre iman tebliği ile insanlara öğretilebilecek bir olgu olarak telakki edilmemelidir. Bireyselliği elde eden insanın istidlalle, aşkla ve imani tecrübe dayanarak yaşamak seçenekleriyle yaşadığını söyler. Mümince yaşam ile filozofça yaşamın arasını ayırt eden düşünür- teolog mümin kişinin felsefe ve bilimle ilişkiyi parelinde siyaset, ahlak, sanat, aşk ve edebiyatla sağlıklı ilişki kurabileceğini, mümin kişinin her şeyin aslı ile hayat sürmesine müsaade etmesi gerektiğini söyler. Akılla imanın birbirinin tamamlayıcısı olduğunu ifade eden düşünür insanın bütün zıtları kendisinde harmoni olarak barındırdığını dile getirir. Ona göre imana dayalı bir yaşam şekli insanın düşünce ve irade özgürlüğüne dayanmaktadır. İmanın aynı zamanda siyaset ve sosyal sistemle ilişkili olduğunu fakat imanın ideolojik bir araç olarak kullanılmaması gerektiğini söyler. İmanın düşünce ve irade özgürlüğünün olmadığına teslimiyet değil kişinin kendisini bilerek ve isteyerek Allaha bırakması olarak görmektedir.

Peygamberlerin insanların dini tecrübelerini ihya ettiğini söyleyen teolog Peygamberin toplumda geçerli olan sosyal ve siyasi şartları göz önünde bulundurarak benimsemiş olduğu İslami değerlere göre gerekli olan değişiklikleri yaptığını dile getirir.

Not: Daha sonraki yazılarda 'Resmi Dini Söyleminin Eleştirisi' kitabından harekete ederek Şebusteri söylemlerinin eleştiri ve tahlili devam edecektir.

Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara