Çınar Edasında Bir Dergi ve Kadim Bir Filozof: Gazali II
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-11-30 13:35:00
Türker, her ne kadar İbn Rüşd Gazali’nin noktayı anla, uzayı zamanla düşünmesini hezeyan ve ontolojik-epistemolojik diğeri matematik olan iki imkânsız tezin savunulması olarak görmüş olsa da Gazali’de çizginin noktaya, uzayın zamana indirgenerek geometrik aritmetik süreçler birleştirilmiş olduğunu dile getirmesi felsefe literatüründe yeni söylenen bir şey olarak biliyorum.
Ayrıca makalede ‘İrade’ bahsine uzunca yer veren Türker, Gazali anlayışına göre -bir şeyin onun eşitinden ayırt edilmesi anlamında olan- iradenin insan için ancak mecazi anlamda söz konusu olabileceğini söylüyor. Bu bahis irade ve hürriyet üzerinde düşünülmesi gereken yeni bir bakış açısını öneriyor. Nitekim Gazali’nin irade algısı ile Aristoteles’in ‘Eudemos’a Etik’ kitabındaki tercih ve seçim kavramları arasındaki benzerlikler ile farklılıklar üzerinde durulabileceği gibi Aristoteles ile Gazali algısındaki konumları üzerinde durulabilir.
Yine Türker’in ‘Gazali-Kant mukayeselerinde çağdaş düşünürlerin durumu neyse Gazali-Hume mukayesesinde öylece dramatik bir tutarsızlık olduğu’ söylemi Gazali’nin batılı meslektaşları ile yapılan mukayeseli çalışmaların yanlış temelleri ve paradigmaları sarsacak önemli bir ifade olarak değerlendirebiliriz.
“Salt akıl teorisini uzay ve zaman kavramları ilk temellendiren, ihtimaliyeti aklileştiren filozof sadece hakikatin peşindeki bir düşünür değil ulaştığı hakikatlere göre dünyayı şekillendirmeye çalışan siyasi bir aktördür. Gazali’yi bilge olarak değil siyasi nesne ya da aktör olarak ele alınmıştır. Aldıkları sömürgeci eğitimin dışına çıkamayacak kadar dar kafalı ifadesi ve yine idrak yetilerinin gelişimi konusunda takındığı tutumu ne kendilerini dindar ne de aydın niteleyenlerin hazmedebileceği bir gerçektir.” Cümleleri Gazali’yi doğru anlamaya sevk edici kışkırtıcı ve yerinde tespit olduğunu düşünüyorum. N. Hartmann’a verdikleri değerin ve ilginin çok azını Gazali’ye çok gören bir Türkiye’deki felsefe akademi dünyasının içinde yaşamanın utancı söz konusu ne yazık ki…
Türker’in, “Gazali’nin Üçüncü Dünyası: Bilim-Siyasi ve Metafizik Boyutlarıyla” diğer makalesinin kısa bir özet yorumuna değinmeye çalışacağım. Söz konusu makalede öncelikle İran coğrafyası, sonrasında Selçuklu coğrafyası ve kültürü hakkında ön bilgi verildikten sonra H. Sabbah ve İran kültürü ortamında ve tahakkümü içinde yetişen teolojik-siyasi tarihsel nesne olarak görülen filozofun Batı düşüncesinde sevilmesinin nedenin Hıristiyan ilahiyat tarz ve kokusunu almalarına bağlaması ve Zwemer’in bahsine değinmesi benim için olduğu kadar diğer ilgililer için Gazali hakkında oldukça yeni bir bilgi olduğunu zannediyorum. Yine Batılıların Gazali’yi Haçlı saldırıları ve Hıristiyanlık-İslam ilişkileri bağlamında okumak istemeleri üzerinde söylemi üzerinde ayrıca bir makale ya da risale yazılabilecek bir önem taşımaktadır.
Yazar, öncelikle H. Corbin’e ve vb. diğerlerine vurguda bulunarak Gazali’nin eleştirilerinden sonra felsefesinin yalnızca Şii kültürde icra edildiği iddiasına yönelik itirazını Bağdat ve Horasan merkezli felsefi ortama, Gazali’deki İslam metafiziğinin ve akılcılığının görülmezden gelinmesi, Gazali’nin Yezid’e yönelik “lanetlenmenin yasak olduğu” vurgusuna yönelik fetvası, felsefenin illaki Helen-Batı anlamında anlaşılmak ya da yapılma beklentisi, Sünni İslam düşüncesinin Helen-Roma düşüncesine paralel Pers-İslam’ına karşıt reflekse sahip olması Şii-İran felsefe ise karşıt pers ideolojisinin İslam çatısı altında kendini orta koyma biçimi ve İslam’da Hellenliştirme siyasetinin etkin olması şeklindeki altı önemli gerekçeye bağlaması oldukça diyalektik ve akıl dolu tespitlerdir.
Akademisyen-düşünür Türker’in Gazali’nin filozofları eleştirmesinin nedenin dini olmaktan daha çok siyasi olması ve halkın üzerinde ‘tahakküm kurma’ isteklerine tepki olarak yorumlaması ayrıca köklü Hellen eleştirisinin ilk Gazali tarafından yapılması Gazali’nin maksadını ve düşünce ekonomisini ortaya koyan tespitlerdir.
Sonra kendi kendime dedim ki (zaman duraklama zamanı ve çağ batıl çağıyken sen bu sıkıntıyı keşfetmekle ve bu zulümle çarpışmakla ne zaman meşgul olacaksın?); -zira- halkı kendi geleneklerinden (ayrılarak) hakikate davet etmekle meşgul olsaydın, onların hepsi muhakkak sana düşman olurlardı; onlara nasıl direnir ve onlarla nasıl geçinirsin? Bu, ancak uygun bir zamanda, dindar ve güçlü bir sultanla gerçekleştirilmesi (mümkün bir idealdir).
Türker’in makaledeki bu iktibası Gazali’nin -fikir- sancısını anlamamıza yardımcı olacağını düşünüyorum. En büyük devrim olarak felsefeyi siyasi bir manipülasyon aracı olmaktan çıkararak bilgiyi siyaset dışılaştırması ve felsefeye iade-i itibarda bulunması felsefeye yaptığı katkılar olarak gören yazarın Gazali’nin büyük Selçuklu devletinin küresel siyasetinin temelini oluşturan Gazali’nin Pers-Sasani-Şii paradigması ile Hellen-Roma-Sünni İslam paradigması arasında yeni bir paradigma olan üçüncü dünyanın metafizik temellerini oluşturduğunu söylemini ve bu tezini güçlü bir okuma ve tarih felsefesi olarak görüyorum. Yine 1071 tarihinin Türk ve Arap siyasetine değil Pers ideolojisine hizmet ettiğini söylemesi yeni bir tartışmayı açacak niteliktedir.
Son olarak yazar makalesini
“Gazali Sünni dünyada felsefenin katilidir, Şii dünyada Yezid taraftarı bir sünnidir, tasavvuftaysa suçludur, üzülerek söylemek gerekir ki Üçüncü dünya’nın taşıyıcısı geleneksel halkın gönlündeki yırtık hatırası ile Meşhed’deki mezarı dışında, Gazali’nin İslam medeniyetinin resmi dünyasında yatacak yeri bile yoktur.”
Gazali’yi niteleyen bir esaslı bir cümlesiyle bitiriyor. Türker’in bu yazmış olduğu bu makale hem Gazali’nin ‘düşünce ekonomisinin’ anatomisini ortaya koyan hem de ‘Tehafüt’ adlı eserini ya bir kelam metni ya da bir ‘tekfir manifestosu’ olarak algılanmasına son veriyor. Bize hem Tehafüt’ün esaslı bir felsefe metni olduğunu gösteriyor hem de bir felsefecinin gözüyle bir metin okumasının ne kadar verimli ve farklı bir işlevlik taşıdığını gösteriyor.
Meriç’in ifadesiyle “Araf’ta” olan Gazali bilge-düşünür Teoman Duralı’nın Hoca’nın ifade ettiği gibi ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabilmiştir.
Not: Diğer yazıda dergideki diğer makale olan Ş. T. Duralı’nın “Felsefe-Bilim Geleneğimizin Nirengi Noktası: Ebuhamit Gazali” makalesi üzerinde çözümlemelerde bulunmaya çalışacağım….
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Haber Ara
Yorum Yap